8 Nisan 2012 Pazar

"Vapur Yolcusu"



İnsanın başından bir acıklı olay geçmişse düşündürür. İki acıklı olay geçmişse acındırır. 
Üç acıklı olay geçmişse güldürür...

...Kırk yaşlarında kıvırcık saçlı, esmer adam elinde battal boy iki siyah ve şişkin torbayla vapura bindi. Vapurun hareket etmesiyle sağ bordasında arka kısmına doğru bir yer beğenip oturdu. Cebinden sigara paketini sonra çakmağını çıkarttı. Çakmağı çaktı ama yanmadı. Bir kaç kez daha denedi, salladı, salladı... Çakmağın yanmamasına anlam veremedi belki de hazmedemedi. Son bir kez ve öncekilerden daha sert salladı... İşte ne olduysa o an oldu. Yukarı; bileğine doğru çekmiş olduğu kehribar tesbih birden yerinden kurtularak bakışlarımız arasında denize düştü.

Yerinden fırlayıp arkasından atlayacak gibi oldu... durdu. Küpeştenin denizle birleştiği yere; ak köpüklerle bezenmiş derin maviliğe takılan gözleri “belki de tesbih dibe gitmemiştir, bir yerlere takılmıştır” diye nafile arandı durdu. Biraz sonra içkili olmasına rağmen gerçeği kabullenmişti. Ağladığını fark ettim. Damlalar birbiri ardına şark çıbanının üzerinden geçerek çenesine kadar ulaştı. Kendisine doğru baktığımı fark etti. Bana doğru dönerek “o mapus arkadaşımın, kan kardeşimin armağanıydı... Yedi sene ekmeğimizi suyumuzu paylaştık... Ne tuhaf o da denizde öldü!” dedi.

İçkinin etkisiyle iyice duygusallaşan adam ağlamaya devam etti. Sonra birden avucunun içinde sıktığı çakmağı fark ederek “lanet olası çakmak” diyerek çakmağı tereddütsüz denize fırlattı. Ceketinin cebini dışarıdan sıvazlayıp yoklayarak bir şeyler aramaya koyuldu. Büyük bir olasılıkla cüzdanıydı aradığı ve bulamayacağını anlayınca tekrar sigara paketine sarıldı. Bu kez de sigara paketinden dökülen sigaraları toplamak zorunda kaldı bir bir...  “Allah aşkına lütfen” diye İçlerinden en düzgün olanını bana ikram ederken rüzgar göz yaşlarını çoktan kurutmuştu.
- Sen bana bakma... Özür dilerim!.. Kan kardeşimin yadigarıydı o tesbih. Görüyor musun nasılda düştü gitti! Bu bana yapılır mı!? Özür dilerim kardeşim!
Sonra tekrar cüzdanı aramaya koyuldu. Bulamayınca ceketini de çıkartıp denize atmaya kalktı. Onu tuttum. Ceplerini beraber aradık. Cüzdanı bulduk. Ceketin cebi delindiğinden cüzdan astarın içinde; ceketin sırtına doğru kaymıştı. Sigaralarını peş peşe tükettik... Benimkilerden yaktık. Çay içtik sonra... İlk defa gülümser gibi oldu.

Hapishanede geçirdiği günleri anlattı. Kan davasını, ele avuca sığmaz, gözüpek olduğu günleri... Hepsini... Pişmanlığını anlattı. Kader birliği yaptığı insanları... Bu arada vapur “tekmil” adalara uğramış, uzakta Yalova tepeleri siluet halinde belirginleşmeye başlamıştı. Hapisten çıktıktan sonra köydeki mallarını paraya çevirip İstanbul’a gelmiş, Laleli’de bir dükkan alıp tekstil işine girmiş... Sonuçta “şehir’e” ait olmadığını bile bile kendine şehirde bir yol çizmek zorunda kalmıştı. Köye dönemezdi...

Sohbetimiz sonunda torbaların birinden çıkarttığı birer t-shirt bana ve yan tarafta oturan kadına “lütfen al... bak darılırım!” diye uzattı. Biz çekinince; “renklerini mi beğenmediniz?” diyerek diğer poşeti açmaya çalıştı. Biraz sonra altta kalanları çıkartmak isterken iki poşeti de yırtmış, bütün t-shirtler etrafa saçılmıştı...

Gülmeye başladı sonra gülme bana sıçradı... Vapur Yalova’ya çoktan yanaşmış, bizim dışımızda tüm yolcularını boşaltmıştı!


Güldük... Güldük... Kahkaha attık...


1991-Yalova

*13-02-2007 tarihinde"bizimavrupa.com" sitesinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder