İnsanın başından bir
acıklı olay geçmişse düşündürür. İki acıklı olay geçmişse acındırır.
Üç acıklı
olay geçmişse güldürür...
...Kırk yaşlarında kıvırcık saçlı, esmer adam elinde battal
boy iki siyah ve şişkin torbayla vapura bindi. Vapurun hareket etmesiyle sağ
bordasında arka kısmına doğru bir yer beğenip oturdu. Cebinden sigara paketini
sonra çakmağını çıkarttı. Çakmağı çaktı ama yanmadı. Bir kaç kez daha denedi,
salladı, salladı... Çakmağın yanmamasına anlam veremedi belki de hazmedemedi.
Son bir kez ve öncekilerden daha sert salladı... İşte ne olduysa o an oldu.
Yukarı; bileğine doğru çekmiş olduğu kehribar tesbih birden yerinden kurtularak
bakışlarımız arasında denize düştü.
Yerinden fırlayıp arkasından atlayacak gibi oldu... durdu.
Küpeştenin denizle birleştiği yere; ak köpüklerle bezenmiş derin maviliğe
takılan gözleri “belki de tesbih dibe gitmemiştir, bir yerlere takılmıştır”
diye nafile arandı durdu. Biraz sonra içkili olmasına rağmen gerçeği
kabullenmişti. Ağladığını fark ettim. Damlalar birbiri ardına şark çıbanının
üzerinden geçerek çenesine kadar ulaştı. Kendisine doğru baktığımı fark etti.
Bana doğru dönerek “o mapus arkadaşımın, kan kardeşimin armağanıydı... Yedi
sene ekmeğimizi suyumuzu paylaştık... Ne tuhaf o da denizde öldü!” dedi.
İçkinin etkisiyle iyice duygusallaşan adam ağlamaya devam
etti. Sonra birden avucunun içinde sıktığı çakmağı fark ederek “lanet olası çakmak”
diyerek çakmağı tereddütsüz denize fırlattı. Ceketinin cebini dışarıdan
sıvazlayıp yoklayarak bir şeyler aramaya koyuldu. Büyük bir olasılıkla
cüzdanıydı aradığı ve bulamayacağını anlayınca tekrar sigara paketine sarıldı.
Bu kez de sigara paketinden dökülen sigaraları toplamak zorunda kaldı bir
bir... “Allah aşkına lütfen” diye
İçlerinden en düzgün olanını bana ikram ederken rüzgar göz yaşlarını çoktan
kurutmuştu.
- Sen bana bakma... Özür dilerim!.. Kan kardeşimin
yadigarıydı o tesbih. Görüyor musun nasılda düştü gitti! Bu bana yapılır mı!?
Özür dilerim kardeşim!
Sonra tekrar cüzdanı aramaya koyuldu. Bulamayınca ceketini
de çıkartıp denize atmaya kalktı. Onu tuttum. Ceplerini beraber aradık. Cüzdanı
bulduk. Ceketin cebi delindiğinden cüzdan astarın içinde; ceketin sırtına doğru
kaymıştı. Sigaralarını peş peşe tükettik... Benimkilerden yaktık. Çay içtik
sonra... İlk defa gülümser gibi oldu.
Hapishanede geçirdiği günleri anlattı. Kan davasını, ele
avuca sığmaz, gözüpek olduğu günleri... Hepsini... Pişmanlığını anlattı. Kader
birliği yaptığı insanları... Bu arada vapur “tekmil” adalara uğramış, uzakta
Yalova tepeleri siluet halinde belirginleşmeye başlamıştı. Hapisten çıktıktan
sonra köydeki mallarını paraya çevirip İstanbul’a gelmiş, Laleli’de bir dükkan
alıp tekstil işine girmiş... Sonuçta “şehir’e” ait olmadığını bile bile kendine
şehirde bir yol çizmek zorunda kalmıştı. Köye dönemezdi...
Sohbetimiz sonunda torbaların birinden çıkarttığı birer
t-shirt bana ve yan tarafta oturan kadına “lütfen al... bak darılırım!” diye
uzattı. Biz çekinince; “renklerini mi beğenmediniz?” diyerek diğer poşeti
açmaya çalıştı. Biraz sonra altta kalanları çıkartmak isterken iki poşeti de
yırtmış, bütün t-shirtler etrafa saçılmıştı...
Gülmeye başladı sonra gülme bana sıçradı... Vapur Yalova’ya
çoktan yanaşmış, bizim dışımızda tüm yolcularını boşaltmıştı!
Güldük... Güldük... Kahkaha attık...
1991-Yalova
*13-02-2007 tarihinde"bizimavrupa.com" sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder