23 Ekim 2013 Çarşamba

bir kaç fotoğraf, bir kaç çizim...

Fazla söze gerek yok! Akıllı işi değil gibi görünse de etkileyici bir uyum içinde bu kompozisyonlar...

Jim Golden'ın fotoğrafları... 















 Çizimlere gelince; şu araştırma çizgileri de "şizofren" işi ama çok sağlam!


             
Malezyalı sanatçı Vince Lowe'un ‘Faces’ adlı projesi...

Kaynak:   http://blog.yinnyang.co.uk

Varoluşun Anlamı-2-


"Yine mi?" diyeceksiniz! Yine!..yine minibüste...her iş günü minibüs yolculuğumda tekrar tekrar sorguluyorum...ne tuhaf; sadece iş günleri! Bu sabah yine minibüste arkadan öne ücreti uzatmak istedim.Önümdeki üniversite öğrencisi lafı ağzında geveledi ve tam olarak bana ne söylediğini anlayamadım...parayı uzatıp kendisinden bir kez daha rica ettim. Bu sefer daha yüksek ve anlaşılır bir sesle "uzatamam" dedi!!!!!!!!!!!!!ve kafasını iki yana sallayarak ekledi "SABAH SABAH...TÖVBE TÖVBE"!!!!!!!!havada ünlemler uçuşurken "sen nerede yaşıyorsun?..uzaydan mı geldin?"diye sordum. O da "İstanbul'da...ya siz?" dedi. Minibüsteki sabah mahmuru yüzler birden gülümsemeye, daha doğrusu pis pis sırıtmaya başladı..."kavga çıksa da neşemizi bulsak" der gibi!Ama sustuk karşılıklı...ihtiyar amcadan rica ettim; elden ele para şöföre ulaştı.Yol boyunca çocuğu izledim; hareketlerini, kılık kıyafetini...Acaba hijyen ile ilgili bir takıntı ya da sorun mu vardı?!Ne de olsa elden ele dolaşan mikrop yüklü paralar...AMA GÜNDE YÜZLERCE KİŞİNİN TUTUNDUĞU YERE TUTUNUYORDU MİNİBÜSTE...elinde "Analitik Düşünce "ile ilgili bir kitap vardı!!!!!!!!!!!!!!!bu sefer ünlemler daha da artarak boğazımıza kadar ulaştı... sonra bir an hayal ettim; ya şöför de arkaya doğru dönüp " Gustave Le Bon'un "Kitleler Psikolojisi" kitabını okumanızı tavsiye ederim! Herkesin fert ve kitle psikolojisini bilmesi gerekir ne de olsa değil mi!İnsanların bazı davranışlar karşısında nasıl bir tutum ve tavır içinde olması gerektiği, toplumsal bir ortamda karşılaşılacak değişik hareketler karşısında gösterilmesi gereken tepkinin nasıl olması konusunda yol gösterecektir-her cümlenin arasında vites değiştirip, ara gaz ile- insanların toplum içindeki yalnızlığı, toplumsal kaos, var olma mücadelesi kitleler arasındaki iletişimsizlik ve karmaşayı daha net anlarsınız"dese şaşırır mıydım?!Hayır! Hayır! Şaşırmazdım!..Çünkü minibüs hayatın aynası,ya da bir *mikrokosmos... her insanın  bir küçük evren olduğu gerçeği gibi...

(Yun. mikros = küçük, kosmos = evren; Küçük evren. Evrenin bir parçada yansımasını dile getirir. )

22 Ekim 2013 Salı

kendimi gördüm...kendimi gömdüm!


uyur idik uyardılar
diriye saydılar bizi
koyun olduk ses anladık
sürüye saydılar bizi...
      Pir Sultan Abdal















dün gece
ölmüştüm
bu rüyayı
daha önce de görmüştüm...
yattığım yerden baktım
kanlı canlı kendime
kılıp namazı
bir kürek
toprak da ben attım üstüme...
kalabalık değildi
bir kaç kişi vardı
bu son görevde...
imam konuştu
dinledik
hep bir ağızdan söyledik
nasıl bildiğimizi beni
"iyiymişim"
duyunca daha iyi oldum
şebboyları saksıdan
çıkarıp
ayak ucuma koydum
mezarlık boşaldı
fısıldaşmaların  yerini
sessizlik aldı
baş ucumda bir yazı
ve 6 yaş fotoğrafım kaldı:

"hiç büyümek istemedi...
büyüyünce her şey gibi
masumluğunu
ve kalabalıklar arasında
ruhunu kaybedecekti 
sürüye sayılıp gidecekti"...

21 Ekim 2013 Pazartesi

Vaka-i Hayriye

"Hayırlı Olay" nedir diye merak edenlere 9 gün tatilin sona ermesi ve "ışıldamak" için bekleyen biz demirlerin işlemeye başlaması!..

Tam bir tempoya ayak uydurup alışmaya başladığınız anda gökten zembille bir tatil geldi...ama cepte para olmayınca İstanbul'u terk edip gidebilen şanslı azınlığın dışında kaldık...aslında azınlık kelimesi yanlış olacak galiba; çünkü İstanbul gözüme boş geldi biraz! Hatta yurdumun nüfusu her bayram olduğu gibi trafik kazaları ile azaldı yine...
Neyse lafı fazla uzatmadan tatilin nasıl geçtiğinden bahsedelim. Yaklaşık bir aydır Samatya sahiline giren lüfer yavaş yavaş yerini "sarı kanat" ve "çinekop"a bıraktı ve bollaştı...fırsat bu fırsat yağmur, fırtına demeden dört-beş kez sahile indim ve şükür balıksız dönmedim...rakıyı da boğduk( ne de olsa zindanlarıyla meşhur Yedikule'de ikamet ediyoruz ya!)


Bayramdan iki hafta önce eve aldığımız kedi yavruları büyüyüp serpildi, çılgınca oyunlarını seyrettik, neşelendik...



Birdal ağabeyim geldi, 5 gün kaldı annemlerde...hem ona hem de bizimkilere moral oldu. Bayramlaştık alt kat-üst kat müstakil evde tüm çekirdek aile...sabahları yine erken kalktık, günü kazandık, evle uğraştık; temizlik, tamirat falan işte...her gün 11.00-12.00 gibi kahvelerimizi içip sohbet ettik...





















...sonra sokakta koşuşturan bir sürü takım elbiseliyi görünce şaşırdık; onlar "gelin" 
Hülya Avşar'dan kaçan Damat adaylarıymış...yani doğal plato olan semtimde bir klip çekimi daha... kısacası sakin bir tatildi ama uzundu ve ister istemez bir rehavete sürükleniyorduk...Tatile doyduğumuzu ve pazartesi sendromu yaşamayacağımızı varsayarak başladık güne hayırlı olsun!

10 Ekim 2013 Perşembe

Cevizli Bağ'da damdaki ceviz...

Gülhane parkında çınar ağaçlarının, kestane ağaçlarının dışında ceviz ağaçlarını fark edecek kadar hayatı özümsemek ne kadar da zor bu koşuşturmanın içinde...tıpkı şarkıdaki gibi : "ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında..."
...kafamızı pek sık yukarı kaldırıp bakmayız... ha bire koşuşturduğumuz için önümüze bakarız. Bakabilseydik Gülhane Parkı'nın içindeki ağaçların üzerindeki yuvaları ve Kadıköy'e motor ya da vapurla geçerken karabatakların arasında gördüğümüz balıkçılların bu yuvalarda yeni hayatlar başlattığını da görecektik!
Hava güzeldi ben ise hasta...dün akşam ilaç niyetine içilen "tavuksuyu" çorbadan başka bir şey girmemişti boğazımdan mideme...6 saat dersin ardından üniversitenin çatısına çıktım...intihar falan etmek için sanmayın; ama bir nevi intihar...doğru! Sigara içmek için çıkmıştım; zaten çatı dediğim damı olmayan binanın en üst teras kısmı! Hava daha da güzelleşmişti ben ise daha da hasta! Göğe baktım; yüksekte dağılmaya yüz tutmuş bulutlara...aşağı baktım Cevizlibağ'ın oto sanayi sitelerine...NE BİR BAĞ  NE DE CEVİZ AĞACI!..Ülker çikolata fabrikasının çikolata kokuları yapıştı genzime ince rüzgarla...hiç ses etmedim...hava güzeldi ve sessiz...sonra yukarıdan önüme "çaaat" diye bir şey düştü...bir ceviz! Etraftaki en yüksek binalardan üçüncüsünün çatısında ceviz ağacı da yoktu elbet!...Sonra kargayı fark ettim biraz ilerde çatının köşesinde...o zaman anladım cevizi kırabilmek  için yukarıdan aşağı bıraktığını...karnım açtı ve ceviz öylesine güzel kırılıp açılmıştı ki..."tam mevsimi" dedim..."taze ceviz"in...karga da "tam mevsimi" dedi "gaaakkk"diye...mesaj alınmıştı, çatı terk edildi kargaya...akşama dünden kalan çorbaya talim edecektik yine...afiyet olsun sana karga...tadını çıkar cevizin, çiğnemeden yutma!!!!!!!!!!!!!!!!!


8 Ekim 2013 Salı

Düşündüren bir kaç yazı!

...bir insanın bütün hayatı temelde; içinde yaşadığı dünyayı kavramak, yorumlamak ve anlamlandırmakla geçmekte!...yani yorucu olan bu etkinlikler silsilesi günümüzde daha da  yorucu bir hal almış durumda diyebilir miyiz? ...diyebiliriz çünkü; düşünmeden ve niteliksiz üretmek, daha fazla üretmek ve tüketmek, hızlı tüketmek popüler kültürün bir özelliği!...Günlük yaşam alanımızın içine giren, sınırlarını zorlayan, dolaylı ya da direkt olarak kullandığımız, muhatap olduğumuz, gereksinim duyduğumuz veya kaçtığımız ama kurtulamadığımız neredeyse her şeyi kapsar "görsel kültür" dediğimiz her şey ve kültürsüzlük...işte o yüzden daha da yorucu ya! özellikle iletişim biçimlerinde görüntülerle anlam üretimi sözcüklerden daha başarılıdır...hadi diyelim bilinçli ve düzenlenmiş bir fotoğraf çekelim desek pek ala içine bir çok öğe ile çeşitli anlamlar yükleyip kodlayabiliriz ve fakat bu "sözcüklerin fotoğrafları"nı "Göstergebilimsel" çözümleme ile okumamız mümkün mü?! Göstergebilimsel okuma sıradan metin ya da görüntü  okumak olarak algılanmamalı; yani açık ve belirgin olan anlamı kavramanın ötesinde, o anlamın arkasında yatanı keşfetmemizi sağlar...öyle ya da böyle görünen köy kılavuz istemez...Kısacası ulaşacağımız nokta toplumumuzun "kültür"ünü ve değer yargılarını görmemizi sağlayacak ne yazık ki!








üç nokta olsa anlarım ama dört nokta olunca sanki boşluğu siz doldurun diye bekliyor insan ...doğrusu uygun bir kelime bulup dolduramadım!