28 Ocak 2015 Çarşamba

Storm Thorgerson'un "Gerçeküstü" albüm kapakları...



























Norveç asıllı  İngiliz sanatçı- grafik tasarımcı Storm Thorgerson'un 35 yıl boyunca yaptığı tasarımlardan belki de en ünlüsü Pink Floyd'un "Dark side of the moon" albüm kapağıdır.




Storm Thorgerson tasarımları kendi gerçeküstü unsurları ile oldukça dikkat çekicidir.  Bazı çalışmalarında açıkça Sürrealist sanatçıların, Salvador Dali, Rene Magritte etkisini; esin ve göndermelerini görebilirsiniz... Farklı algısıyla Yaratıcı ve kavramsal fotoğrafa yönelerek albüm kapağı tasarımlarında çıtayı yükseltmiş...








Başta Pink Floyd, Led Zepplin, Black Sabbath, Scorpions, Peter Gabriel, Alan Parsons Project, Genesis, Al Stewart, Dream Theatre, Europe, Cranberries, Muse gibi sanatçı ve grupların albüm kapaklarını tasarlamış... 

69 YAŞINDA KANSERDEN ÖLMÜŞ...



Daha farklı görseller ve bilgiler için  http://www.stormthorgerson.com ve  http://www.hypergallery.com/sitelerini ziyaret edebilirsiniz...

"Echoes"

"Echoes" -Pink Floyd
Müzik:Wright, Gilmour, Waters, Mason-
Vokaller:Gilmour and Wright
Süre:23:29


Progresif ve phsychedelic rock denince akla gelen ilk grup çocukluğumdan ergenliğime, oradan da bugünüme kadar beni sayısız yolculuğa çıkarmış Pink Floyd... 1971 TARİHLİ "Meddle" albümünün B yüzünde yer alan 23:29 dk. lık bu muhteşem çalışma da her zaman yolculuğa çıkartmaya hazır bekliyor! 
Albüm kapağı,
diğer albümlerinde de çalıştıkları
 Storm Thorgerson tarafından yaratılmış... 

Thorgerson ilk olarak bir "babun anüsü" fikrini getirse de grup elemanlarıyla da konuşarak suyun altındaki bir "kulak" çekmiş....
Meddle'in anlamı burnunu sokmak, karışmak...Ses efektlerin daha da dikkat çekmeye başladığı bu  albümleri, grup tarafından da grupça çalıştıkları ilk albüm olarak görülür... Albüm İngiltere listelerinde 3 numaraya kadar çıkmış... Bir sonraki yayında Storm Thorgerson'un çalışmalarına yer vereceğim!
 

Yukarıda havada asılı duruyor albatros 
Ve yuvarlanan dalgaların derinliklerinde 
Mercan kayaların labirentlerinde 
Uzak bir zamanın yankısı 
Kumsala vuruyor ağlamaklı 

Ve her şey yeşil ve denizin altında 

Ve kimse göstermedi bize karayı 
Ve kimse bilmiyordu nerede ya da neden olduğunu 
Fakat bir şey kıpır kıpırdı ve birşey çabalıyor 
Ve başlıyordu ışığa doğru tırmanmaya 

Sokaktan geçen yabancılar 
Rastlantıyla karşılaşır iki ayrı bakış 
Ve ben 'sen'im ve gördüğüm şey ise 'ben' 
Ve elinden tutuyorum senin 
Ve yol gösteriyorum karada 
Ve yardım ediyorsun bana daha iyi anlayabilmem için 

Ve kimse seslenmiyor bize ilerlememiz için 
Ve kimse kapatmaya zorlamıyor gözlerimizi 
Ve kimse konuşmuyor ve kimse çabalamıyor 
Ve kimse uçmuyor güneşin etrafında 

Her sabah açılan gözlerimin önüne geliyorsun capcanlı 
Çağırarak ve kışkırtarak beni kaldırıyorsun 
Ve duvarımdaki pencereden 
İçeri akıyor güneş ışığın kanatlarında 
Sabahın bir milyon parlak elçisi 

Ve kimse ninniler söylemiyor bana 
Ve kimse yumdurmuyor gözlerimi 
Ve bende açıyorum pencerelerimi 
Ve bende sesleniyorum sana doğru gökyüzü boyunca...


"kendiliğinden şiir"





















üstüme
kendi kendimi
koydum
üst üste
duvara  durdum
insan üstü
dayandım
gölgeyi vurdum
sordum
duruşları
içeridekilere
dışarıdakiler kadar
karartma var dediler
sessiz ve derinden
serpinti
en nükleerinden...
" hay bin 
kunduzun 
bitli 
sakalı" dedim
hacim nedir bilmeden
bilfiil
çekilemeyen
bin fiil...
sürü güdüsü
ömür törpüsü
çözülemeyen
havuz probleminde
kayıp
yaşam gurusu...
nefes aldım en derininden
sordum
duruşları
dışarıdaki kuşları
sabır dediler
susup
dayadım duvara
yine sırtımı...


*Aklın denetimi olmadan özgürce ve  kuralsız "kendiliğinden şiir"... Rüyalardaki gibi özgür, hiç bir şey hiç kimsenin malı değil, kimseye ait değil sözcükler sadece o an aklıma girip dilimin ucuna varamadan kaleme koşanlar sözün uçuculuğuna karşı... içimizden geldiğince özgür "Kendiliğinden şiir" kendi gerçekliğinde, biraz incelikli, nükteli, mutlak değil "göreli"... Biraz gerçeküstücü, biraz dadaist, biraz inançlı biraz ateist, biraz lümpen biraz senden, biraz benden!

*Fotoğraf: Cüneyt Gök-2013-Yedikule Tren istasyonu-Bekleme salonu... 



27 Ocak 2015 Salı

Bulutlar, resim ve "fotoğraf"...

En büyük çekincelerimden biri yazdığım bir konuyu "temcit pilavı" gibi yeniden ortaya çıkarmak değil ama suyunu çıkarmaktır! 622 Yayınım olmuş...zaman zaman geriye dönüp alıntılar yapıyorum bugünkü yayında olduğu gibi...Umarım sıkıcı olmaz!

Geçmiş yayınlarımdan birinde, 5 Ekim 2012 tarihinde "üst geçit"i kullanan bulut! şiirini  ve fotoğrafı paylaşmıştım...


"Başı öne eğilmiş mutsuz ve umutsuz insanların yukarıya;çocukken sıkça yaptığımız gibi göğe bakması dileğiyle!"
demiştim  başka bir yazımda
...
"küçükken saatlerce onları seyre dalar, zamanı unuturduk... yumuşak çizgiler daha çok hayvan figürlerini çağrıştırır; kedi,köpek,koyunlar, balinalar derken bazende tunçtan insan heykellerine, komik suratlara benzerler... sürekli canlı ve değişkendir onlarla manzara...
Onlar da yaşar,ölür ve yeniden yeniden doğarlar... dağların başına taç olur, vadilerden rüzgarla nehir gibi akarlar...masallarda "küçük beyaz bulut", "yalnız bulut","sevdalı bulut" gibi isimlerle karşımıza çıkarlar... Amerikan Kızılderili isimleri gibi" diye devam etmiştim yazmaya...


"Her geçen gün biraz daha silikleşen insan yüzlerini bulutlara benzetiyorum; ufacık bir rüzgarla durmadan değişen, tam bir şeye benzetip birilerine göstermek isterken birden dağılan bulutlara… Bulutlar hiçbir yere ait değildir, görüş alanımız içindeki gökyüzüne bile… İçine gökyüzünü de alan bir fotoğraf çek; oraya ve o zamana ait olurlar! O anın içinde dondurulmuş, o çerçevenin içine hapsedilmiş... bulutlar hiçbir göğe ait değildir. Sen bulutlara bakarsın bulutlar sana… Sonra seni bırakıp, unutup giderler orada... Gökyüzü senin için iki gözün açıkken baktığın aralık kadardır; bulutlar içinse kat edilecek daha çok yol vardır"...(20 aralık 2011 "Farkında olmak" adlı yazımdan...)

Şimdi ancak o zamanlarda çektiğim bulut fotoğraflarına bakıyorum!  Sürekli bir koşuşturma içinde yapmam gereken o kadar çok şeyi içeride; masa başında  gerçekleştirirken dışarıda bulunduğum kısıtlı saatlerde kafamı kaldırıp göğe bile bakamıyorum...Eskiden mutlu bir "bulut fotoğrafçısı"ydım...Şimdi artık göğe bakamaz oldum...

Eski paylaşımlardan sonra "bulut" ve "fotoğraf"tan bahsettiğimize göre tarihte biraz daha geriye giderek başkla bir yolculuk yapalım...Yıl 1839..."Paris Bilimler Akademisi"nde, 7 ocak da, Fransız bilim adamı Luis François Arago, fotoğrafın icadını resmi olarak açıklıyor... diğer yanda Paul Delarouche fotoğrafın icadı ile “ bugünden itibaren resim ölmüştür” hükmünü veriyor... Şurası bir gerçek ki Fotograf, güzel sanatlar için büyük bir adımdı ve modern çağın bir parçası olacaktı...Ama durum biraz değişikti!"Daguerreotype" adı verilen fotoğraf tekniğinin görüntüyü sadece bir kez oluşturulabilme; yani tek ve “biricik” olma özelliği varken Henry Fox Talbot’un negatifi keşfetmesi ile fotoğrafın birden çok üretilmesi söz konusu oluyordu... Bu gelişme ile artık fotoğraf güzel sanatların tekil ürünlerinden farklı olarak, mekanik üretimin konusu olacaktı… Fotoğrafın mekanik olarak doğayı kopyalamasının yanı sıra  yine mekanik olarak "yeniden üretimi", teknolojik bir keşif olan fotoğrafın sanattan daha çok sanayinin bir parçası olması sürecini pekiştirmekteydi... Yeniden üretim ile sanat yapıtı evlerimize kadar girecek ama sergilenmiş orjinalin aurası da yitecekti... Fotoğraf ve sinema bu sürecin içerisinde yer almaktaydı... Sinema, ses ve görüntüyü birleştirerek gerçekliği yeniden üretirken, fotoğraf da kendini özellikle yazılı basında gerçekliği çoğaltarak varlık buluyordu… Ama “fotoğraf" ile Paul Delarouche'un “ bugünden itibaren resim ölmüştür” hükmü gerçekleşmemiş ve resim sanatı yok olmamıştır! Van Gogh ve Ayvazovski'ye bakın ve görün çizdikleri bulutlarla birlikte!
























Buradan bir iki farklı çıkarıma varabiliriz: İlk çağlardan bugüne insanlar gerçekliği her zaman farklı şekilde algılamıştır; çünkü gerçek sürekli olarak değişir. Fotoğraf gerçekliği en hızlı alımlayan bir sanattır ama o da yaşadığımız sistemde ve gerçeklik düzleminde bunu bütünüyle başaramaz! Üretim ilişkilerinin değişmesiyle beraber insanların gerçekliği algılayışı da değişmiştir... Kapitalizm gerçekliği neredeyse ortadan kaldırmış, insanları kitle kültürünün içine sokmuş, istemediğini sistemin dışına atmıştır… Tüketim gerçeğin yerini alırken yapay mutluluklar yaratılmıştır. 
Bu sistemde mutlu olmak için gerçeğin farkında olmamak gerekir…

Hamlet -Şu buluta bak deveye benzemiyor mu biraz?

Polonius -Vay canına, tıpkı deve gerçekten... 

Hamlet-Bence sansara benziyor.
  
Polonius-Evet,sırtı sansar sırtı.
  
Hamlet-Yoksa balina mı?

Polonius-Çok benziyor balinaya…

                                                                                                                    W. Shakespeare

Bu konuşmalarda Polonius’un tarzını dalkavuk olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu konuşma bir gerçekliği barındırır. Yaşamda her şey değişir. Yeryüzünün en hareketli ve en değişken yapılardan birisi olan bulutlar ise sürekli şekil ve yer değiştirir. Hamlet’in deveye benzettiği bulut, sansara daha sonra da balinaya dönüşebilir… Tıpkı bizimle birlikte değişen, dönüşen dünyamız gibi… 

26 Ocak 2015 Pazartesi

"Chewbacca" ya da "hipertrikoz" hastası!

   Fotoğraf: Cüneyt Gök-24 OCAK-2015-Yalova-Yenikapı feribotu

Bazen görünümler  ortam şartlarına dış etkenler (ışık fazlalığı, azlığı, hava perspektifi, sıcaklık ve yansımalar,  vb. vs.)  bağlı olarak yanıltıcı olabiliyor... "Serap" gibi... Yukarıdaki görüntü de bakış açısına göre değişebilir...bu fotoğrafa birazdan döneceğim.

Algılarımız; uykusuzluktan, ilaç ve  madde kullanımından, psikolojik rahatsızlıklardan- iç etkenlere- bağlı saçmalayabilir,  gerçeklik ve görüntüler nasıl görmek istediğimize bağlı olarak da değişebilir... 
Ama gözlerimiz bizi yanıltabiliyor ise fotoğraf makinesini de yanıltabilir mi? Makine de sizle beraber aynı atmosferde ve fiziksel koşullarda bulunduğuna göre, sizin bakışınıza yakın bir bakış sergilediği için "evet"... Geriye kalan diğer etmenler tamamen sizin içsel "atmosfer"iniz ile ilgilidir. 

Öğrencilerime kurgu yaptığım bir dönemde iki gün uykusuzluğun etkisiyle gördüğümü zannettiklerimi (ama aslında orada var olmayan şeyleri) ve var olanların da ürkütücü biçimde nasıl değişini anlattığımda " neyin kafası?" tepkileriyle karşılaşmıştım. İşte o anların tasviri...

Basılmayı bekleyen "Acayip bir kitap" adlı kitabımın giriş bölümünden:

90 saatlik görüntüyü 48 saat uykusuz kalarak montajladım…  Eve dönerken ilk ciddi  “halüsinasyon” tecrübelerimi yaşadım yorgunluk ve uykusuzluktan… Çingenenin at arabasının arkasında dev bir kertenkele hapsedilmiş ve kafesi zorluyordu… Sonra onun toplanmış kağıtlar ve tahtaların arasında bir çocuk olduğunu anladım… biraz sonra bindiğim otobüsün penceresinden leylek sürüsünün bir bulut gibi geldiğini gördüm. Aylardan Kasım’dı ve Leylekler gideli epey olmuştu… Gökyüzünde tek bir leylek bile uçmuyordu… İşte o zaman bizim işin gecesi, gündüzünün pek belli olmadığını, beni bekleyen bol görüntülü, uykusuz ve “ halüsinasyon” lu ama zevkli günlerin olacağını anlamış oldum…"

Diğer taraftan ise sürekli bir şeylere benzetme, eşleştirmeye çalışma, çağrışım ve benzerleri ile işleyen algım beni fena yoruyor. Zaman zaman "şeytan ayrıntıda gizlidir" sözü beni biraz deliliğe yaklaştırıyor; zira detaylara takılıp kalıyor ve bir yaprağı, bir gölgeyi, bir lekeyi sürekli bir şeylere benzetiyorum... 

Bazılarını daha önce paylaştığım bir kaç örnek:

Bir vida ve vidayı sıkan kirli bir elin yarattığı sanat eseri "karga" Fotoğraflar: Cüneyt Gök-Yeni Yüzyıl Üniversitesi çatısı- Cevizlibağ-2014-Yine aynı yerin yakınında;terasta yağmur sonrası su lekesiyle oluşan "tavşan"...




Yedikule-"MY SHOP market"-2012
Aşağıdaki  fotoğrafta sanki "kepenk" in arasına sıkışmış gibi görünen bir kedi ya da maymunun kuyruğu zannettiğiniz şey aslında otomatik kepenk sistemi içinde yerinden çıkmış "halıfleks"  bir şerit!





(2012)"Seyrantepe metro" girişine yakın bir yerde karşılaştım...akşam akşam yoldan geçen arabaların farları ona sanki küçük yeşil alanın içinde açmış tropik, egzotik bir bitki etkisi veriyordu...sanki eskiden akşamları bahçelerde renk renk açan"akşam sefası" bitkisi gibi...oysa ki her yağmurlu ve rüzgarlı bir İstanbul gününden sonra sağda, solda, yolda buna benzer şemsiye iskeleti ve kalıntılarıyla karşılaşıyoruz!


Tüm bu benzetmeler yaratma sürecinde faydalı olabiliyor ama yaptığınız işe bağlı olarak! Star Wars'un “Droid” tasarımının ilham kaynağının da banyoda, lavabonun yanında olduğunu unutmayalım!

Gelelim asıl fotoğrafa... Geçen cumartesi günü Yalova'dan dönerken feribotta karşılaştığım "manzara"ya...

İlk fark ettiğimde tekinsiz bir dünya içindeymiş gibi irkildim... sonra tekrar tekrar baktım mantıklı bir açıklama aradım ve buldum.
Saçları açık renge boyalı kadın güneş gözlüğü başının üst tarafına, saçlarının üzerine çekmiş ve gözlükteki; aslında beni ürküten "göz" benzeri yansımalar ise feribotun tavanında yer alan ışık kaynakları... Ama bunu çözene kadar o tekinsiz durum devam etti diyebilirim..."gözler"...gözlüğün tavan ile yaptığı açı ve dışbükey olan camlar tavandaki ışık kaynağının yansımasını toplamış!





Böylece ortaya çıkan yarı ürkütücü, yarı komik ve GERÇEKÜSTÜ bu görüntü;"Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus"  filmindeki Lionel Sweeney (Robert Downey Jr.),  gerçekte örnekleri bulunan aşırı kıllanma hastalığına yakalanmış-Hipertrikoz hastasını ve biraz da "Star Wars" filminden Chewbacca'yı çağrıştırıyordu...

"mutsuz insanlar"- "mutlu kuşlar"!

Uzun zaman sonra Yalova'da nefes aldım ve özlediğim  o uzun doğa gezilerinden sonra kısıtlı zamanda " küçük bir tur" gerçekleştirdim. Cumartesi sabahı kasvetli ve sert hava zevkimi biraz kaçırsa da sonrasında güneş gülümsedi!  Sabah süzme mercimek çorbasıyla içimi ısıtıp karnımı doyurdum ama temiz havada iki saat sonra kurtlar gibi açıkmıştım... güneş iyiden iyiye ısıtmaya başlasa da rüzgar sürekli ve  kararsızca araştırma çizgileri çekerek  ürpertti...Sürekli herşeyden şikayetçi olan, mızmızlanan biz"mutsuz insanlar"ın aksine doğada ise canlılar "insan" faktörüne rağmen mutlu görünüyordu!
Küçük gezimden bir kaç kuş fotoğrafı paylaşmak istedim!


Karaboyunlu batağan(Podiceps nigricollis)

yeşilbaş ördek (Anas platyrhynchos)

saz tavuğu(Gallinula chloropus)

söğüt bülbülü(Phylloscopus trochilus)


küçük martı( larus minutus)