2 Nisan 2012 Pazartesi

Fikrim değişmedi...


İki Gün Gazete Okudum, Kendimi Tutamadım
Benim için gazetecilik o zamanlar en saygın mesleklerden biriydi ve gazetecileri çizgi roman kahramanları kadar severdim.

1Eylül 2010 dan beri fikrim değişmedi...Her yazısını okuduğumda tüylerim diken diken oluyor....duygulandığımdan değil??!! Ertuğrul Özkök...
1.GÜN

Uzun zaman sonra Hürriyet Gazetesine şöyle bir göz attım. Manşetler, köşe yazıları derken gazetenin ekleri… Geçmişin prestijli gazetelerinden zevkle gündemi takip edebildiğim eski günleri, bilgilendiğim, aydınlandığım ve düşünmeye, sorgulamaya yöneldiğim o günleri, cesur ve dürüst, çizgisini kaybetmeyen yazarları bir kez daha aradım. 70’lerin sonunda amcamın gazetecilik yaptığı dönemlerde anlattığı hikayelerle sevdirmişti gazeteleri. Benim için gazetecilik o zamanlar en saygın mesleklerden biriydi ve gazetecileri çizgi roman kahramanları kadar severdim. “Gazeteci bir haberi yazmadan doğruluğunu bin kez araştırır, yorum yapabilmek ya da yorum katabilmek ise başka bir ustalık ve görüş işi” demişti amcam Orhan…O zamanlar insanların çizgileri de belliydi, sağ mı, sol mu; yani nettiler. Sonra bir çok şey gibi değişen dünya düzeni ve anlayışı ile içi boşaldı çoğunun.

Haberlerle ilgili önemli detayları bulmak bir yana doğru, dürüst ve tarafsız habere ulaşmak bir hayal olunca “düzenli” okumayı bıraktım…o zaman “gazete”ne için var? Çekirdek çıtlatırken çıkan “çıt çıt” sesinin aklımızı dağıtıp bizi rehabilite etmesini sağlayan bir yönteme benzeyen bir araç gibi sayfalarını “hışır hışır” çevirip boşça vakit geçirmek için mi? Daha fazla reklam alarak tüketimi körüklemek için mi? Yönetimlerin ideolojilerini dayatmak için mi? Şartlar ne kadar değişirse değişsin yerel bir gazete kadar dürüst olamamalarının haklı bir tarafı ve açılımı yok artık benim için…

Gelelim 29 Ağustos 2010 Pazar günkü Ertuğrul Özkök’ün “pazar yazısı”na…Erkeğin yani kendisinin yaşlanmasını sorguladığı yazısının ilk bölümü“Q” dergisinde çıkan bir haber ve röportajı temel alıyor. Özkök, “Genesis” grubunun beyni, baterist, müzik adamı yani besteci ve icracı Phil Collins’i kısaca “davulcu ve şarkıcı” diye tanımlıyor! Daha sonra “hepimizin bir dönemine damgasını vuran” diye bahsediyor “Against All Odds” şarkısından… ama bu “hepimizin” kimleri kapsadığı tartışılır…“Against All Odds şarkısını söyleyen erkek” olarak tanımlıyor Phil Collins’i. “Against All Odds” un bir film ve bu parçanın filmin şarkısı olduğu detayı önemli değil ama “şarkıyı söyleyen erkek” vurgusu önemli tabii… Gazetedeki köşesinde “Q” dergisinde yer alan bir fotoğrafı kullanmış ama herkesin görebileceği küçük bir detayı kaçırarak! Phil Collins’in işitme kaybına uğramış bir “şarkıcı” ve sol elinin hissini kaybetmiş bir “davulcu” olarak ne kadar “humor”lu olduğunu yine dergideki röportajdan Phil Collins’in , “Sol elinizde hissi kaybetmek nasıl bir şey” sorusuna “Mastürbasyon yapmayı mı kastediyorsun? Allahtan her zaman ziyaretime gelen arkadaşlar var.” cevabını aktararak; onun kendisiyle dalga geçebilecek kadar espiri anlayışı olan bir kişilik olduğunu yorumluyor . Köşede yer verdiği fotoğrafı, “Önünde bir kokteyl ve içki arsenali duruyor; viskiler, mohitolar, buzlu votkalar? ” (yazıda sıkça kullandığı soru işaretleri ile neyi kastettiğini de anlayamadım ayrıca) diye tarif ediyor…Evet, yazının başında özendiği yaşlılık işaretlerini, “gözlerinin altına yerleşmiş torbalar, alnına oturmuş bütün çizgilerle olağan üstü güzel bakıyor” şeklinde ifade ediyor. Ancak kaçırdığı detay, Phil Collins’in önündeki içki kadehlerinin, şemsiyeli kokteyllerin bir bateri seti biçiminde dizilmesi …En önde de bagetler duruyor; aman “baget” derken değnek, çubuk, bateri bageti diyelim de yanlış anlaşılıp baget ekmek sanılmasın.

*Fotoğraf Hürriyet Gazetesinin Web sayfasından alınmıştır.

Sonuçta kendisinin alıntılar yaparak, anlam yüklemeye, vurgu yapmaya çalıştığı hayata bakış açısı ve mizah anlayışı zaten basit bir şekilde fotoğrafın içeriğinde var…Pazar yazısının başlığını oluşturan ikinci bölümün konusunu ise yazmaya gerek yok! Sadece başlığı vereyim: “Penis origamisi yapabilir misiniz?” Son olarak bir iki detayı daha eşelemeden duramayacağım. “Arsenal”, silah deposu, cephanelik anlamında bir söz; yani şarkıcının alkolizme yakınlığı, kendisini içerek avuttuğu, içkileri cephane gibi önüne dizdiği gibi salakça bir şey ortaya çıkıyor ki oysa tam tersi! Her ne kadar fotoğraf çekimi için o dizmemiş olsa da, önüne konan içkileri bateri seti şeklinde dizebilecek kadar işini seven ve kendiyle barışık bir insan!.. İddia edebilirim! Sonuçta bu yazı kimseyi fazla rencide etmeyen, dünyanın ve Türkiye’nin gündemini değiştirecek araştırmacı gazetecilik örneği, çok önemli bilgiler içeren, atlatma bir haber değil, sadece bir “pazar yazısı”….

Bu günlerde Avea’lı olmayanlara çok mu yükleniyorlar!?

2.GÜN

İki gün sonra , 31 Ağustos yazısında, “benim oyum hıyar” diyerek kendini hıyar gibi hissettiğini yazmış …Rahmetli Barış Manço’ nun bestesinde dediği gibi, sözü meclisten içeri mi dışarı mı bilinmez; ama oldukça farklı tepkiler alıp dile düştüğü kesin.

Kendisinin bir hıyar olduğunu kabul ettiği için bu ülkede bazı şeylerin iyiye gittiğini düşünenler bile var. Çarşamba sabahı hava yağmurlu ve ben hastalıkla boğuşurken Haber Türk gazetesinde okuyorum bu “hıyar vakası”nı…

Aynı gazetede dün akşam işten eve dönerken bir markette açık olan TV’ den duyduğum haberle tekrar yüzleşiyorum: Konya’da buzdolabının içine oyun olsun diye giren dört kardeşin ölüm haberi! Bu haberleri kimler nasıl hazırlıyor, ajansların kanallara ve gazetelere geçtiği bu haberleri “copy -paste”mi yapıyor arkadaşlar, çok merak ediyorum! Haberin akşam TV’ de duyduğum şekli, oyun oynarken, çocukların dondurucunun içine girdiği ve dört kardeşin de hayatlarını yitirdiği şeklindeydi. Bugün, Haber Türk gazetesinin ilk sayfasında “buzdolabı” olarak bahsedilen dolap dördüncü sayfada alt başlıkta “dondurucu”, yazının içindeki ilk paragrafın ilk satırlarında “derin dondurucu”, yine ilk paragrafın sonuna doğru tekrar “buzdolabı”, daha da aşağıda bir fotoğrafı yer alan “dolap” fotoğrafın hemen altındaki yazıda “derin dondurucu” ve yine yazının aynı bölümünde sona doğru ise “buzdolabı” olarak geçiyor. Ama fotoğrafa baktığınızda bunun bir “kasap dolabı” ya da marketlerde “tezgah altı” dolabı olarak kullanılan, dondurma özelliği olmayan bir dolap olduğunu, hele hele derin dondurucuyla hiç alakası olmadığını görüyor insan! Eeee! Diyeceksiniz; bir olay yaşanmış… dört küçük kardeş yitirilmiş, gözü yaşlı anne-baba, insanlar kalmış geride…Dolabın, “buzdolabı”, “dondurucu”, “derin dondurucu” yada soğutma amaçlı kullanılan bir dolap olup olmaması çok mu önemli? Evet, çok önemli! Ayrıca aşağıda fotoğrafı olan dolabın mekanizmasından dolayı içeriden kapatılması pek de mümkün değil! Bu detayı, araştırmayı yapan kişilere bırakıyorum. Nesneler karışıyor; kavramlar karışıyor; kelimeler karışıyor…Karıştırılıyor!.. Diller sürçüyor!.. Bazen, özellikle, kelime oyunları yapmak için bilinçli olarak, “hıyar” ın “hayır” gibi kullanıldığı da oluyor; ama gazetecilik ciddi iştir! Eskiden, okul kitaplarında okuduğumuz bir yazıdaki gibi, bakmak ile görmek arasında fark vardır. Bakmak, şahitliği; görmek ise derinliği ifade eder. Bakmak bir göz hareketi, görmek bir şuur faaliyetidir. Bakışta geçicilik, görüştü seçicilik vardır. Bakınca yalnız seyrederiz, görünce bir hükme varırız.

Lütfen görelim! Fark edelim! Öncelikle bir insan olarak sorumluluklarımızı bilelim; hem insanlara, hem de dünyaya karşı…Doğru - dürüst olursanız çıkar savaşında olan ve tekerine çomak soktuğunuz kişilerin dışında kimse size karşı olmaz!


1 Eylül 2010 Çarşamba, Yedikule Cüneyt Gök

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder