30 Mart 2013 Cumartesi

Calypso ya da Kalipso...


“Dünya bilinç yoluyla bir şeye tam olarak sahip  olmadan önce uzun süre o şeyin düşüne sahip olur.” Marx Amca...

Çok düşündüm dersem yalan olur...yo..yokk!.. aslında düşünmeden balıklama daldım yazmaya tıpkı doğmak gibi dünyaya!..birden bir güç beni dışarı itti; oysa ne kadar da sakin ve huzurlu oturuyordum öylece kordonumdan beslene beslene...doğum gecikmiş aslında hem de ters dönmüşüm...farkında değilim tabi anneme verdiğim acının...nereden bilebilirdim ki?!sonra o kör edici ışık, garip bir koku, serinlik, oksijen falan tüm vücuduna değip geçen, ciğerlerine dolan...hafif morarmış renkten pembeye dönmek kanlı-canlı ...doğmak hayata...koca bir şaplakla popoya ...ıngaaaa!..sonra meme, süt, mama vereni, sürekli sırıtıp şaklabanlık yapan karşındaki insanları tanımak; aile?!!  önce her yediğin şeyin değişik tadı, sonra onların verdiği hazın ötesinde "gaz"ı...her yaş ile artan soru işaretleri ve ünlemlerle dolan boş bir harddisk hala dolmaya devam ediyordu; bir şeyleri silmesek yine de bu kadarını alabilir miydi? Sildim, sıkıştırdım, unuttum, unutturuldum...duma duma dum...baş ucuma koydum!


Yıllar geçti gördüklerimi fotoğraflamaya başladım, güzel anların yanında şu an hayatta olmayanların fotoğrafları, gülümseyenlerle birlikte ağlayan ve somurtanlar...düşlerim vardı; hayallerim...hala var ama yarısı kayıp!..ergenlikte psikoloji gitmişti , fizyoloji berbat durumda... güvensizlik had safhada..o zamanlar romatizma tedavisi görüyordum ; kalp romatizmasına çevirmesin diye...Penadur vb...kortizonlu iğneler falan iki ilaç karışımı kalçamdan  bacağımın içinde donarak girer saatlerce kaskatı kalırdı bacağım...her hafta kan tahlili falan, hem koldan, hem parmaktan...psikiyatr ve ilaçlarla ile o yıllarda tanıştım ilaçlar beni biçilmiş ot, saman  balyası gibi yapınca 13 kilo almıştım ama ilaçları doktorun kafasına attıktan sonra;  bir sene sonra koşa koşa  20 kilo vermiştim...Fellini'yi tanımdan  önce de bir sirkte çalışmayı hayal ederdim!...Evden kaçıp kimsenin beni, benim kimseyi tanımadığım dünyalarda maceraların içinde geçen bir hayatın hayali; Okyanuslar ve Kaptan Cousteau...Calypso...

Şimdi Ağabeyim  hasta! Sıskası çıktı ve acıları içinde iki büklüm kanepede...onun da düşleri vardı müzikle dolu, sinema ve edebiyatla bir dolu...şimdi gözlerinde sadece boş bakışlar ve isteksizlik...artık hiç bir düşü yok sanki...hepsini tüketmiş yaşamadan! O zaman bir kez daha anladım...hiç bir şeye sahip değiliz ve asla olamayacağız...düşler de yitip gidecek her şey gibi, bizim gibi bu sanal oyunda...son "level"...ve her şey unutulacak...gelecekte bir mitoloji olmayacak bizim hikayelerimizi anlatan!

*Kalypso, Homeros'a göre, deniz perisi ve Atlas'ın kızıdır.Odysseia'da anlatılan; Tanrıça Klypso, gemisi batan Odysseus'a aşık olur ve adasında onu bir süre alıkoyar.Malta olduğu sanılan bu adadaki esareti, Athena'nın Zeus'a yalvarması üzerine sona erer.Zeus tarafından Hermes, Kalypso'ya Zeus'un emrini iletir ve Kalypso Odysseus'u serbest bırakır.

28 Mart 2013 Perşembe

bana söz ver! --1--


Bana söz ver asla pes etmeyeceksin!..söz ver üzülmeyeceksin!..söz ver kendine kötü bir şey yapmayacaksın!..söz ver başkasına da kötü bir şey yapmayacaksın!..

bana söz ver tüm söylediklerimi unutacaksın!..söz ver duyduklarını benden duymadın!..aramızda geçenleri unutacaksın!..verdiğim sözleri unutacaksın!
İnanmaya ihtiyacımız var; birilerine, bir şeylere...bu yüzden söylenen sözlere kolayca kandık...başkalarının da sözlerini tutacağını sandık!

SÖZ VERMEMİZİ İSTEDİLER VERDİK VE ONLARDAN DAHA ÇOK İNANARAK SÖZÜMÜZÜ TUTTUK, ONLAR TUTAMAYACAKLARI SÖZLERİ, YALANLARI SÖYLEYİP VAATLERDE BULUNDULAR...SÖZ GERÇEKLERİ SÖYLEMEYE VE KABULLENMEYE GELİNCE UTANÇLARINDAN MEYDAN BOŞALIR SANDIK AMA HALA SÖYLÜYORLAR KENDİLERİNİN BİLE İNANMADIKLARINI!..

Bir söz ver ki o sözü ben hep hatırlayayım; bana ışık tutsun...bana ayna!..gözlerimi açsın, algılarımı.. farkındalığımı arttırsın...bir söz ki tüm duyularımı, duygularımı ve aklımı uyandırsın...üzerimden o ölü toprağını atacak bir söz ver...ister sözlü, ister yazılı bir söz ; anlamak için kafamı yoracağım, anladıktan sonra hayatımda kullanacağım bir söz ver!..

İnsanlar arası ilişkiler ve iletişim içinde kaçınılmaz olarak cümleler, diyaloglar kurarız...kendimizi ve düşüncelerimizi sözlerle ifade ederiz...renkler ve notalarla ifade etmeye çalıştığımız gibi...düşünce balonlarını patlatıp sözleri serbest bırakalım...yanlış şeyler söylemekten korktuğumuz için, patrondan, eşten, arkadaştan, başbakandan, polisten korktuğumuz için söyleyemediklerimizi, geçmişte babamıza saygıdan söyleyemediğimiz doğrularımızı , düşüncelerimizi mezarı başında olsa da söyleyelim...hayatta ise onun size söylemesini beklemeden tüm sevdiklerimize "o"nu sevdiğimizi söyleyelim...yelkenleri indirelim, tabuları yıkalım, etekleri zil çaldıralım, yürekleri hoplatalım, hop oturup hop kaldıralım...tüm yaşamımıza duygu ve anlam katalım!

Günün sözlerini  Charlie Chaplin'den seçtim.
Onun "SESSİZ FİMLERDE "  söylediklerini  okumaya çalıştık ama düşünür yanını sözlere aktardığını ; bu yanını çok az insan biliyordur!

-Hayat dar alanda trajedi, geniş açıda komedidir.

-Kötü günleri görmezseniz mutlu günlerin değerini anlayamazsınız
-Amacınız zarar vermekse, güce ihtiyacınız vardır.
Diğer herşey için sadece sevgi yeterlidir...  
-Benim acım birinin gülüşüne sebep olabilir. Ama benim gülüşüm asla birinin acısına sebep olmamalı.

-Ayna benim en iyi arkadaşımdır. Çünkü ben ağladığımda, o asla gülmez.


-İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece özgürlük yok olmayacaktır.

-Zaman en iyi yazardır. Her zaman mükemmel sonu yazar.

-Kimse sizi olduğunuz gibi kabul etmeye yanaşmayacaktır. Bunun için, doğru bildiğiniz şekilde yaşayın.

-Makinelerden çok insanlığa ihtiyacımız var. Zekadan çok şefkat ve kibarlığa...Bunlar olmadan yaşam şiddet dolu olur ve her şeyi kaybederiz.

-Hayatın yol ayrımında yön levhası yoktur.
   

26 Mart 2013 Salı

duşakabin yalnızlıklar

sıska
çelimsiz
ve
cılız
bir hikaye
biraz da sevimsiz
lakin gerçek
her düş
duşakabin
bir yalnızlıkta
ne kadar yaşanırsa...



İster açık ofiste, buzlu camlarla birbirinden ayrılmış bölmelerde olsun, ister bir minibüs, bir taksi  içinde değişen manzara ile saatlerce direksiyon sallamak olsun...cılız floresan ışıkları altında atölyelerde, makine sesleri arasında tekrarlanan hareketlerle...birbirine benzer günler, iş yerinin kendine özgü o nemli, nefeslerin, dünkü yemeklerin terden çıkan kokularının birbirine ve bazende ucuz deterjan ile yapılmış temizliklerin kokusuna karışmasıyla...sesler, konuşmalar, müzik, gürültüler...makine-insan...yabancılaşma...yükselen kapitalizm...körelen duygular, yok olan gülümsemeler...maaşlı köleler...fordizm; azizim..!Aslında dolmuşta, otobüste yaşanan "Fordçuluk"tan pek bir farkı yok!İster orada, ister burada!



manzaralı bir oda
neye yarar
o büyük pencereler
sıska
çelimsiz
ve
cılız bir ışık
biraz da sağır belki
resmini aydınlatan
sen yoksan
anlatamaz
seni
tüm
manzaralar...

Şu ofiste bir masanız, bir köşeniz varsa ne ala!..sevdiklerinizin bir resmini, bir kaç özel eşya, şahsi ıvırzıvır, kırtasiye, bir kaç kitap ayrılmak istemediğiniz, bir taş, kozalak doğayı hatırlatan, anlatan...duşakabin yalnızlıklarda suyu açıp da ferahlayamıyorsun, arınamıyorsunki sıkıntılardan...Biraz önce pencerden dışarı baktım hava çok kasvetli...ama pencere var-ışık keza...geçen haftadan kalan simidi elle bölemedim...dün garajdaki küçük ofisin askeriyedeki kantine benzer penceresinden bir top A-4 kağıt, tel zımba , selobant ile birlikte aldığım makas sağ olsun; onunla böldüm simitleri...burada sadece kargalar var! Kargalar da simit yiyorlar bayat da olsa... 

gözlerinin
aynadaki
buğusunu sil
sen de benim gibi
yapmacıktan
gülümse ki
sürüp gitsin
duşakabin yalnızlıklar
sürüp gitsin
hatırlamak
unutmayı...

Modern zamanlar, modern insan...Charlie Chaplin ve ben...teknolojik gelişme, toplumsal düzenin şekillenmesi,insani gerileme...(Marx’a göre; kendine ters düşen, kendine yabancılaşan insan etkinliği kapital biçimini alır ve insanın özüne aykırı bir kapitalist gücün büyümesine katkıda bulunur.. İşçi emekçi ne kadar üretirse o kadar yoksullaşır ve kendi özüne yabancı olarak meydana getirdiği kapital dünyası o derece güç kazanır…Günümüzde bazı Marxsist düşünürler de artık yabancılaşmayı başka bir düzeyde, teknoloji ve insan arasındaki bir ilgi biçiminde ele alıyorlar... makinaların giderek emeğin yerini alacak şekilde geliştirilmesi rastlantısal değilmiş... Tarihi olarak, çeşitli teknik buluşlar ve makinalar işçi direnişlerine bağlı olarak gelişmiş… Belirli dönemlerde grevler ya da grev tehlikesi icatların başlıca nedenini oluşturmuş!..)


Ya manipülasyon ya güçlü argümanlar bazen de cazibe...ya özgürce razı olmak ve zorlamasız itaat etmek..ahh! "o" özgürlük illüzyonu!...hepimiz zincirlerle bağlanmışız ayaklarımızdan...bir adım ne ileri ne de geri...Hepimizin yerini dolduracak bir ya da çok daha fazla alternatif var...ama en sonunda bizim yerimizi alacak olan gelişmiş  makineler ve bilgisayarlar...evet uzatmadan bitirelim zira kabin basıncı düşüyor ve içim üşüyor!

işte böyle dostum
ister orada
ister burada
kendimi unuttuğun
herhangi bir yerde
duşakabin
yalnızlıklar...
yitip giderken
yaşam sevgisi
güçlü
tutkulu
bir okadar da
derin
aşklar...

20 Mart 2013 Çarşamba

Abiler, ablalar, teyzeler, amcalar, dayılar VB.


Ahmet Muhip Dranas’ın Fahriye Abla şiiriyle kafalar karışmıştı…
"abla" imgesi bir türlü şekillenip oturamıyordu yerine…
sonra  Yavuz Turgul bunu başarabilmiş biriolarak insanlığa bir hizmetim olsun diye Müje Ar‘ı filminde oynattı.

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, Kapanırdı daha gün batmadan kapılar. Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden, Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla! Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi, Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede. Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede; Bahçende akasyalar açardı baharla. Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla! Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı; Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı. İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin. Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin; Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla. Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla! Gönül verdin derlerdi o delikanlıya, En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya. Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın, Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın? Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın; Hâtırada kalan şey değişmez zamanla. Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
Bizim mahallede de frapan (çarpıcı)ablalar vardı…kadın kadın giyinen, saçına başına özen gösteren…bir de Allah vergisi bir kalça ve yürüyüş…komşulara farklı gözle bakmak ergenliğin başındaydı tabi…kontrolsüz gücün güç olmadığını henüz bilmediğimiz zamanlardı işte...halının üzerinde oynarken yuvarlanıp misafirlerin  etek altına bakmalar, sokakta bir bütün değil de; belli başlı birkaç noktanın dikkatle geçişinin izlenmesi…cinselliği keşfettik de ne oldu…kayıp kıta “Mu”! Fellini bile toprak oldu!..
Asiye nasıl kurtulurdu?!  Fatmagül’ün suçu neydi ?!. Tecavüzcü Coşkun tedavi edilip topluma kazandırılabilir miydi?! Bilmiyorum…ama bildiğim hepsi –mış gibi yaptılar…zaten her görüntü bir simülasyondur… (simülasyon:gerçek olmayan gerçeği temsil eden göstergeler)…
Baudrillard Amca ortaya çıkıp; "Porno–hakikiden daha hakiki olduğu için-simülakrın doruk noktasıdır.”dedikten sonra ne söylenebilir?!.gerçek artık sürekli üretilen bir şeydir var olan bir şey değil.Bu nedenle gerçek artık işlemsel bir şeye dönüşmüştürSimülakr orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyasını anlatan bir terimdir. Simüle edilen veya edilebilen her şey "orijinal"liğini kaybeder…gerçekliğini de bir ölçüde…


Yine Baudrillard Amca. İkonlara tapanlar, Tanrı'yı övmek adına onu betimlediklerini ileri süren usta insanlardı, ama gerçekte Tanrı'yı simgeleriyle bir simülakra dönüştürürken aynı zamanda onun varlığı sorusunu ortadan kaldırıyorlardı. Her imge, Tanrı'nın varlığı sorusunu sormayı engellemek için bir bahaneydi...”diyor…akla çok makul geliyor.!



Sam Amca hep Sam Amcaydı... I. Dünya Savaşından beri parmağını gözümüze soka soka “Seni istiyorum”diyecek  kadar cesur ve açık sözlüyse Tom Amca  da bir o kadar-Tom Amca’nın klübesi”nde- bütün zenciler gibi ahlaklı, yumuşak huylu, inançla donatılmıştı…Ama bu kadar farklı şekilde resmedilen hangisi gerçek Tom Amcaydı?



Abilerim, ablalarım diye söze girip ajitasyonla cebini dolduran bacıları çok gördük ama bir bacı kalfa  Tevfik Gelenbe vardı ki ;"yağmur yağarken camdan bakan"ın ta kendisi, Huysuz Virjin’in biraz esmeriydi!.. 

Mahallede namusu Ağabeyler korur, yan mahalleden biri bizim “bacı”lara göz ucuyla mı baktı…mahallece savaşa gidilirdi… yine mahalle delikanlıları, dayıları var ama eski raconlar yok!..en sonunda dost olunur; kavga yerine mahalle maçları yapılırdı…benim iki ağabeyim de bu tür oluşumların içinde yer almadı ama ben de büyüyünce bir kaç mahalle kavgasında racona uydum…
Racon dedim de; “Delikanlılık ne racon kesmek ne adam öldürmek ne de  haraç kesmektir. Delikanlılık akşam olunca evine ekmek götürmektir “…ayrıca “Hanım abla”, “hanım teyze” sözleri  racona da  , saygıda kusur etmemeye çalışanlara da yakışır…kullanalım, kullandıralım! 
“İmgelem imgelem size gelem!"derken sıra teyzelere geldi…Teyzeler saygın insanlardı…yaşını başını almış…eli öpülecek yaşa gelmiş olanlara derdik biz… kimisi inatla "öp elimi bakiim yavrum"derdi kimisi "o kadar yaşlımıyız öpme!" derdi...eski evler yıkılıp apartmanlar olmadan önce bahçelere gidilirdi…apartman olunca da evde "gün"ler...terasa çıkılıp semaverde çaylar bile demlenirdi…hep bize verecek nasihatleri vardı şu teyzelerin,nazara gelince ya bir okuyup üflerler ya da içlerinden biri uzman olduğu "kurşun dökme"ritüelini yerine getirirdi başımızın üstünde gerili çarşafa... hiçbir şeyden memnun olmaz aksi bir insan oluncaya kadar yaşlanıp; uzun bir süre daha teyze olarak kalırlardı…


Wright kardeşlerin kim olduğunu bilmeden simülasyon programında uçak uçuran çocuklara artık “pilot” olabilir diye yazı veriyorlar!..tüm gün bilgisayar oyunları , sanal bir alemin içinde imgeleri farklı şekilleniyor;onların  gerçeklikleri gerçek olmayan bir dünya içinde gerçekleşiyor!!
İsimler de imgelerin oluşumuna yardım ettiği gibi hem de bir anda değiştebiliyor. "Şuppiluliuma"yı hiçbir zaman görselleştiremedim ; ta ki Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde, Hitit Kralı 2. Şuppiluliuma'ya ait 3 bin yıl öncesine dayanan bir heykel bulunana kadar...daha önce bir şiirim için "görsel"ilini kullanmıştım...


"Abdullah" deyince akla Çizgi Kahraman, sihirbaz  Mandrake’nin yanındaki çam yarması, zebellah geliyor…başında fesi ile bir kas yığını…sonra bir Abdullah daha çıkıyor “Öcalan”… …bir diğer Abdullah  ise  Cumhurreis...yani sonuçta Fahriye Ablayı bir yerlere yerleştiriyoruz ama Abdullah da durum farklı!
imgeler, semboller, simgeler, inançlar  kimileri uzun ömürlü, kimileri ise asit yağmurları altında yorgun ve aşınmış , insanlar gibi ölümlü yapılar…Bildiğim bir şey varsa ;o da gözler yalan söylemez ...gözlere bakın!

Finalde bir şarkı çalalım, motivasyon için: "I believe I can fly Uçabileceğime inanıyorum,I believe I can touch the sky...“yine Wright kardeşleri bilmeden uçma olayı…ama Michael Jordan gerçekten de uçabiliyordu..!"Bu da mı simülasyon!?" dedirterek...

18 Mart 2013 Pazartesi

video

Görünümleri görünür kılan ışık...onları görüntülere taşıyan...var olanı bize gösteren, isterse karanlıkta bırakır ama...görüyorum-"video"-duyuyorum-"audio"-istesem de istemesem de!..gözümü kapasam duyuyorum...canlandırabiliyorum görüntüleri, istesem de istemesem de...kimse sormuyor...gözüme gözüme sokuyor reklamlar...telefonla her gün onlarca taciz...şehrin gürültüsü kuduz bir köpeğin hırıltısı...imgeler dönüşen değişen... tahta kurtları kemiriyor ağacı içten ...küçük ödüller ; bir sigara, bir parça çikolata, bir kahve molası, oğlunun mis kokulu saçları, akşam bir şişe bira, kenarından dudağın eksik bir öpücük...vasat günlerde saatlerce rasat...vaatler, yalanlar, hayal kırıklıkları...bitik şehir, yitik gençlik...tavsiyeler, tasviyeler...iyelik ekleri,  kipler...nesne ve özne girmiş birbirine...kim kime özeniyor...parmaklarım oltanın misinasını unuttu, denizin tuzunu dudaklar...tövbeler, yeminler...küçük kandırmacalar, köşe kapmacalar, etlere asılı kancalar...video...ince bir kan sızıyor üstü beyaz örtü cesedin başından...bugün akşam olurken...bir anda görüyorum metrobüsün camından...video..."amici, diem perdidi"...dostlar bugünü de harcadım!..

15 Mart 2013 Cuma

"cogito ergo sum"

"cogito ergo sum" ama bilinç altıma hükmedemiyorum!
"Düşünüyorum, o halde varım " bunda var mı bir çıkarım?!
...
günlerdir bitmeyen bir akide şekeri gibi , bir tekerleme gibi tekrarlayıp duruyorum; cogito ergo sum...cogito ergo sum...tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında yosun!..
dün geceki böğrümdeki ağrı gece rüyamın içine girmeyi başardı...rüyamda böğrümde açılan delikten içeri ailece girip dolaşıyoruz...sanki deri tabaklanan bir tabakhanede, garip sıvı havuzları ve yollar var içimde...dehlizlerden geçerken oğlum bir yere elini değdirince içimde, tiksinip hemen elini yapışkan sıvıdan kurtarmak için mendille siliyor...mendili de içi yeşil bir sıvı olan havuza atıyor..."dur oğlum ne yapıyorsun?!" ... "bağırsaklarım tıkanacak" diyorum... içeri çöp atılır mı? o "asit dolu midende hemen erir" diyor...kağıt eriyor...içimde bir sıkıntı...derken bir yer sarsıntısı ile içimde yere düşüyoruz...eşim ve oğluma "bir kiriş bulun, altına girin, ben çıkışı bulup sizi alacağım "diyorum...çıkışı buluyorum ama çıkış bizim evin sokak kapısı oluveriyor birden...normal hayatta biz de her gece sokak kapısını-apartmanın kapısını kilitliyoruz...anahtarı bulamıyorum...duvarlar esniyor üzerime üzerime...derken yukarıdan bir sürü anahtarlık düşüyor üzerilerinde bir dolu anahtar....kim attı, nereden geldi diye düşünmeden deniyorum anahtarlıklardaki anahtarları...sallantı devam ediyor...bina daha ne kadar dayanabilir ki ya da ben!?...onlar neredeler binada mı, içimde mi?! bir anahtar sanki deliğe uyuyor derken anahtar yuvasında kırılıyor...içeride kalıyorum,kendi içimde mahsur...içimde kalıyorlar!

cogito ergo sum ama bilinç altıma hükmedemiyorum!
Dün geceki rüyamdan sonra sabah oğlumu okula bıraktım...sınıfına kadar çıktık birlikte...birde ne gördük; biri oğlumun sırasının üzerine oğlumun ismini "Deniz" yazıp yeşile boyanmış...oğlum hemen bir mendil aldı ve sırasını sildi...sonra o mendili çöp kutusuna attı ve ben iki sokak ötede eski bir anahtar buldum!?

11 Mart 2013 Pazartesi

kaçıncı bahar?

























Anneannemle balkonda
içerdik çayı
öldü gitti
şimdi
geride
küflü limon dilimleri
fındık kurtları
kulak kemiren farelerle
ilgili
işte öyle hikayeler...
derken düştü cemreler
aklıma
sonra "mart osurdu"
kurulmuş turşulara
bilmem kaçıncı bahar
kaçırdığım
parkın içinde
elimde fener
ağaçları seyrediyorum
bahar dallarında
nöbetçi eczaneler...
"bahar" yaz
boşluk bırak
444... bilmem kaça gönder!

7 Mart 2013 Perşembe

fabrikada mola...





















kaos
karmaşa...
bedenler
üst üste
alt alta
beynim
koca bir fabrika
kolumdaki
saat
tik tak..
apoletlerim sökülmüş
bağcıklarım
dizlerim
"in"
bağı çözülmüş
"out"
yine de
sufi
saf illuminati
baba
ve
dada
hiçliğe koşarken
küçük bir mola aslında...
kekik kokusunu özlüyorum
tüm gövdesinden yayılan
kırlara
dönemeç
geri dönememek
klakson
meditasyon
fasılalı
atraksiyon
üstümde koca bir göz
hiç kırpmayan
basınca duracak tüm dünya
ayağının altında
sanki fren
dönüşüm
frengili ve şizofren
yanılıyor muyum?!
evet aslında
her şey bir "yanılsama"
ve
çalışıyor yine fabrika
birazdan
kahve molası...

6 Mart 2013 Çarşamba

nanik...



















bana asla "asla" deme!
herşey mümkün
ekmek
aslanın ağzında olsa bile...
güzel, güneşli bir günde doğmak ve ölmek
kelebek ömrü dediğin
belki af
belki şartlı tahliye
zaman makinesi
uçan süpürge
onun gibi
ekmek arası
birşeyler işte...
sevilmeden sevmek
"Platon"a "-ik"
ekleyip
ya da herkese koca bir "nanik"...
her şey mümkün
bana asla "asla" deme!..
bir gün koşuştururken
üst geçitte
elinde simit, açma, poğaça
bir gün lüks bir restorantta
portakallı ördek tabağında
farz-ı mahal ve maazallah
böğürtlen toplamaya giderken
mayo ve şortla
kafana saksı da düşebilir yolda...
bir gün hep birlikte güle oynaya
keyif, zevk, sefa
kırmızı küçük yastıklar"şeylerinin" altında
bir gün yapayalnız
kalabalıklar arasında
sırasını bekleyen
bir ağaç gibi
kesilmekte olan
koca ormanda...
bana asla "asla" deme!
herşey mümkün
ve şimdi
koca bir "nanik" hayata!

* hala ekmeğin fiyatını bilmeyenler var; oldu 1 lira!