28 Haziran 2016 Salı

İklim-2-


"bizim bütün güzelliğimiz, yaşantılarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımasından ibaret"
 Oğuz Atay


İnsanoğlunun zoru başardığı bir çok proje var; kafaya koymaya görsün dağları deler, çöle su getirip yeşillendirir, en derine dalar, en uzağa gider, en yükseğe uçar. Bazen kılı kırk yararak, bazen sallapati bir sonuca ulaştırır düşüncelerini. Eylem sadece eylemek işi değil; bir değişiklik doğuran etkileyici bir davranıştır aslında.
İnsan su altından tüp geçitler, oto yollar yapar ama yanında düşüp sara nöbeti, kalp krizi falan geçiren, boğazına kılçık ya da kemik kaçan bir insana asla dokunamaz yardım edemez...İlk yardım önemli ama yardım her yerde her zaman muhtaç olana, ihtiyaç duyana edilmeli...Otobüste oturduğu yerden vazgeçemeyen ayaktaki yaşlıyı görmemezlikten gelen zihniyet yarın başkalarının hakları için savaşan bir avukat olabilir mi?
Bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçirebilir, fitresini, zekatını verip yasağını savabilir ama bir insanı 10 dk. dinleyip anlamaya tahammülü yoktur! ,..Her şey iyi ve güzel diyelim, enerjimizi yüksek tutalım, şükredelim, falan filan....böyle yürümüyor bu işler... gel gelelim bir de "basiret bağlanması" dediğimiz bir şey var ki insanı ataletsizliğe iter...öylece kalırsınız katatonide... İşte bu gün getirildiğimiz nokta ! Sorunlara alıştıra, kanıksata, uyuta uyuta...Tepkisiz kalmanın ötesinde kafa yormayan bir nesil ve ülke...
Bazıları da yaratıcılıklarını lüzumsuz işler, zihni sinir projelere gömer. Fikir güzeldir ama "çok mu lazım?"sorusunu sormak gerekiyor. Bizde böyle projelere çalışan çok kafa var.



İnternetin kesildiği, yavaşlatıldığı, sosyal medyanın habire engellendiği bir ülkede yanlış parmak için uygulanmış bence!






Bu kadar şehidin verildiği bir ülkede insanlar ağlaya ağlaya göz yaşları tükendi, kalmadı diye üzülmeyin. Cenazeye giderseniz takarsınız belki...Yok gidemedim derseniz sizin yerinize gidip göz yaşı dökecek birileri var!








Balığın bu kadar katledildiği üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede son kalan bir iki balığı yakalama sansını arttıran paletler... ama soru "girilebilecek, yüzülebilecek bir deniz kaldı mı?"sorusu...

Karadenizli amca evinde tekne yapar, tekne bitince dışarı çıkarmak için evi yıkar! Planlama ve ileri görüşün önemi burada ortaya çıkıyor..
Bu yüzden her şeyin başında yönlendirilmek ya da yön bulmada başkalarına "pionnerlik" etmek gerekiyor. Yetenek, ilgi alanı, beceriyi görüp yüreklendirmek, yönlendirmek gerekiyor.
Üç tür aile var: bilgisayar oynayan çocuğunu odasında bilgisayar başında bırakıp, ayaklarını uzatıp gece yarılarına kadar 15 bardak çay, iki paket çekirdek bitirip çocuğu aç ve ilgisiz bırakırken kendi keyfini her şeyden önde tutan anne baba,  "bir saatten fazlası yok, uzmanlar öyle söylüyor" diyerek yasaklar ile çocuğu koruyup kolladığını zanneden ama çocuğun tüm geleceğini mahvedenler, son olarak da çocuğun bilgisayar ilgisini geleceğine faydalı görüp engellemeyen . Şimdi ilk aile ile son aile örneği arasında ne fark var diyebilirsiniz. Fark "ilgi".Buradan şu çıkıyor her beyin farklı bir iklim(klima)dır. Biz de "klima" desek ilkin "göbeğime 18" anlaşılıyor.Kimisinde dört mevsim kış kimisinde yaz yaşanır.
Yıllar mevsimlerden daha hızlı koşmaya başladığında, bugün yediğiniz yemeği akşam unutunca şapkanızı önünüze koyup düşünüyorsunuz; kabullenebilirseniz kabulleniyorsunuz!
Kabullenemezseniz hazımsızlık çekiyor, beyniniz karıncalanıyor, sorguluyorsunuz. Ne yapsanız döngü böyle işliyor.
İklim değişikliği dünyanın sonunu hızlandırırken bizim kendi iklimimizi değiştirmemiz, belki de arada bir yenilememiz gerekiyor. Değişimin  kaçınılmazlığında yaşamın devam edebilmesi için bazen ara iklimlere ihtiyaç var. Ara rüzgarlar gibi. Biz genelleme yapıp aslında esen ara rüzgarları ne olduklarını bilmeden kaçırıyoruz!

22 Haziran 2016 Çarşamba

yazdıklarımı unutun!

Boğazımda düğümlendi... yutkunmak istemedim...çünkü yutmak istemedim...aksine dışarı atmak istedim ama ağzımı açamadım...yapışmıştı sanki dudaklarım...elimle ağzımı yokladım yerinde mi diye; yerindeydi ama... dudaklarımı açamadım...kötü bir şey söylediğinde ağzına biber sürmekle, iğneciyle tehdit eden ebeveynler, büyük anneler gereksiz akrabalar...hiç biri yoktu ve ben büyümüştüm!
Büyüyünce iyi kötü her şeyi rahatlıkla söyleme özgürlüğüm olacak sanmıştım.Düşünebiliyordum her şeyi...yerli yersiz kimsenin aklına gelmeyecekleri...horoz sesi duymamış küfürler yine horoz sessiz kaldı içimde...söyleyemedim...konuşamadım! Arada bir susun, konuşmayın; konuşmayı bile düşünmeyin, bir şeyler söylemeyi bile aklınızdan geçirmeyin....Bazen konuşmamak iyidir!

Yazmakla olur sandım söyleyemediklerimi ama kimse okumaz olmuştu; unutmuşum!Aklıma geleni yazdım saatlerce geçmiş günlerin günlüklerini açmışcasına...yazdım usanmadan her duyguyu anlatmak için kelimeleri içinde taşıyan dev bir şemsiyeyi ters çevirip...yazınca; yazmakla biter sandım tozlu raflarda unutulmuş kitaplarda da yazanları yeniden...ama unutmuşum onlarında çoktandır okunmadığını...birden yazmam durdu, rüzgar benim bıraktığım yerden geriye doğru çevirdi sayfaları ...mecburen sustum.Yazgısında koca dünyanın suspus oldum...Kalemi, kağıdı, kelimeleri unutun arada...arada bir elinizi, yazma hissini ve isteğinizi dizginleyin...elinizi hatırlarsanız yeniden yazmayı unutun!

Alıp başını gitmek varmış...böyle olunca kaçtığın yerde sorunlar seni bulmaz sandın; yani sandım(kendime söylüyorum ama gocunabilirsiniz)...kapıdan bacadan girenler, sürek avındaymış gibi izini takip edenler...bak yine buldular seni!Oysa geri dönüş yolunu bulmak için yürüyüp geçtiğim yollara ekmek kırıkları da bırakmamıştım, gittiğim her yerde kuşları da aç bırakmadığım gibi...buldular beni benden önce! Ayrıdına vardım avurtlarıma çömelip uykusuz...döngüsünde bir kez daha kayboldum ...Arada izini kaybettirmek kadar kendini hatırlatıp görünür olmak, görünmek iyidir. Ulaşılır olun, size bu kadar çok ulaşmak isteyen sevdiklerinizi sakın ha üzmeyin; mesajları yanıtlayın, aramalara cevap verin; bankalar, kampanyalar, faturalar, dekontlar, reklamları unutmayın!

Başa sardım; yaşamam gerekenlerin ortasına, dişimle tırnağımla geldiğim bu hiçliğe. terkedildiğim cami avlusu, kürkçü dükkanı, darı ambarına ne derseniz deyin!
...sonra düşünmeden birden  yutkundum; mikrofilmi yutan casustum...zamanı gelinceye kadar kimse bilmez, ulaşamaz sandım ...sindirim sistemimizin bir çıkışı olduğunu unutmuşum...hep içimde taşırsam uygun zamanı kollarsam, şartlar olgumlaşırsa, bir mani çıkmazsa, unutmazsam, içimi boşaltıp sonra samanla doldurmazlarsa, beynimi yıkamazlarsa, amnezi olmazsam, ruhumu şeytana satmazsam, birktirdiklerimi eskidi diye atmazsam...ölme eşeğim ölme; sana ihtiyaç var...zira cehenneme bu kadar odunu tek başıma ben taşıyamam...cennette nasılsa tüm yerler kapıldı ...cehennem senin neyine yetmiyor...hem sıcağı seversin sen....
yutkunmam bitti, mikrofilm tahmin ettiğiniz üzere ertesi sabah içimde biriken tüm kötülüklerle çıktı gitti...
birden konuşabildiğimi fark ettim! Bazen olur öyle rüyada konuşamama, dil tutulması, basiret bağlanması...bir nevi kabızlık...Olur olur...
Hemen çatıya koştum ve aşağıda koşuşturan insan kalabalığına, araç trafiğinde can çekişenlere haykırdım...benim de düşlerim var...benim de hayallerimmmm!
Alın bu deliyi içeri gibisinden bakan sağır, kör ve yaşlı teyzeyi ve sokaktan geçen uyuz köpeği saymazsak kimse umursamadı...

Arada bir siz de yutkunun ve unutun...unutmak yutkunmak kadar iyidir... yazdıklarımı unutun!

8 Haziran 2016 Çarşamba

Öncesi, sonrası...




sabrımdan önce ölmüştüm...

kendi kendimi gömmüştüm
sonra üşüdüm...
düşündüm
farklı mevsimlerim oldu diye
herkes gibi
farklı yaşlarım
farklı duygularım
aynı yorgun kalpte
benim gibi gidenleri
özlemiştim ilkin
sonra alıştım...
her şeyimi kaybettiğim yerdeyim sandım
özgürlüğü kazandığım yerdeymişim
hiç bir şeyin nefesi ensemde
ellerim, parmaklarım
gövdem ve ayaklarım
gözlerim
ve sessizliğim
hiç bu kadar  özgür olmamıştı!
çözünürlüğüm düşüyor
hatta silikleşiyorum
olsun
balyalarından
dışarı kaçan
samanlar gibi
rüzgarda
karışıyor saçlarım
kafamdan önce.
olması gerektiği gibi...