29 Şubat 2012 Çarşamba

arıza

ARIZA yazıp bir  boşluk bıraktıktan sonra ...


Arıza: aksaklık, aksama, bozulma, malfunction...
Arıza: müzik terimi olarak; bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna konulan diyez, bemol ve bekar işaretlerinin ortak adı...bir de "koma" var , eşit olmayan iki ses arasında kulakla seçilebilen en küçük aralık...
Müzik bir yana  hayatımızın her yerinde "arıza" var.. bu zaman zaman "koma" durumuna da sokabiliyor!
Her şeyin bir ömrü var derler, canlı, cansız...kırılır, bozulur,zamana , şartlara karşı koyamaz,yıpranır, hastalanır ya da tüm bunların bir sonucu olarak pert olur( zarar görür, değersizleşir, kaybedilir)...hastayı kaybederiz.


Eskiden olsa sonuna kadar, gerekirse (ki gerekirdi... çünkü yenisi bulunamaz ya da alım gücü olmadığından alınamazdı) 3-4 kez tamir edilirdi...şimdi tüketim çılgınlığı içinde yenisi alıyor daha bozulmadan eskinin yerini...kalitesiz, ucuz yakın zamanda bozulacak ve çöp olacaklar...bu konuyu daha detaylı bir biçimde ele almıştım daha önceki bir yazımda ("ÖZNE-NESNE VE ÖLÜM"26. 10. 2011 )...döndük dolaştık yine "arızaya bağladık"...Aslında arıza mekanik ve elektronik aksamı olan nesneler için geçerli bir olgu...ama sinirli ruh halini anlatmak için "arızaya bağlamak" deyimini  günlük yaşamda kullanıyoruz. Araba, otobüs arızalanır yolda kalır, işe geç kalırız, cep telefonumuz, bilgisayarımız arızalanır iletişim kuramaz, işimizi yapamaz dünyadan koparız, mp3 ümüz arızalanır müziksiz kalırız, blenderimiz arızalanır soğanı elde doğrarız, tv miz arızalanır dizilerden mahrum kalırız, kombi arızalanır,asansör, dondurucu, epilasyon aleti,rezarvuar,otomatik kepenk,evdeki tartı(baskül), musluk, su ısıtıcı, çöp öğütücü...zamazingo vs.vb...
Parçaları eksilen, normal olarak sağlıklı çalışmaz, çalıştırılamaz...ama bizdeki "usta"tamirciler  mutlaka parça arttırır ve orijinalinden daha "özgün" parça ve çözüm uydururlar...biraz yağlayıp üstübü ile sildinmi pırıl pırıl da olur!




Kaporta düzeltir gibi iki çekiç darbesi işi çözebilir...tv ya da radyoyu, elektrikli, elektronik eşyayı yumrukla ya da tekmele...  eskisinden daha iyi çalışır! Değil kırıklarını yapıştırmak; bir iki lehim, iki tur tornavida, anahtar sıkması ile düzelebilecek arızalara bile bakılmadan nedeyse her şey bir kullanımlıkmış gibi  atılıyor...görevli arkasındaki çöp dağlarına; atıklara bakıp canı istediğini tezgahın üzerine koyup elindeki eski  otomobil makasından bozma kasatura ile dalıp  parçalıyor...matkaplarla delikler açıyor... çekiçler dövüyor, presler eziyor...eller ayrıştırıyor ve "madde" ve "çöp" olarak tasnif ediliyor....ancak geri dönüşen ruh yeni bir bedende can buluyor...reenkarne oluyor!


... bit pazarından topladığım bir çok kişinin zombi gibi gördüğü, yüzüne bile bakmadığı bir çok obje ve cihazı tamir edip yeniden hayata geçirmeye çalıştıkça, ister istemez Don Kişot'u düşünüyorum...onun yel değirmenleriyle savaşını...tabi bazı şeylerin arızalarını bulup, tamir edip düzeltmek için eve getirmem mümkün değil...biraz büyükler!





Telefon Arıza121
Ankesör Arıza122
Teleks Arıza123
Data Arıza124
Radyo-TV Arıza125
Kablo TV Arıza126
Su Arıza185
Elektrik Arıza 186
Doğal Gaz Arıza187

28 Şubat 2012 Salı

ansiklopedi

Dün "Kitap" demiştim...bu gün ansiklopedi...Hepimiz yaşar, biriktirir, öğreniriz...her gün, yaşanan her yeni şey ile sayfaları artan bir kitaba dönüşürüz..bazen biri sizden bir sayfa çevirir, okur ve bir şeyler öğrenir bazen de siz başkasının sayfalarını çevirirsiniz; ileri ya da geri ...hayat zaman ile birlikte sayfaları doldurarak sadece  ileriye doğru çevirendir...o aslında bir ansiklopedidir...biz hayatımızın sonuna kadar ya o ansiklopedinin bir fasikülü olmayı başarırız ya da (en az 49 sayfalık) bir kitap olarak kalırız.
Çocukluğumda, 70'li yılların başında, televizyon yeni yeni girmeye başlamıştı dünyama ... "Yaşayan Dünya" ve "Kaptan Cousteau"nun belgeselleriyle büyüdüm . David Attenborough'un dünyayı dolaşıp bize gösterdikleri, anlattıklarını kayıt ederdim hafızama...Callipso ile okyanusları dolaşır, maceradan bilgiye koşardım...belgesellerin dışında kalan zamanlarda ansiklopedilerin sayfaları arasında kaybolduğumu hatırlıyorum...ödev yapmaz, ansiklopedi okurdum...bir gün kendi "Doğa Ansiklopedimi" yazmaya karar verdim...önce tüm ansiklopedileri tarayacak, "a" harfinden başlayarak tüm canlıları; hayvanları, böcekleri listeleyecek, fotoğraf ya da çizimlerine bakarak da çizip boyayacaktım...proje sözlükten öteye gidemedi...ama daha iyisini yaptım; bir kaç belgeselcik çekmeyi başardım bir 20 yıl sonra...
Hayat Mecmuaları, Doğan Kardeş Dergisi ile başlayan serüven, Hürriyet Gazetesinin Kitapları, Günaydın Gazetesinin kuponlarıyla aldığım Uzay Ansiklopedisi, Fen ve Tabiat Ansiklopedisi... Meydan Larousse, Milliyet Çocuk Dergisi, Cumhuriyet Ansiklopedisi, Britannica, 20 yy. Ansiklopedisi,  BilimTeknik Dergisi , Görsel Bilim Teknik Ansiklopedisi, Görsel 20 yüzyıl Ansiklopedisiyle devam etti...Tv kanalları arttı, belgeseller arttı, gazeteler ansiklopedi ve kitap vermeye devam etti...biz de kupon toplamaya...
bu gün hala hepsini saklıyorum...ve her geçen gün daha da aydınlanıyorum... bir sayfa daha artıyorum!
    ...Şimdiki nesil okumaktan çok yazmayı seviyor!  
                                                     
Fotoğraflar: Cüneyt Gök-Galataperform-2010, Alanya-2010, Yedikule-2010

27 Şubat 2012 Pazartesi

kitap




















bilgiye aç ve istekliydi
adam; meraklı...
ama soruları cevapsızdı
...kitaplar
ve onları yazanlar
biliyordu oysa ki
tüm yönleri, cennet ve cehennemi
yedi kıtayı, uzayı ve evreni...
okumaktan yorgun düştüğü oldu
gündüz ve geceler
ama cevaplar hep geldi sonradan
birleşip durdukça kitaplar
cevap oldu
birbiri ardına
bir yere kadar...
ama adam yaşamadan öğrenemedi...
öğrenemedi tam anlamıyla
...şimdi sayfaları
denize karşı açılmış bir kitap gibi
kendi kendinin hangi sayfasında
kaldığını biliyordu artık
...deniz de onu onun kadar....
söz uçar gider
yazı kalır
yazılanlar yazgımız olsa da...
karşılaşabilirsin bir gün
aşkla, ölümle mesela...tutku, nefret, iyilik ve kötülük yan yana
aynı sayfada...
daha çok yaprak var kitapta
okumadan çevirme sayfaları
yazılanlar yazgımız olsa da...

26 Şubat 2012 Pazar

Bakışlar -2-


  

Her gövdenin bir genel duruşu vardır; hayata karşı bir duruş... ve her duruşun hayata bakışı...Kendine özgüdür her bakış...kendine güvenen, kendini beğenmiş... mütevazi ve çekingen...kiminin çok doğaldır bakışları...kimi ürkek, kimi umursamaz...




Takılıp kalır bakışlar bir yere... düşünceler başka yerde...bazen sorgular gibidir, bazen hoşnut, bazen endişeli, bazen kaygısız, bazen Karadeniz'de gemileri batmış...



Bir cevap arar gibidir bazı bakışlar... birilerini, bir şeyleri arar gibi ...sorar gibidir, suçlar gibi, över gibi, hem nefret eder hem sever gibi...

25 Şubat 2012 Cumartesi

Bakışlar -1-


Bazen içten , sımsıcak bakışlarla karşılaşırız, gülümseyen, sevecen..."gözlerinin içi gülüyor" deriz. Samimidir, açık ve net; içi dışı bir...
Kiminin delici bakışları vardır; etkileyici ama insanın içini ürperten. Kiminin donuktur bakışları...sanki hiç bir yere odaklanmamış, dümdüz bakışlar...nereye baktığını, ne hissettiğini, düşündüğünü yansıtmayan bakışlar...Kıskanan, küçümseyen, meraklı, somurtan bakışlar...özenen, utanan, kaçırılan bakışlar...ciddi, ürkek, hırçın, baygın, süzgün, soluk bakışlar...sadece gözler bakmaz; tüm yüzün kasları  mimikler, dudaklar, gamzeler, kaşlar, kirpikler destekler bakışları...ifade kazandırır... görme özürlülerin gözleri olmasa da bakışları daha delicidir!





Bakışlar insanın yüreğini, ciğerini gösterir...kimilerinin yüreği kocamandır "mangal yürekli", kiminin "ciğeri beş para etmez". Kimilerinin görmüş geçirmişliği yüzüne yansıdığı kadar bakışlarına da yansır; olgun bakışlar..kimileri bu olgunluğu taşıyan bakışlara; hayatın zorlukları ve yüküyle küçük yaşta tanışıp sahip olur...


Güneşli, aydınlık bir havada kısılır gözler...tüm ifade değişir. Şaşı, şehla bakışlar sevimli kılabilir bir insanı olduğu kadar da  bir hayvanı...çocukluğumda  "Hür Doğanlar"adında bir dizi vardı TRT de; işte orada dişi ve şaşı bir aslan vardı adı "Elsa" idi bakışlarını hiç unutmadım.
Deli bakışları, pörtlemiş gözler, dışarı fırlayacak gibi, faltaşı gibi açılmış gözler, kanlanmış yorgun, uykusuz gözler ve bakışlar...Öncelikle yüzün yapısı bakışın ifadesini belirler, sonra gözlerin büyük- küçük olması, göz rengi...bazılarının göz çukuru derindir, bazılarının gözleri doğuştan sürmeli...ince, kalın, seyrek kaş, bitişik-ayrık gözler, uzun-oval-toparlak surat...



Bazıları hep aynı şekilde, aynı ifade ile bakar...Müslüm Gürses mesela...Türkan Şoray...Elizabeth Taylor'ın menekşe gözleri beni hep etkilemiştir, Hülya Avşar'ın mavi gözleri içinde İbrahim Tatlıses "Mavi mavi" şarkısını bestelemişti...tabi gözler, bakışlar için çok şarkı yapılmış, şiirler yazılmıştır. Aşık insan farklı bakar...özellikle gözünü ayıramaz sevdiğinden...dünyaya da pozitif bakar. Çocuklar, yaşlılar farklı bakar Kadınlar farklı bakar...kadınlar göz süzebilir etkilemek için ...erkeklerin de kendilerine özgü "8 numaralı bakış gibi "numaralandırılmış bakışları vardır; Clark Gable'dan gelme...karşı cinsi etkilemek adına... Polisler farklı, subaylar farklı bakarlar, din adamları, mutaasıplar, hayat kadınları, hapis yatmışlar, damga yemişler, hayatın sillesini yemişler, feleğin cemberinden geçmişler başka başka  ...Yük  taşıyan  zavallı atlar "at gözlükleri" ile farklı ...Gözlük kullananlar, hele hele derecesi fazla "şişe dipli" gözlük kullananlar farklı bakarlar...güneş gözlüğü takanlar ile göz kontağı pek kurulamasa da bakışlarını yine yüzlerinden anlamaya çalışırız...kimileri de bakışlarını gözlerini saklayarak örtmeye ...kime ve nereye baktıkları anlaşılmasın diye, bazen de tanınmamaya  çalışırlar..alkolikler, müptezeller daha bir baygın bakarlar...hayattan beklentisi ve umutları olanlar farklı, umutlarını ve yaşama sevinçlerin kaybetmiş olanlar farklı.... Kızgın, öfkeli insan bakışları negatif gelse de aslında dünyaya ve yaşama  karşı tepki gösterdiği için takdir de ederim; gitgide donuklaşan,  duyarsızlaşan, heyecanını, coşkusunu yansıtamayan, net olmayan bakışlardan daha iyidir!

24 Şubat 2012 Cuma

Siyam Balığı

Francis Ford Coppola'nın 1983 yapımı "Rumble Fish" filmini izleyip de etkilenmeyen var mıdır?
Kenar mahalle çetelerindeki  gençleri kavgacı Siyam Balıklarıyla özdeşleştirme... başarılı ve sonradan hepsi ünlü olacak( yine Coppola'nın "Outsiders" filminde olduğu gibi) bir oyuncu kadrosu, siyah-beyaz seçimin içinde renkli Siyam Balıkları...

                                  Fotoğraflar:Cüneyt Gök

Siyam balığı agresif bir yapıya sahiptir. Bu yüzden bir arada yaşamaları hele hele -erkek olanların- ufacık bir kavanoz ya da fanusta ise daha da zordur; birbirlerine saldırıp parçalarlar. Ciğerli bir balık olduğu için suyun yüzeyine doğru çıkar ve nefes alabilir. Genellikle tek olarak bakılıp beslenir, bardakta, kavanozda, fanusta ...akvaryumcularda ayrı kapların içinden birbirlerini gören erkek siyam balıkları kabararak, reklerini daha da canlı hale getirerek rakiplerine kafa tutar, camın diğer tarafına geçebilecekmiş zannederler...ayna tutulduğunda da kendini görüp, başka bir Siyam Balığı zanneder ve bu davranışlarını devam ettirir...Muhabbet kuşlarının kafeslerine de ayna takarlar...o da kendi yansımasıyla konuşur, kabarır, kızar ama Siyam Balıklarının bu kavgacı yanı daha farklıdır. İnsanlar tarafından, renklerinin değişmesi, koyulaşması ve canlı kalması için hep bir başka Siyam Balığını ya da aynada "kendilerini görmeye" zorlanırlar... Akvaryum, hava motoru vs.vb. ye ihtiyaç duymadığından küçücük kaplarda yaşamaya!.. Horoz dövüşü, deve güreşi, köpek dövüşü yaptıran zihniyet Siyam Balıklarını da dövüştürür...

23 Şubat 2012 Perşembe

özür





















cebimden özür diliyorum
yeterince dolduramadığım için
herkes güzel bir hayat ister
ben parasız da olur dediğim için
ailemden özür diliyorum
gökyüzünden özür diliyorum
sigara içtiğim için
denizden özür diliyorum
tuvalete gittiğim için
topraktan özür diliyorum
yeterince sahip çıkamadığım için
tüm tüketimlerim için
yaşamak ve üretmek adına aldıklarım
çaldıklarım ve yerine koymadıklarım için
doğadan özür diliyorum!
ciddi insanlardan özür diliyorum
arada bir gülümsediğim için
tavuğu, balığı, pizzayı elle yediğim için
"adab-ı muaşeret kuralları" kitabının yazarından
özür diliyorum
yüksek sesle müzik dinlediğim günler için
balkonda mangal yaptığım günler için
pencereden halı silkelediğim günler için
komşularımdan özür diliyorum
son 15 yıldır kimseye bir mektup
bir kart atmadığım için özür diliyorum
körelen dostluklar için
yitip giden yarınlar için özür...
yaptıklarımın hepsinde "ben" de varım; suçluyum...
inandıklarım uğruna, tüm başkaldırılarıma rağmen
tüm sorgulamalarıma rağmen
yüzde elliden fazla diğer insanlar gibi olduğum için
herkesden, herşeyden...dünyadan özür diliyorum
tarihten, geçmişten
seçemediklerim, mecbur kaldıklarım için
fark etmediğim şeyler ve gerçekler için
özür!..


Not: Yukarıdaki fotoğraf "Mimoza" filmimden...filmin birer kopyasını halen ulaştıramadığım, Janset Paçal ve Ümit Çırak'tan ÖZÜR DİLİYORUM!

22 Şubat 2012 Çarşamba

DEM

            Çay demini almıştır artık...herhalde!

Demi, çayın istenilen renk, koku ve tada ulaşması olarak bilsek de; zaman, çağ anlamını da taşır kullanıldığı yere göre...ayrıca soluk, nefes, içki, kıvam ve koku anlamında da kullanılır.
Arapçada kan anlamına gelir...çayın piştikten sonra kan rengini almasından dolayı dem denir...ayrıca  çayın demlenmesini sağlayan, çaydanlığın üstüne oturtulan emzikli kap da "demlik" olarak adını buradan alır.

Her dem çayınız demli, keyfiniz yerinde olsun!

sokakta müzik

                                                                 




 müziğim

özgür ve aç
sokaktayım
müziğim
ruhunuzu besler umarım...
hem gitar hem mızıka
alıp götürebilir sizi New Orleans'a
belki Missisipi'den geçersiniz derme çatma bir salla
kuzeyde Tennessee, doğuda Alabama
cola ile de gider
viski ve şarapla da
ama en güzeli buz gibi
bir bira...

hem bira daha yakışır sokağa...






şarkım

sabırsız olmayın
sizin isteğiniz de sırada
biraz Jamaika biraz Küba
sonuçta
hepimiz aynı göğün altındayız
ama biraz pecmurde, nasıl derler
derbederim burada
şimdi Bob Marley cennetten
şarkımı duysa
sabaha kadar söylerdim
o gazla
akustiği sizin kadar güzel
bu sokağın sayın bayan
pamuk eller cebe!
ah bir de cigaram olsa
şarkım sürerdi
sabaha...

21 Şubat 2012 Salı

YEŞİL ALGLER VE SİYAH AYKUYRUK MOLİLER



Akvaryum dünyası küçük ve sınırlı olsada oldukça zengin canlı türlerini içinde barındırır. Binlerce farklı tropik tatlı su balık ve bitkisi ile akvaryumlar dünyanın ve yaşamın gerçek birer mikro modelidir. Balıkları canlı doğuranlar ve  yumurtlayanlar olarak ayrılırlar . Ben 35 yıllık bir akvaryum meraklısı olarak bir çok türü besledim. Lepistesler, betalar, tetralar, zebralar, platiler, kılıçkuyruklar, moli ve aykuyruk moliler, chiclidler, melekler, guramiler vs.vb.
Ama en çok canlı doğuranları tercih ederim. Balıkların çiftleşme kurlarına, doğum anına, yavruların kendilerini kurtarıp büyümelerine ve  akvaryum içinde rekabet ortamına şahitlik edersiniz. Tüm bunlar doğanın bir kesitini evinize yaşatma zevkini verir.

Son bir kaç yıldır değişik yosun türleri ve algler (sulu ortamda yaşayan, foto sentez yada fagosite yaparak beslenen, tek hücreli organizmalar ) akvaryumdaki yaşamın dengesini bozmaya başlayınca, bitkisel ağırlıklı ve yosunlarla beslenen molilerin sayısını arttırarak bu sorundan kurtulmayı planladım.  Fakat yeşil algler hızla büyüyerek  tüm akvaryumu kaplamaya başlamıştı. Siyah aykuyruk moliler yeşil algleri yemedikleri gibi onlar da hızla çoğaldılar. Sanki aralarında gizli bir anlaşma vardı! Bu yıl, artık diğer balıkların yaşam alanlarını ele geçirip onları bir köşede yaşamaya mahkum ettiler. Kontrol tamamen onların elindeydi artık. Tek tip, bir örnek, birbirinden ayrıdedilemez bir siyah aykuyruk moli kolonisi... aynı davranış biçimimlerini bir sürü olarak sayıları artıkça daha da güçlendirerek sürdürdüler. Diğerlerinden buna karşı çıkmaya çalışanları da sindirdiler. Onları, kendileri gibi  olmaya ve onlar gibi davranmaya zorladılar…onlar gibi “düşünmek” demiyorum…balıkların hafızalarının çok güçlü olmadığı malum! Doğum, yaşam, ölüm arasındaki mücadele ve çekişme devam etti, ediyor...
Akvaryumlar dünyanın ve yaşamın gerçek birer mikro modelidir. Hatta kendi aile ve ülkelerinin modelidir. Türkiye’de yaşayan akvaryum meraklıları bahsettiğim bu durumu daha da net anlayabilirler…ülkemizin modeline bakarak!..  


* Bu yazı- 12 Haziran 2011- seçimlerinden sonra yazılmıştır

20 Şubat 2012 Pazartesi

Özler ve Yansımalar -1-



                                                                   
































Bulutlar ve ben
Bu şehire ait değiliz
Gitmeliyiz
Sonunu bilmeden denemeliyiz
Aşk ölmez
öldürür
Ya da terk eder bizi
En uzun günde
En kısa aşk en iyisi...

“Özler daha iyidir yansımalarından” dedi adam
“Ölüler daha iyidir” dedi yansıma..." hiç konuşamadıklarından"
Kadın konuşmadı...
Yansıma susmadı... söyledi
ondan  aldıklarını verip geri...


Not: Fotoğraf : Cüneyt Gök
Ömer Sinir'in "Origami" adlı kısa film setinden...Gaye Turgut-Halitcan Esen

18 Şubat 2012 Cumartesi

firar...

                                   Fotoğraf: Cüneyt Gök / 2008


eskiden...
mutlu bir "bulut fotoğrafçısı"ydı...
sonra...hızla değişti tüm görünümler
duman gibi uçup gitti tüm tepeler...
ve gelecek...ve tüm çiçekler... ve yeşil otlar...
funda toprağına basan adımları...hepsi...
hepsi bir körebe oyununda
kayboldu...
kaderin akan kumlarında şimdi
yuvarlanan kayaları arasında...
her yerde baz istasyonları
ve onların delip geçen dalgaları...
çölün ucu, okyanusların dibi
bir hiçliğe koşuyor artık her şey...
bu manyetik alanda
her yer birbirine benziyor
bu karanlıkta
her yer...



Bir öneri: Nereye kaçabilirsen kaç kurtar kendini...henüz "biraz daha" vakit varken!...Yok eğer değiştirmek istersen bu "kötü gidişatı" yalnız olmadığını da bil!

17 Şubat 2012 Cuma

tevellüd kaç?

"Hiçbir canlı varlık yoktur ki yavaş yavaş kendi sonuna geldiğini duyumsamasın; yaşamak yaşlanmaktır. Ancak, aynı biçimde, bir yumağın sürekli sarılmasına da benzetilebilir; çünkü geçmişimiz peşimizden gelir, izlediği yol boyunca topladığı şimdiyle durmadan kabarır. Bilinç demek, bellek demektir..."
                                                                                                                      Bergson


Yaşadıkça yaşlanıyorum...zaman akıp gidiyor ellerimin arasından...çizgiler alında, benekler elde, beyazlar artıyor saçta...göbek salıveriyor kendini, kamburlaşıyorum, kısalıyorum, hücrelerim ölüyor yenilenenler arasından ölenleri sayamasam da...bir bilgisayar oyununda oynar gibi "canım azalıyor" derken aslında yaşadıklarımla çoğalıyorum...bilinçleniyorum, tecrübe kazanıyorum...tecrübe bundan sonra ne işe yarayacaksa! hep çok şey istedim; çünkü hayatın içinde vardı "hepsi"... bir kaç kez aşık oldum, bir kaç kez ölümden döndüm, yaşadım neredeyse her şeyi...öğrendim; hayal kırıklığını, zamanla kırıkları onarmayı...mutlu günlerim de oldu...yaşadım, öğrenmeyi öğrendim....her geçen günle "bir ben var" derken "benden  içeri" , benler taşar oldu dışarı ...hepsini  "ben mi" yaşadım diyorum durup şöyle bir bakınca geriye... mangal gibi yürek varmış, peygamber sabrı...vs.vb.yakıştırıyorum şimdi, yapıştırıyorum kendime tamlamaları, sıfatları...sıyırmadığımı zannetmeyin kafayı...ama az hasarla atlatmışım diye şükretmiyor da değilim!


İnsanın birlikte yaşlanmak istediği biri varsa tencere kapak misali, daha kolay atlatabiliyorsun bu travmayı, daha anlamlı geçebiliyor hayat...ölüm korkusu insanın içine düşmeye görsün; işte o zaman her şey öylesine anlamsızlaşıyor ki...bu güne kadar yaşadıkların, tüm çabaların..."nedir hayatın anlamı?"...bu döngüyü kabullendiğin zaman daha iyi mi yaşarsın günlerini yoksa bir gün öleceğini bilerek hiç bir şeyden zevk almaz bir halde mi geçer günler?!. Kalan zamanı net olarak bilsek, programlasak ve olabildiğince güzelliklerle yaşasak da...geriye ne kalacak?..başkalarına bıraktığımız bir gün satılacak ya da atılacak eşyalar, bir gün unutulacak hatıralar...
Yaşadıkça yaşlanıyorum...bu yaşı görememiş ne çok insan var diye düşünüyorum, sonra daha da güzel yaşlanmak istiyorum safça...en kaliteli şarapları içmek, en sevdiğin yemekleri yemek, en güzel yerleri görmek, elden ayaktan kesilmeden...bu tadlar ve görüntülerle yaşlanmak ve ölmek daha makul herhalde...bir de bizden bir şeyler uman, bekleyenleri düşününce yaşamak ve durmadan çabalamak bir görev haline geliyor!
O zaman yola devam!..geçmişten beslenerek, gelecekten güzel günler ümit ederek, her yeni günle, yaşla, bir yumak gibi büyüyerek yola devam...biraz temiz hava, biraz çakır keyiflik ile, her gün toprağa beş dakika  çıplak ayakla basarak, iyi-kötü yaşadıklarımızı sindirerek devam...gözlerimde göğün, denizin yansıması, daha fazla anı biriktirip paylaşarak devam... aynalardan kaçmadan, kendinle barışık, baba olarak, dede olarak!.....ağabeyden amcaya döndük zaten yavaş yavaş...(ama şu fotoğrafa bakıp;  aldanmayın...Iphone da bir program otomatik bir işlemle yapıyor bunu...ben daha farklı ve güzel yaşlanacağım!)
Herkese "güzel" yaşlanmak nasip olsun!

16 Şubat 2012 Perşembe

Potansiyel-2-

Potansiyel kelimesi; henüz ortaya çıkmamış, gizil gücü, gelecekte oluşması, gelişmesi mümkün olan'ı anlatmak için kullanılan bir kelimedir. 



köşeyi dönünce.........boynuzlanma.....potansiyeli




İleride....sanat eseri olarak yorumlanma... potansiyeli





..... .......sıcak sohbet.........potansiyeli


Yukarıdaki örneklere bakarak, fotoğrafların altındaki nokta nokta şeklinde bırakılmış olan boş yerleri, potansiyel olarak görülen oluşum, tehlike, beklenti vb.vs.leri yazarak doldurun!
 

 potansiyel ...........................................



      ...................................potansiyeli



                                             potansiyel...........................................................












potansiyel.............................................









...............................................potansiyeli






ÖNEMLİ NOT: Kati cevaplar, "17 Şubat" tarihli Akşam Gazetesi'nde yayınlanacaktır.

Potansiyel -1-

Potansiyel kelimesi; henüz ortaya çıkmamış, gizil gücü, gelecekte oluşması, gelişmesi mümkün olan'ı anlatmak için kullanılan bir kelimedir.  Aşağıdaki örneklere bakarak, fotoğrafların altındaki nokta nokta şeklinde bırakılmış olan boş yerleri, potansiyel olarak görülen oluşum, tehlike, beklenti vb.vs.leri yazarak doldurun!


















 Potansiyel ....aydınlatma....


















...toplu intihar.........potansiyeli

                                                                                                     









............yangın................. potansiyeli






















 potansiyel................................................
















........................................potansiyeli



.................................................  potansiyeli
                                                                                                                                                                                                                             




.................................................   potansiyeli

ÖNEMLİ NOT: Kati cevaplar, "17 Şubat" tarihli Akşam Gazetesi'nde yayınlanacaktır.