8 Mart 2016 Salı

"tabu-t"-1-

Bu gün yeni yazmaya başladığım "tabu-t" adlı çalışmamdan bir bölüm paylaşacağım. Kendi hikayelerim, aile ve çevrenin hikayelerinin bir kısmı gerçek olsa da yazdıklarımın bir kısmının tamamen "hayal ürünü" olduğu bilgisini de paylaşayım istedim yanlış anlaşılmasın! 

                     ...“tabularımız  hayatı bir tabuta dönüştürebilir!”
                                                                       -1-                                                              



Kişiye günlük hayatında davranış örnekleri sunan, onun topluma uymasını ve yaşamını bir düzene koymasını kolaylaştıran kültür bu işlevini eğitim-öğretim, tabular, yasaklar, gelenek ve görenekler, töreler yoluyla sağlar. İyi işler ödüllendirilir, kötü işler cezalandırılır. Kötü davranışlarda bulunanlar toplum dışına itilir... Hal böyleyken ne kadar özgür davranabiliriz?!


                                         

"Çekiçle felsefe yapmak" olayların, olan ve olmakta olanların göründükleri gibi ile yetinmenin ötesini geçmek, ötesini görmek, sorgulamaktır...Sorgulayın ve tabularınızı yıkın! Kendinizi özgür kılın, hayatla yüzleşin, dışarıya kendinizi yansıtın!
                                                                               
Çocukluğum her çocuğunki gibi kutsal ya da kutsanmıştı… Çocuk olmak o zaman için güzel gibi görünse de büyük gibi düşünen biri için korkunçtu ve bu korkunç durum onu tehlikeli de yapıyordu… Çocuk gibi davranmak kutsaldı; kutsal olanı arınmış, saf ve temiz zannederken  daha sonra öğrenecektim; kirli ve yasaklarla donanmıştı… en üst rafa uzanıp almayalım diye kaldırılmış koca bir kavanoz reçeldi; bizi şeker komasına sokarken elimizi, yüzümüz gözümüzü yapış yapış yapacak, elbiselerimizi, masa örtüsünden yatak örtülerine, koltuk kılıflarına bulaşıp, saçımızı başımızı yapış yapış yapacaktı.
8 kilo domatesten bir kavanoz domates salçası çıkıyormuş da hiç farketmemişiz yıllarca evde…3 kilo meyve bir kavanoza sığmıştı… mevsiminden uzakta ve bütün kış yetmesi, bitmemesi gerekiyordu… Hafta sonları küçük bir kasenin içine bir çorba kaşığı ile konur, beş kişi paylaşırdık…  Meyveyle aynı tadı vermese de o benzeri olmayan başka bir şeydi… Aslında reçel ile marmelat arası bir şeydi çünkü meyve taneleri için kavga edilmesin diye kevgirden geçirilmişti ama kıvamı miktarı artsın diye şekerlendirilip sulandırılmıştı. Bir kaşığı bastırılmış arzuları ( arzu derken naifçe içten bir şekilde kış günü “yaz gelse” demekten bahsediyorum)körüklemeye, yasakları çiğnemeye, kuralları aşmaya yeterdi… Bizim için tüm bu tehlikeler değerdi ama kavanoz o sabah yerinde yoktu… koyulan yerden sanki kanatlanıp uçmuştu tek bir iz bile yoktu… sonra 1978 kışının bir günü bir sabahın yani sözü geçen sabahın o erken saatinde “içerki” odadan bastırılmış bir inilti geldi… Anne babamın yatak odasının kapısı o sabah kapalıydı… böyle olunca uzak dururduk; durmalıydık… öyle de yaptık zaten… “seslenin biz geliriz” i de uygulamadık…bir süre sonra benzer bir ses hatta sesler birbiri içine geçerek daha güçlü yinelenince dayanamadım odanın kapısına koştum…tam kapının kulpunu tutup açacaktım ki elim kulpa yapışınca bir anda durdum…kapının kulpuna epeyce bir reçel bulaşmıştı…kapının önünde durup  elime yapışan reçeli yalarken içeriden gitgide yavaşlayıp yeni bir ritme giren anne ve babamın nefeslerini duyabiliyordum…
Sonra kavanoz aynı gün birden yerine geldi ama iki parmak eksilmişti!
Bir gün odanın kapısını iyice kapayamamışlar onları ve olanları gördüm!
Kızardım, bozardım; utanma duygusuyla merak içiçe geçmişti...tuhaf duygular ve anlamlandırılamayan;bir süre daha  cevapsız kalacak bazı soru işaretlerinin kancaları uçuştu durdu...onlara sormak istedim ama çekindim! Sonrasında tv imdada "hayvanlar alemi" belgeselleri ile yetişip bu konuda erken gelen "görsel girdiyi"anlamlı hale getirecek bilgilerin bir kısmını daha devreye soktu... Aralarında her ne yaşandıysa tamamen doğal bir olgu ve süreçti...ve tam bir "aydınlanma" yaşamama galiba çok az kalmıştı!

                                                          -devam edecek-