Cebimde bir paket tuzlu fıstık ile tüm İstanbul'u baştan aşağı dolaşabilirim! Ama önce fotoğraf makinelerimi şöyle bir elden geçirmem, küçük de olsa bir ön hazırlık yapmam şart... hafta sonu kaçışları başlıyor...Her hafta başka bir güzergah ve yeni maceralar...Benim tercihim çoğunlukla tarihi yarım ada sokakları ve kıyıları oluyor...ne de olsa tarihi yarım adada ikamet ediyorum...Yedikule'liyim!
Doğanın uyanışı gibi, kış uykusundan kalkıp; umarım biz de soğuk geçen kışın bıraktığı olumsuz etkiyi üzerimizden çabuk atarız! Bahar yorgunluğu, temiz hava ve güneş çarpması, lodosun etkileri, huzursuz bacak sendromu, kaslardaki hamlık, alerjik reaksiyonlar, mide ve sindirim sisteminin mevsimsel değişime uyum sağlaması vs.vb... hepsi kışın sinüziti, soğuk algınlığı ve faranjitinden daha iyidir ! Ara sokaklara, şehrin içerilerine kadar ulaşan mis gibi denizin kokusuyla, güneşten kısılmış gözlerde rengarenk görüntüler ve tatlı yorgunluklarla geçecek günler...bir de detoks şart...yediğimiz-içtiğimiz her şeye dikkat etmeye başlayacağımız bu aylarda; bayanlar yaz ile ilgili planlamalara başlayıp, özellikle mayoların içine sığma adına daha ciddi rejimler uygulayabiliyorlar...
Geçen hafta; 13 Mart günü leylekler geldiler...6 ay sonra onları yeniden görmek güzel...hava şartları yüzünden biraz geciktikleri söylense de aşağı yukarı martın ilk haftasından sonra bekliyordum...Afrika'dan Avrupa'ya az buz yol değil hani! Hava koşulları, güneşteki patlamalar işlerini zorlaştırsa da buradalar...geçen hafta Muş'taki yuvaları 1 metre kar altında kaldığı için nehir kıyılarına giden leylekler yuvalarının kardan temizlenmesi ve havanın ısınmasıyla normal hayatlarına devam edebilecekler...bu arada Avrupa'ya dağılacak bazı gruplar da İstanbul-Beykoz da konaklıyorlarmış...
...geçen gün eski yazılarımdan birini, haritalar ve alerjimi de hatırlayınca onu da ekleyeyim istedim...işte 29-02-2008 tarihli "Bizimavrupa.com"da yayınlanan "Sevgili plastik, polimer, bakalit, alerji, bulaşıklar..."adlı yazım.
Bu sabahki kadar nevrim hiç dönmemişti!Harika bir Pazar sabahına kuş sesleriyle uyandım. Gerçi önceki günkü gazetede okuduğum bir haber bilinçaltımı oldukça meşgul etmiş olacak ki tüm gece plastik ördeklerle o kıyıdan bu kıyıya sürüklendim durdum.
"Binlerce plastik oyuncak ördeğin 15 yıl önce, fırtına nedeniyle bir gemiden Pasifik Okyanusu’na dökülmeleriyle başlayan yolculuğu devam ediyor. Ördeklerin bir kısmı, dünyanın yarısını dolaştıktan sonra İngiltere’ye yaklaştı.
Amerika’da bir oyuncak şirketine gönderilmek üzere 1992 yılında Çin’de gemiye yüklenen binlerce ördek, Pasifik Okyanusu’nda fırtına nedeniyle denize döküldü ve büyük akıntılara kapılarak ilginç yolculuklarına başladı. Emekli olduktan sonra çalışmalarını bu ördekleri izlemeye ayıran Amerikalı oşinograf (okyanusbilimci) Curtis Ebbesmeyer, Pasifik’te 1992’den bu yana 27 bin kilometre yol kateden 29 bin oyuncak ördeğin bu yaz İngiltere sahillerine varacakları öngörüsünde bulundu.
1992 yılında meydana gelen bu sürpriz kaza yüzünden belki binlerce çocuk, oyuncak ördeğinden mahrum oldu, ancak ördekler bilime büyük katkıda bulundu. Curtis Ebbesmeyer gibi bilim adamları, oyuncak ördekler sayesinde okyanusun büyük akıntılarının ayrıntılı haritalarını çıkarttı. Ördekler önce Kuzey Pasifik turu yaptı, sonra Alaska kıyılarına vurdu. Buradan tüm Kanada ve ABD kıyılarını dolaştı.
Ebbesmeyer, birçok kimsenin imkansız demesine rağmen ördeklerin Kuzey Buz Denizi’ni geçeceğini tahmin etmişti. Ördekler 2001 yılında Titanik’in battığı bölgede de gözlendi." (Hürriyet Gazetesi)
Yine de sabaha enerjik ve pozitif başladığım söylenebilir. Dışardaki bahar havası bana bu sabah “ihtiyarlar gibi çay içme!... gel şöyle taze taze meyve suyu sık, iç te tazelen” dedi. Dedi de meyve suyu sıkmayalı neredeyse üç ay olmuştu. Katı meyve sıkacağını hazırladım, elmaları havuçları dilimledim, ufaktan biriki parça haznesine göndererek işlemi başlatmaya hazırlandım. Sıkacağın fişini prize takarak düğmesini çevirdim ve olan oldu; düğme ÇAATT...! diye elimde kaldı. Kırılmıştı...markette indirimden aldığımız tanınmış bir markanın kıytırık bir bakalit parça yüzünden çalışmaması bir yana sadece bakalit bir parçaya bile ne kadar bağımlı olduğumuzu anlamama yolaçtı...Sorun ciddi! Acayip bir şekilde ele geçirilmişiz. Materyalist olmuşuz...madde bağımlısı... Ne olacak şimdi dedim; meyve suyu sıkamıyacakmıyız. Tezgahın üstü havuç ve elma dilimleriyle doluydu. Ne olacak bu elmalar havuçlar... çay da demlemek istemiyorum.Tam bir tüketim toplumu bireyi olarak gidip yenisini mi almalıydım?! Hayır... gidip meyve suyu aldım biraz da portakal!? Sonra plastik sıkacakla birkaç portakal sıkıp aldığım karışık meyve suyuna ekledim. Harikaa...harika bir kandırmaca... Bakalit ne menem bir şeymiş... Aslında petrol ürünü plastik, mika vs.gibilerin hepsi... Bu malzemeler tüm hayatımıza öyle feci ve ciddi şekilde girmişki sormayın! Ev eşyasından, fırın ve ocak düğmesine, araba parçasından, ampul duyuna, tencere, tava sapına, elektrik aksam ve parçalarına kadar üretilen, kötü kokulu bir malzeme... Hammaddesi bir yana üretilen şeylerin “siyah çöp poşetleri” gibi atık naylondan üretildiği düşüncesi de taşımıyor değil. Kanserojen olma ihtimali yüksek! Isıya dayanıklı olması gereken kullanım yerlerine göre içine asbest koyuyorlar.
BAKALİT: Formaldehit ve fenolün, bazik ortamda amonyakla ısıtılması ile elde edilen suni(sentetik) bir reçine. Reçineleşme olayı sırasında bakalit, ilkin sıvı, ya da macun kıvamında bir maddedir (A bakaliti). Isı etkisi ile katılaşır (B bakaliti). Toz hâline getirildikten sonra kâğıt, asbes, elyaf, boyalar gibi dolgu maddeleri ile karıştırılarak kalıplara konur ve tekrar ısı sertleştirilir (C bakaliti). Böylelikle istenilen biçimde ve istenilen yerde kullanılacak duruma getirilmiş olur. Leo Hendrik Baekland (1863-1944) adlı Belçikalı kimyacı tarafından 1909 yılında bulunmuştur.
Polimer katkı maddeleri:
• Antioksidanlar & Antiozonlaştırıcılar
• Plastikleştiriciler
• Alev Geçiktiriciler
• Antistatic maddeler
• Zincir uzatıcılar
• Kayganlaştırıcılar
• Organik Pigmentler & boyalar
• Inorganik oksidler, (TiO2, ZnO)
• Hızlandırıcılar
Günümüzde oyuncakların büyük kısmı polimerden yapılmakta...Çin malı oyuncaklar -özellikle ucuz artık plastikten yapılanlar- kokusuna ve kanserojen olma özelliğine rağmen çocuğu olan herkesin evinde bulunuyor. Alış-verişte, çarşı pazardan aldığımız poşetleri de unutmamak lazım. İşte bunların kokusu alerjimi körüklüyor. Şehir hayatı içinde düzensiz,sağlıksız beslenme ve günlük hayatın içinde kullandığımız kimyasalların artışı, çevre kirliliği, hava kirliliği bünyemizi ve bağışıklık sistemimizi zayıflatıyor. Polenler falan hikaye... kimyasal kokular ki –parfümün en güzel kokulusu, en pahallısı da olsa- yoğun bir biçimde diş etlerimin kamaşmasına,gözlerimin yanması,kaşınması ve yaşarmasına, hapşırmama ve mükosamın dışarı taşarcasına çıkmasına neden oluyor malesef.
Bulaşık yıkamak yemek yapmak gibi bir çeşit terapidir benim için...ya da öyleydi taki bulaşık makinası hayatıma girinceye kadar. Önceleri içini doldurmak bir problemdi yani makineyi yarım doldurarak çalıştırmak müsriflik olacağından, dolmasını beklemek gerekiyordu. Eee kalabalık aile değilseniz ve tüm öğünleri evde yemiyorsanız makinanın dolması 3-4 günü buluyordu. Bu arada bulaşıklar ve makinanın içi kokuşuyor, her yeni kaşık, çatal vs.yi koymak için kapağı açtığımda bu iğrenç koku evi sarıyordu. O zaman her yemek sonrası kirlilerin akarsuyun yani çeşme altında bir ön yıkama yapılarak kokuşacak maddelerin en aza indirgenmesi gündeme geldi. Makinayı da sağlıklı çalışabilsin diye uygun biçimde yerleştirmek, kabkacağı dizmek gerekiyordu. Bütün bunlar ekstra zaman kaybıydı. O zaman neden makina kullanayım ki diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Bir gün üçü bir arada olan tablet deterjan bimişti. Akşam makinayı deterjan haznesine sıvı bulaşık deterjanı koyarak çalıştırdım, yattım. Gece kendimi Halikarnas Disko’da buldum! Yattığım yere kadar ulaşan köpükler ziyan olmasın diye ben de köpük banyosu yaptım. Artık her akşam arkadaş gurubumu topluyor, müzik setine güzel bir cd, bulaşık makinasına da sıvı deterjan koyup sabahlara kadar köpük banyosu yapıyor, çılgınca eğleniyorduk. Bir gün makinadan boğazlanan birinin hırıltılı sesine benzer tuhaf sesler geldi ve makina sustu. Tamirci 350-400 ytl sıkışmış dedi...
Elde bulaşık yıkamak gibisi var mı! Şimdi tüm arkadaşlar birbirimize bulaşık yıkama seanslarına gidiyoruz Pazartesi bende başlayan tur Cuma Sefa’da tamamlanıyor. Bulaşık yıkamaya gelenlerin sadece deterjan ve lastik eldiven getirmeleri yeterli. Umarım bu sene yağışlar bol olur da su kesintisi yaşamayız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder