14 Şubat 2012 Salı

...sevgiyi ararken





Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır, bir güldürür; 
Sen hem hastalık, hem sağlık gibisin
                                      Özdemir Asaf


                                                         
Bu gün...bir Tv reklam (İş Bankası)metnine benzer bir şekilde yazacak olursak;"bu gün en az 2o milyon kişi sevdiklerine aşk şiirleri gönderecek....eskiden olsa ezbere okurlardı...19 milyon 320 si noktayı virgülü yanlış yere koyacak...." gibi bir şey olurdu herhalde...
Olsun varsın duyguları doğru aktarabildikten sonra noktanın, virgülün yeri önemli mi?! Bir de karşılık bulduktan sonra sevginiz...(üç nokta daha)
"Başkası olma kendin ol!..."şarkı sözleri olarak öğüt veren yanı bir kenara aslında acı bir gerçeği bize hatırlatıyor...hepimiz birilerine göre başkalarıyız... dolayısıyla kendimiz olarak da "başkası"yız. Başkalaştırmak, ötekileştirmek daha da farklı bir sınıflandırma ama özünde diğerlerinden farklı, ayrılan, ayrı tutulanları ifade ediyor. Hiç kimseyi bir başkasının yerine koyamayız gerçekte ama hep bunu yapıyoruz bile bile! Kendi sevgilimizden, eşimizden daha hoş, daha anlayışlıymış gibi, daha çekiciymiş   gibi gelebiliyor bir başkası...uzaktan... çünkü yaşanan ilişkide bazı misyonlar tamamlanıyor, adlar, görünümler tek tip haline geliyor, olaylar genelleniyor. Sevdiğiniz kişi bir bütün olarak, farklı bir varlık olarak imgeleniyor...o yüzden saçına, başına, kaşına, makyajına, sakalına,tıraşına bakılmıyor,(bakılıyor da görülmüyor)...çoğu zaman küçük değişiklikleri fark etmiyoruz ya da bizdekiler fark edilmiyor ...oysa  taraflar bunu fark edilmesini istiyor ve fark etmeyince de bol bol sitem ediyor...işte özünde  "o" olduğu için, yani başkası olmadığı için tüm bunlar hissediliyor ve yaşanıyor. Bazı kişilerin hayatlarına "o" bile giremiyor bunu da acı bir gerçek olarak hatırlatalım...ya da birinden sonra bir başkası...
"O" sizin için "özel"...özel olduğu için de farklı görüyor, farklı anlamlarla yüklüyoruz...beklentileri  öylesine yüksek tutuyoruz ki sonrasında beklentilerimizi derinlere gömmek zorunda kalıyoruz... "başka" bir ilişkide bundan daha farklı bir şey olmayacak!
Sevgiyi arayarak geçiyor ömür, sevgiliyi değil. Aradığımız sevgiyi annemizin kollarında, şevkatli dokunuşlarında, yüreğinde, bir kedinin hırıltılarında, bir teknenin içinde, denizin ortasında; sizi kucaklayan ucsuz bucaksız, bir o kadar da derin mavide bulabiliriz belki...
bazen sizin gibi düşünen, karıncaları ezmemek için adımlarına dikkat eden biri çıkıyor karşınıza...sonra yıkıp döken, size ve çevrenizdeki her şeye, herkese zarar veren birine dönüşüyor! Biri çıkıyor sevgi nedir görmemiş, bilmemiş buz gibi kalbiyle "al beni şekillendir, öğret sevgiyi" diyor...."zevklerin benim de zevklerim olsun, tüm sevdiklerini bana da göster, yüreğinde bana da bir yer aç" diyor...ben ne yapıyorsam o da yapıyor...benden bir tane daha oluyor; kendimi sevebilir miyim!?
Yok...yok! önce "ben" dedikçe bencilce olan karşı tarafa oluyor...ama hayat bencilliği öğretiyor...önce ben...başkalarına verdikçe, size kalmıyor...sürekli üretilen, artan bir şey de değil ki bu!...tükeniyor her şey gibi...atılan bir taş mutlak yere düşer, başlayan, yaşanan her şey sona doğru      koşar...alışkanlık, tekrar haline geldikçe de tüketir kendini ve sizi de...bir gün bir bakarsınız karşımızdakine yüklediğimiz tüm anlamlar değersiz ve karşılıksız... bildiğim bir şey var ise o da aşk imkansızlıklarla, engeller arasında aşk olarak kalıyor, tam olarak yaşanamadığı sürece... Ferhat'a Şirin için dağları deldiren haliyle.....

Sevgiyle kalın; isterseniz sevgiliyle... "öz eş"inizi bulana kadar da arayın bence belli mi olur gerçekten vardır belkide!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder