Tv ve gerçekler...
Başka kültürlere özendirilmek! kendi kültürümüze sahip çıktıktan sonra ne farkeder...
gerçeklerden kopartılmak! gerçekler acıdır!...biraz olsun hayali şeylerin içine dalalım, hayellerimiz olsun...zararı yok!.. tüketim uğruna yanlışlar doğru gösteriliyor! olsun varsın ...bozuk bir saat de günde iki defa zamanı doğru gösterir, kötü dediğimiz şeylerin de bir emek sonucunda üretildiğini unutmadan, güzel ve doğru yanlarını pek ala bulup çıkarabilir,onlarla idare edebilir, kabullenebiliriz...sorun yok! allanıp pullanır her şey, her şeyde bir makyaj! sadelik de bir yere kadar...bu gün makyajsız ne kaldı ki!...şiddeti pompalar! şiddet zaten bastırılmış olarak insanın içinde, özünde, doğasında; ilkel yanında var...o zaman sorun yok! tüketimi pompalar! pompalamasa da öyle ya da böyle yine tüketmiyor muyuz! mevcut hükümet ve yönetimi krikoyla kaldırır! bunu yapmayan kanallar var...istersen onları tercih edebilirsin!
Görüldüğü gibi her iki yandan da bakmak lazım hayata ve "tv" gerçeğine...kendi doğrularımız, başkasınınkiler ve tabii mutlak gerçekler çerçeveleri farklı olsa da...alenen, apaçık, bütün çıplaklığıyla görünen gerçekler...zaman zaman bir belgesel bile gerçekliğiyle sıkabiliyor, aynı konuda yapılmış kaç belgesel seyredebilirsiniz sıkılmadan...kafayı dağıtmak için bir aksiyon filmi seyret, abuk subuk bir dizi,aynı filmi yirminci defa, aynı konuda yapılmış bilmem kaçıncı filmi... biraz reklamla yaratıcılığın körüklensin, bir yarışmada senin tuttuğun biri, bir taraf yarışsın, spor programında bir penaltı tartışmasında haklı çık...zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yorgunluğunu at...çok fazla kafa yormadan...bazen vitamin, bazen de uyku ilacı niyetine!
Görüntü: Gerçekte var olmadığı halde varmış gibi görünen şey, hayalet…fizikte ise herhangi bir nesnenin mercek, ayna gibi araçlarla oluşturulan biçimi olarak tanımlanabilir.
Kant’a göre mekansal-zamansal kaydetme olarak tanımlanmış
olan “görüntü”, 20.yy’nin ikinci yarısından itibaren, özellikle TV’nin gelişimi
ile ve dijitalizm ile yeniden tanımlandı,
yeniden üretilip- tüketilen, sınırsız çoğaltılabilen
bir ortam buldu. Sanat ortamının yeni ikonları; fotoğraf, sinema ve televizyon
gibi elektronik-dijital alanları günümüze taşıdı.
Televizyonu hazırlayan teknolojinin geçmişi 1870’lere
dayanır. İngiliz telgrafçı May, ışık dalgalarını elektrik akımına çevirmeyi
başardıktan sonra 1883’te Alman Paul Nipkov ilk satır tarama aygıtını
geliştirdi. Fotoelektrik sisteminin geliştirilmesiyle, görüntünün satır nokta
çözümlemesi ve elektromanyetik dalgaların iletim olanağı, elektronik görüntü
teknolojisini başlattı.. İskoç bilim adamı John Logie Baird 1925 yılında ilk görüntü
transmisyonunu gösterisini İngiltere’de gerçekleştirdi. Philo Taylor
Farnsworth’un “Image Dissector kamera tüpü” 1927 yılında ilk görüntüsünü
aktarmayı başardı.
İlk dönem 50’li yılların sonuna doğru geliştirilen video
kameralara kadar görüntü kaydı sinemada kullanılan film kameralarıyla çözüldü.
TV kendi tarihi içinde elektronik görüntüyü bir kitle
iletişim aracı olarak zengin ve çeşitli nitelikleriyle topluma sunmuştur. Ama
TV’nin yaşam içindeki yeri hep tartışılmıştır. Onun ham malzemesi “elektronik
görüntüyü” video ile avant-gard sanatçılar(Nam June Paik, Dara Birnhaum vb.) yeni
anlatım biçimleri için kullanmışlardır.
Elektronik görüntü (video), ekrandaki görüntü ışıklı noktacıklardan oluşur. Yani görüntü ışıktır. İç ışık düzenlemeleri videonun kendine has elektriksel enerjisinin sunduğu bir olanaktır. Ekrandaki ışık değerini çoğaltıp azaltarak, renk ve ton değerleriyle oynanabilir. Elektronik noktacıklar sanatçının belirlediği modeller doğrultusunda hareket ettirilebilir. Kameranın önündeki nesnenin fiziksel yapısını değiştirerek yeni bir nesne ortaya çıkarmaktan söz edebiliriz. Dış ışık , nesnenin boyutunu yönlendirir. İç ışık (ekranın elektronik enerjisi) ise nesneyi bütünüyle yapısal olarak değiştirir. Bu yönüyle bakıldığı zaman her nesne, her kayıt edilmiş görüntü, video için yenden üretilecek bir malzemedir."Tv hem çerçeve hem de sahnedir"Marcell Duchamp... Tv'nin hayatımıza getirdikleri ve bizden götürdükleri farklı yorumlanabilir ama bu onun varlığını ve hayatımızda kapladığı yeri genelde çok etkilemiyor...
Fotografik imajlar üzerinden şekillenen 20.yüzyıl sanat ortamı 50’li yılların sonu ve 60 yılların başında ortaya çıkan “Fluxus” ve ”Happening” hareketlerinde yer alan sanatçılar televizyonun egemenliğine karşı tepkiler verdiler. Nam June Paik, Wolf Vostell sonrası , Beuys gibi sanatçılar “Neo-Dadalar”adıyla konserler verdiler aksiyon ve sergiler gerçekleştirdiler. Fluxus hareketi nesnelerin, değer yargıların, geleneklerin yabancılaştırılmasını kimi zaman tahrip edici, kimi zaman alaycı ve oyunsu bir yaklaşımla ele aldı. Video sanatının ortaya çıkışı “televizyon andığını” reddetme ile başladı.
Nam June Paik 1963’te “Exposition of music-Electronic
television”adlı sergide , ekranı bir mıknatıs yardımıyla “elekronik”olarak
boyadı. Vostell ise yine aynı yıl”De-Collage” adlı eseriyle Paik’i izledi... Daha
sonra New Brunswick’te dikenli tellerle çevrilmiş bir televizyonu yayın devam
ederken yere gömdü... Aracın izlenme biçimine tepkilerini de ekrana kremalı
pastalar atarak ve haberleri izleyerek gösterir. Beuys, ekranın mat camı yerine
keçe koyarak “keçe televizyonu” gerçekleştirir...
Laurina Paperina - Nam June Paik
Charlotte Moorman
performing Paik's Concerto for TV Cello and Videotapes (1971)
Candle TV" 1980
Nam June PAIK
"Tv Budha "1974
Video sanatını harekete geçiren, ilk dönem video sanatçılarını birleştiren ortak nokta, televizyon eleştirisi idi. 1967′de Sony Portapak‘ın piyasaya çıkması ile artık herkesin TV setlerinde kendi kaydettikleri görüntüleri izleyip gösterebiliyor olması, TV’nin demokratikleşmesi ve kurumsal otoritesinin zayıflatılması yönünde bir umut yaratmıştı. Zamanla bu eleştirinin televizyonun kendisi tarafından benimsenmesi, televizyona referans veren televizyon programlarının yaygınlaşmasının da etkisiyle video sanatçılarının kullandığı yöntemler ve kendi kendine atıf stratejisi etkisini yitirmiş, medya sanatı doğrudan TV eleştirisinden çok TV kültürü ile bağlantılı konulara yönelmişti.30 yıl sonra İnternet, ilk dönemlerinde merkezi iletişimin parçalanması, imgelerin kolayca oluşturulması, kopyalanarak iletilmesi ve etkileşimlerin esnek hale gelmesi sanatçıların ilham kaynağı olurken, aynı zamanda önceki ortamların başına gelen ticarileşme ve merkezileşme eğilimi ile tedirginlik yaratıyordu. İnternet sanatının ortaya çıkmasından olgunluğa ulaşması arasında geçen zaman video sanatına göre çok daha kısa sürmüştür...
Doktor Y-"La Antena" filminden...Mr Tv...La Antena Filminin kötü kahramanı insanların seslerini çalarak onları sessizliğe mahkum etmiştir. Sahibi olduğu ürünleri her yerde pazarlayarak insanları pasif kölelere dönüştürür... Arjantinli genç sinemacı Esteban Sapir’in yazıdığı ve yönettiği La Antena, medya-kapitalizm-iktidar ilişkilerini sorguluyor! 1984’e ve Orwell’in yaratmış olduğu distopik dünyaya benzer bir dünyada, insanları pasif alıcı haline getiren kitle iletişim araçlarının günlük hayattaki olumsuz etkilerini, çağımız sorunlarını ele alıyor...bunu da sessiz sinema dönemi yönetmenlerinin tarzlarına öykünerek (Murnau"Cabinet of Dr. Caligari", Lang "Metropolis")ve Ekspresyonizm etkisiyle yarattığı gerçeküstü dünyayı; hem simgesel hem de allegorik bir dille ele alıyor. Aldous Huxley "Cesur Yeni Dünya’da" kitabında insanların uyuşturularak ve haplar aracılığıyla itaat altına alınacağını öngörmüştü ama onun yerine kitle iletişim araçları bunu gerçekleştiriyor...Televizyon, insanların algı seviyesinde değişimlere neden olurken, öte yandan da zaman, mekân, kültür ve sosyal çevre gibi öğeleri de değiştiriyor.
insanlar nesneleştiriliyor...Teknoloji bizi esir alıyor...öyle bir ikilem ki, insanlar tarafından yaratılan ve onları ileriye götürmesi düşünülen yeni teknolojiler ile görünüşte ilerlememize rağmen, zihinsel olarak geriliyoruz...bazıları etkilenmeden bu gücü kullanabiliyor...etkilenenler ise "Tv kafa", bilgisayar oyunlarıyla gerçek dünyayı unutan, tüm bir yaşamı başka bir şey olmadan sadece cep telefonlarıyla geçirebilecek hale geliyor...
"About-time-2 "Segment from "Ten Minutes Older: The Cello" Directed by Mike Figgis ...Deneysel yönetmen, besteci, senarist ve yapımcı Figgis'in bu çalışması Timecode(2000)in devamı niteliğinde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder