12 Aralık 2012 Çarşamba

"kusur"


                   
                     "İşlev"-Cüneyt Gök(1998)
              (KUSURLU OLAN BAZEN İŞLEVİNİ YİTİRİR!) 
           
Bugün sona erecek I. İstanbul Tasarım Bienali'nin konusu "Kusurluluk/ Imperfection" olarak seçilmişti...Bizim algıladığımız kusurluluktan biraz farklı yorumlanmış!..İstanbul gibi kusurlu bir kent ise doğru bir seçim!
Sanayi ürününden şehir planlamaya kadar geniş bir yelpazede, tasarımda "farkındalık" yaratmayı amaçlayan Bienal, eski kavramlara yeni bir bakış açısı ; bir Japon konsepti olan "Wabi"ye, yeni olarak süreksizlik, geçicilik ve kusurluluk katıyor.


"Wabi' basit, doğal, yalın sade ve kusurlu şeylerin içindeki güzellik anlamındadır. "Sabi" ise kullanılmış, zamanla aşınmış, yaşanmışlık taşıyan eski ve  yaşlı şeylerin güzelliğini ifade ediyor. Özetle; basit şeylerin değerlerini vurgulayan eski bir Japon estetiğidir diyebiliriz...bugün sanat dallarından dekorasyona kadar birçok alanda kullanılmakta...
Nişantaşı,VitrA mağazasında “Kil Fabrikası” isimli atölyenin ürünleri mağazanın giriş katında sergileniyor...Kalem kutusu, peçetelik, mumluk, sütlük, kase, küllük, Türk kahvesi cezve ve fincanı, aydınlatma ünitesi, sosluk, yemek tabağı gibi günlük hayatta kullanılan nesnelerin “kusurlu” yorumlarından oluşan sergi; VitrA’nın kusursuzluğa gönderme yapan ürünleriyle tezat oluşturuyor...
Yeni nesiller için harekete geçirici olan kusurluluk, aynı zamanda ütopik bir bakış açısından vazgeçtiğimizi, onun yerine gündelik hayatın dağınık gerçekliğiyle çalışmaktan ilham aldığımızı kabullenmek anlamına geliyor...



Mükemmel bir obje yaratmaya çalışmak, tasarladığınız her birleşim yerinde, attığınız her dikişte, şekillendirdiğiniz her yüzeyde nereye ulaşmanız gerektiğini bilmek demektir. Ancak kusurlulukta olumlu nitelikler ararken bir sürece ya da kavramsal bir çerçeveye gözünüz kapalı bir şekilde inanıp, yalnızca beceri, istikrar ve tutarlılıkla istediğiniz sonuca ulaşmayı bekleyemezsiniz. Her karar kişisel bir seçimdir; bir felsefenin sonucu değildir.


Kusursuzluk kelimesinin kendisi, ima ettiği özellikleri taşıyan orijinal bir objenin varlığına işaret eder. Bu tarz objeler, kendine has özellikler taşımaktan ziyade, başka bir şeyin mükemmel kopyaları olarak kabul edilirler.
Seri üretim objeleri, orijinalin olmadığı, prototip ya da modellerin bulunduğu bir çağın ürünüdür. Buradaki odak nokta, objelerin seri olarak üretilmiş olmasının doğasıdır.Nesnelere bir bireyin sahip olduğu karizmayı kazandırmak üzere seri üretim yöntemleri ile uğraşırken muhtemel belirsizliklerden yararlanmayı çekici kılan da ürettiğiniz her vazonun, her camın ve hatta her sandalyenin diğerlerinden farklı ve bazı açılardan ayırt edilir şekilde kişisel olduğunu açıkça ortaya koymaktır. Bu, endüstriyel olanı yumuşatmak ve evcilleştirmek demektir.

Kusur: Eksiklik, noksan...

Hiç birimiz mükemmel değiliz...hepimizin ve doğadaki diğer varlıkların bir kusur, bir zayıf noktası var...bazen de o kusur bizi "biz"yapandır!
o zaman mükemmele ulaşma takıntısını bir kenara koymak gerekiyor.






"Denizin dibinde incilerle taşlar karışık olarak bulunurlar, övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar". Mevlana

Dün akşam Tv'de "Tron Efsanesi-Tron  Legacy" filmi vardı...Sanal alemin içinde sıkışıp kalan onun yaratıcısı Kevin Flynn(Jeff Bridges)filmde:"Kusursuzluk bilinemeyen bir şey. İmkansızdır ama aynı zamanda daima gözümüzün önündedir. Yüzyıllarca tanrıları, ruhları, uzaylıları, bizden üstün varlıkları düşündük...diyordu!  
Mükemmele ulaşma bir hırs ve insanoğlunun zorladığı bir sınır ama  Shakespeare'ın dediği gibi en iyiyi bulmak için uğraşırken iyiyi kaybediyoruz! En "iyi"olan zaten sahip olduğumuzdur. Öyle şeylerin peşine düşüyoruz ki...hatta zamanda yolculuk yapmak için hep bir zaman makinesi tasarlama arzusu vardır ya insanoğlunun! Buna ne gerek var; anılarımız bizi geçmişe, hayallerimizde geleceğe götürdükten sonra!..

"O kadar kusur kadı kızında da olur"! sözündeki gibi kusurlarımızı, zaaflarımızı ve onlarla yaşamayı kabullenelim! Değiştirebildiklerimiz varsa ne mutlu! Sonuç getirmese de yaşam mücadelesi içinde kendimizi sorumlu hissedip bir kez denemek bile yeterli bence! Söylence de; tanrıların  bir kayayı dağın  tepesine taşıma cezasına çarptırdıkları Sisifos, tam zirveye ulaşmışken, kaya yeniden aşağı eski yerine yuvarlanır ve her seferinde Sisifos’un harcadığı emek boşa gider durur! Oysa Albert Camus "Le Mythe de Sisyphe" adlı çalışmasında “Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter, Sisifos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir” demiş...


Hayatta ve futbolda kusurlu hareketler vardır...İşin içine rakip girince her iki mecradaki bu hareketler aslında birbirine benzer! Hayattakiler,tabi ki futboldaki kadar fiziki değil; mecazidir! Toplum içinde küçük düşürücü benzer hareketleri de bu sınıfa koyabiliriz! Ama bunları kusur ve kusurluluktan çok; düşüncesizlik, eğitimsizlik, kontrolsüzlük, tahammülsüzlük ve fevri olmak ile ilişkilendirebiliriz!




Konfüçyüs ile bitirelim: 
"Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmaz ise; insan da acı çekmeden olgunlaşamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder