27 Ocak 2015 Salı

Bulutlar, resim ve "fotoğraf"...

En büyük çekincelerimden biri yazdığım bir konuyu "temcit pilavı" gibi yeniden ortaya çıkarmak değil ama suyunu çıkarmaktır! 622 Yayınım olmuş...zaman zaman geriye dönüp alıntılar yapıyorum bugünkü yayında olduğu gibi...Umarım sıkıcı olmaz!

Geçmiş yayınlarımdan birinde, 5 Ekim 2012 tarihinde "üst geçit"i kullanan bulut! şiirini  ve fotoğrafı paylaşmıştım...


"Başı öne eğilmiş mutsuz ve umutsuz insanların yukarıya;çocukken sıkça yaptığımız gibi göğe bakması dileğiyle!"
demiştim  başka bir yazımda
...
"küçükken saatlerce onları seyre dalar, zamanı unuturduk... yumuşak çizgiler daha çok hayvan figürlerini çağrıştırır; kedi,köpek,koyunlar, balinalar derken bazende tunçtan insan heykellerine, komik suratlara benzerler... sürekli canlı ve değişkendir onlarla manzara...
Onlar da yaşar,ölür ve yeniden yeniden doğarlar... dağların başına taç olur, vadilerden rüzgarla nehir gibi akarlar...masallarda "küçük beyaz bulut", "yalnız bulut","sevdalı bulut" gibi isimlerle karşımıza çıkarlar... Amerikan Kızılderili isimleri gibi" diye devam etmiştim yazmaya...


"Her geçen gün biraz daha silikleşen insan yüzlerini bulutlara benzetiyorum; ufacık bir rüzgarla durmadan değişen, tam bir şeye benzetip birilerine göstermek isterken birden dağılan bulutlara… Bulutlar hiçbir yere ait değildir, görüş alanımız içindeki gökyüzüne bile… İçine gökyüzünü de alan bir fotoğraf çek; oraya ve o zamana ait olurlar! O anın içinde dondurulmuş, o çerçevenin içine hapsedilmiş... bulutlar hiçbir göğe ait değildir. Sen bulutlara bakarsın bulutlar sana… Sonra seni bırakıp, unutup giderler orada... Gökyüzü senin için iki gözün açıkken baktığın aralık kadardır; bulutlar içinse kat edilecek daha çok yol vardır"...(20 aralık 2011 "Farkında olmak" adlı yazımdan...)

Şimdi ancak o zamanlarda çektiğim bulut fotoğraflarına bakıyorum!  Sürekli bir koşuşturma içinde yapmam gereken o kadar çok şeyi içeride; masa başında  gerçekleştirirken dışarıda bulunduğum kısıtlı saatlerde kafamı kaldırıp göğe bile bakamıyorum...Eskiden mutlu bir "bulut fotoğrafçısı"ydım...Şimdi artık göğe bakamaz oldum...

Eski paylaşımlardan sonra "bulut" ve "fotoğraf"tan bahsettiğimize göre tarihte biraz daha geriye giderek başkla bir yolculuk yapalım...Yıl 1839..."Paris Bilimler Akademisi"nde, 7 ocak da, Fransız bilim adamı Luis François Arago, fotoğrafın icadını resmi olarak açıklıyor... diğer yanda Paul Delarouche fotoğrafın icadı ile “ bugünden itibaren resim ölmüştür” hükmünü veriyor... Şurası bir gerçek ki Fotograf, güzel sanatlar için büyük bir adımdı ve modern çağın bir parçası olacaktı...Ama durum biraz değişikti!"Daguerreotype" adı verilen fotoğraf tekniğinin görüntüyü sadece bir kez oluşturulabilme; yani tek ve “biricik” olma özelliği varken Henry Fox Talbot’un negatifi keşfetmesi ile fotoğrafın birden çok üretilmesi söz konusu oluyordu... Bu gelişme ile artık fotoğraf güzel sanatların tekil ürünlerinden farklı olarak, mekanik üretimin konusu olacaktı… Fotoğrafın mekanik olarak doğayı kopyalamasının yanı sıra  yine mekanik olarak "yeniden üretimi", teknolojik bir keşif olan fotoğrafın sanattan daha çok sanayinin bir parçası olması sürecini pekiştirmekteydi... Yeniden üretim ile sanat yapıtı evlerimize kadar girecek ama sergilenmiş orjinalin aurası da yitecekti... Fotoğraf ve sinema bu sürecin içerisinde yer almaktaydı... Sinema, ses ve görüntüyü birleştirerek gerçekliği yeniden üretirken, fotoğraf da kendini özellikle yazılı basında gerçekliği çoğaltarak varlık buluyordu… Ama “fotoğraf" ile Paul Delarouche'un “ bugünden itibaren resim ölmüştür” hükmü gerçekleşmemiş ve resim sanatı yok olmamıştır! Van Gogh ve Ayvazovski'ye bakın ve görün çizdikleri bulutlarla birlikte!
























Buradan bir iki farklı çıkarıma varabiliriz: İlk çağlardan bugüne insanlar gerçekliği her zaman farklı şekilde algılamıştır; çünkü gerçek sürekli olarak değişir. Fotoğraf gerçekliği en hızlı alımlayan bir sanattır ama o da yaşadığımız sistemde ve gerçeklik düzleminde bunu bütünüyle başaramaz! Üretim ilişkilerinin değişmesiyle beraber insanların gerçekliği algılayışı da değişmiştir... Kapitalizm gerçekliği neredeyse ortadan kaldırmış, insanları kitle kültürünün içine sokmuş, istemediğini sistemin dışına atmıştır… Tüketim gerçeğin yerini alırken yapay mutluluklar yaratılmıştır. 
Bu sistemde mutlu olmak için gerçeğin farkında olmamak gerekir…

Hamlet -Şu buluta bak deveye benzemiyor mu biraz?

Polonius -Vay canına, tıpkı deve gerçekten... 

Hamlet-Bence sansara benziyor.
  
Polonius-Evet,sırtı sansar sırtı.
  
Hamlet-Yoksa balina mı?

Polonius-Çok benziyor balinaya…

                                                                                                                    W. Shakespeare

Bu konuşmalarda Polonius’un tarzını dalkavuk olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu konuşma bir gerçekliği barındırır. Yaşamda her şey değişir. Yeryüzünün en hareketli ve en değişken yapılardan birisi olan bulutlar ise sürekli şekil ve yer değiştirir. Hamlet’in deveye benzettiği bulut, sansara daha sonra da balinaya dönüşebilir… Tıpkı bizimle birlikte değişen, dönüşen dünyamız gibi… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder