22 Aralık 2011 Perşembe

...buradayım...ya da orada!


                             Fotoğraflar: Cüneyt Gök

Uçurum yukardan aşağıya mı yoksa aşağıdan yukarıya doğru mudur? Oluştuğu gibi midir, göründüğü gibi mi? Bakıldığı şekliyle mi derindir, taşıdığı anlamla mı?
Koca bir kaya parçasını parçalayarak çakılara dönüştürebilirsin. Çakılları bir araya getirerek kayayı yeniden oluşturabilir misin ? Bir gördüğün düşü bir daha görebilir misin?

BURADAYIM

Rüzgar kanat çırpışıydı  dev bir kuşun

Gece gölgesiydi yere inerken gövdesinin

Dolunay  gecenin içinde açık tek gözü…

Gece çok sıcaktı. Rüzgar sıcak estikçe daha da huzursuz oluyordum…üstüne üstlük bir de dolunay vardı. Gece çok sıcaktı…hava çok…
Sağa sola döne, kıvrıla saatler sonra zar zor gözlerimi kapatabildiğimi hatırlıyorum. Sonrası rüya:
Buradayım…tüm gözlerin, tüm ellerin erişilebilirliğiyle...bilimkurgu filminin içinde gibiyim. Fabrikalar pas tutmuş. Bir damla bile su yok.  Atıklar dev tepeler oluşturuyor…buradayım ve hayatta kalmış olmayı umut ediyorum. Bunları görebiliyorsam hayattayımdır! Görmemek için ölmeyi yeğelerim…acaba ölü müyüm?!…dumanları ve yağan asit yağmurlarıyla daha da alevlenen yangının korları bana kadar ulaşıyor. Her biri farklı kokular ve farklı renk dumanlar saçan, için için yanan ölü canları düşünüyorum.Tıpkı eski veba salgınlarında yakılanlar gibi…genzim yanıyor, soluk almakta güçlük çekiyorum…gözlerim kanıyor. Buradayım, varım…yarım kalmış bir şarkıyı bitirmek için; soluksuz, vakitsiz, çirkin …Hindiba çiçeğinin polenlerine üfleyip bir yolculuğu başlattığım günden beri ben de çılgınca sokaklarda yürüyorum. Arayışımın yönü çoktan pusulasını kaybetmiş bir hiçliğin sınırlarında . Çöpçüler grevde. Aslında devletin ve özel sektörün hiç bir çalışanı kalmadı. Hükümet falan da…Kimse de sormuyor bu insanlar nerede, neler oldu…herkes biliyor. Bu kabus hepimizin. Şehir kokuşmuş bir hayvan leşi gibi çürüyor...çürüyor… Kimse düşünmüyor. En akıllısı, en ahmağı, en fakiri, en zengini, herkes eşit durumda. Sular 62 gündür akmıyor. Bir damla su için gırtlak gırtlağa insanlar. Kazma kürek bulan, yakılmaktan kurtulmak için mezarını kazıyor. Camları günler öncesinden kırılmış ve yağmalanmış marketin oyuncak reyonunda dolaşıyorum farelerle birlikte…güvenlik kameralarına gülümsemeye çalışıyorum onların çalışıp çalışmadığını bilmeden. Şimdi elektronik reyonundayım dev bir plazma tv’yi kucaklıyorum ama çok ağır…gücüm tükeniyor. Evdeki çiçeğime su bulmalıyım!.. Onu bu güne kadar yaşatmam çok zor oldu. Deniz geliyor yine aklıma bu kadar su bir işe yaramalı; hem Marmara denizi o kadar tuzlu değil diyorum kendi kendime. Açlık ve susuzluktan düşünemiyorum .Televizyon kanallarından bazıları yayına devam ediyor; hem de kesintisiz. Artık içecek ve deterjan reklamları yok. Ana caddeye çıkıyorum, oradan Emek sinemasına…kapılar ardına kadar açık, camekanda afiş, gişede biletçi yok. Salondan sesler geliyor. İçeri giriyorum “Ayestafanos Abidesi’nin Yıkılışı” oynuyor boş salonda... göz ucuyla bakıyorum... benden başka bir iki yaşlı var en ön koltuklarda oturmuş, sigara tüttüren. Film bitince savaş zamanı cepheden haberler adı altında verilen kısa filmler benzeri bir şeyler gösteriliyor. Bir adam haritanın önünde “işte bu hafta temiz yağış alacak bölgeler” diyerek gülümsüyor. Dışarı çıktığımda bardaktan boşalırcasına bir yağmur başlıyor…ıslanıyorum, ıslanıyoruz…herkes sokakta. Kabını kacağını getiren yağmurun altına tutuyor. Koşup evden çiçeğimi alıyorum ve yağmurun altına çıkıyoruz birlikte…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder