25 Temmuz 2014 Cuma

"uf"la "üf"

-İki ses, o seslerdeki vurgu ve yazım dilinde de iki nokta-lama işareti nasılda değiştiriyor anlamı! Ünlemlerle dolu hayatımızda iki farklı ünlem "uf"la "üf"... Sevinç, üzüntü, kızgınlık, korku, şaşkınlık... 
a!, ah!, eh!, hey!, ha!, vah!, of!, ey!, ya!, üf!, eyvah! Yarabbi!, Yuh!, Yoo!, 

-Yürüyorum...yürü-yorum... Sahilde zayıf, güçsüz, aç martılar dişe dokunur bir şeyler arıyorlar... Birbirlerinden medet uman bakışlarla ben yürüdükçe adım adım birbirlerine sokuluyorlar... Sonra kargalar geliyor; kirli, pejmürde, serseri ve komik siyahlar giymiş bir çete... Ama akşam sahilde mangal yapanlardan geriye bol bol plastik, naylon atık kalmış! 

-Terasta çiçekleri suluyorum... her gün sulamama rağmen yine sararıyorlar... Akşam sularsam bir dahaki akşama kadar yeterli olmuyor; kuruyorlar... Sabahtan sabaha sulasam aynı şey... Gün aşırı sulasam yine aynı, bir akşam bir sabah sulasam da aynı... Sonuç: fazla su da az su da bu sıcakta yaramıyor, bitkilerim yaprak yaprak soluyor!

-Hiç bir şeyi tam olarak istememişim hayatımda, hiç bir şeye tam olarak inanmamışım, hiç kimseye tam olarak güvenmemişim, hiç bir zaman kendimi tam olarak güçlü hissetmemişim....Mücadele ettiğimi sanırken yeterince aslında kendimden bile kaçmışım... Kaçtığımı zannederken yerimde saymışım, kurtulduğumu zannederken boyuma kadar batmışım... Bundan sonra bütün bu farkettiklerimden daha farklısını yaşayabilmem mümkün mü?!
Her şey aile de başlıyor ve bitiyor! Herkesi ve her şeyi sevebilmeyi, kendine güveni ekebilselerdi yüreklerimize! sorduğum soruların cevabını doğru olarak alabilseydim keşke... Masal okumasalardı gerçeklerin yerine! Keşke!


-"Bizim sokak", "Oyun Gemisi", "Oyun Treni" ve " Oyun Sandığı"-gibi çocuk programlarını hatırlıyorum TRT günlerinden; güzel programlarmış... sonra bir ara "Susam Sokağı" devralmıştı bayrağı...oradan nereye geleceğim; Susam "simit"te, simit "simitçi fırınında, "simitçi fırını" sokakta olur! Ya da simit sokakta, tezgahta olur... Sokakta satılan "Sokak simidi" taş fırın olur, "Pastane simidi"nin hamuru tatlı olur... Her yerde mantar gibi biten Simit Saraylarından sonra  "sokak simidi"nden sonra "Simit Sokağı" kavramını da görselleştiremiyorum! Bu yüzden "paketini" paylaşıyorum! 

-Gözümü dünyaya açtım; afalladım, "aval aval baktım", netlemeye çalıştım... sonra tanımaya, ayrıt etmeye...iki gözüm iki çeşme ağladım, başkasına bir şeyi inandırmak için "iki gözüm önüme aksın ki!" dedim, güzel gözlere aşık oldum, doğumları, ölümleri gördüm, güzel günler kadar, acı, neşeli, heyecanlı...Benim baktığım kadar dünya da bakıyordu bana, mobeseler,  heryerde güvenlik kamaraları, her gün binlerce göz bizi gözleyen... 





Uykusuz gecelerin sabahında kan çanağına döndüğü olurdu gözlerimin...  "Dört açmak" zorunda kaldığım da oldu, utana sıkıla baktığım da, gizlice baktığım da aralıktan, delikten, anahtar yuvasından, saklambaç oynarken saklandığım yerden etrafıma... Kovalanırken dönüp arkama baktım, zorlanırken hayatta yanıma baktım, üç beş hedefim vardı biraz önüme; ileriye baktım... Güneşli havalarda kıstım, karanlıkta fal taşı gibi açtım... Uzaklara baktım kimi zaman daldım gittim, yıllarca fotoğraf çektim, kamera kullandım vizörden baktım durdum dünyaya "mononoküler", monoküler... Yıllarca "kuş gözlemciliği yaptım" bu sefer dürbünle bakmaya başladım, zaten öyle bakıyordum ya genel olarak dünyaya araya bir de "araç" girince teknik olarak "binoküler"e bağladım! 

Hepsi bir yana hiç bir bakışım özgür değildi aslında... ancak özgür olabilir sanıyorum belki gözlerimi tam olarak kapadığımda! 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder