18 Ocak 2012 Çarşamba

Gövde-Beden-Sanat

Gövdemiz, vücudumuz bir tasarımdır. Ama içsel, ussal yanımız sürekli geliştiği için bitmemiş bir tasarımdır insan diğer canlılardan farklı.... Doğumdan ölüme; gelişir, büyür, değişiriz fiziksel görünümlerimizle...bedenler genel olarak birbirine benzese de parçaları arasında küçük farklar vardır hep...kimi insanın kolları kısa, kiminin kulak memeleri bitişiktir, kimi tüysüz, kimi kıllıdır, kiminin kocaman elleri, küçücük kafası vardır...kiminin boncuk gibi gözleri...bazen orantısız ama kendine özgü... ama herkesin bir gövdesi vardır...gövdesiz bir uzuv ve organ bağımsız olarak yaşamaz! Ağrı, acı, hastalık, kaza, yaşlılık...her türlü ölüme yaklaşma uyarır bizi. En özgür anımız doğduğumuz andır,bir daha öylesine özgür olamayız...hep uyarılırız...hep bir şeyler verilir, dayatılır, benimsetilmeye çalışılır...toplumun değer yargıları çerçevesinde şekillendirmeye çalışılır hem fikirlerimiz, hem bedenlerimiz...ayaklarımızdan prangalarla bağlanırız yaşadığımız çevreye, şehre, aileye, geleneklere, tabulara...moda, kişilik-kimlik, statüko,makyaj vb.vs ile giydirilir, ambalajlanır çıplaklığımız.


Harddiskimiz doldurulur başkalarının düşünüp bulduğu formüller, mutlak doğru diye kabul edilenlerle...
çoğu hiç bir zaman işe yaramayacak bilgilerdir bedenimiz gelişirken beynimiz ona oranla bu yüzden fazla gelişemez...çünkü işin içinde bir isteksizlik vardır bu çarpık, yamuk bir eğitim sistemi içinde yanlışlarla yükleniriz...yasaklarla...baskılarla donatılır bedenimiz; kendisi de bir baskı oluştururken üzerimizde...ve insanı insan yapan, ölünceye kadar insan olma uğraşı, çabasına iten duygularla...yine de sorgular insan bazen...işte sırf bu yüzden büyümesi bitmez...öğrenmesi...karşılaştırması başkalarıyla kendini...panik atak, paranoyak hallere bürünür zaman zaman... yersiz şüpheler denizinde boğuluruz. Özünde zarar görmesini istemediğimiz, korumaya çalıştığımız bir bedenimiz ve hayatımız vardır ya...kuruntular, şüpheler...acabalarla!
Mimikler ve jestler konuşmamızda olduğu kadar, üslubumuzun da perçinlenmesi boyutunda önem kazanır.El kol hareketleri bedenimizin dilidir...ne kadar az konuşan biri olsak da vücut diliyle  konuşuruz çoğu zaman farketmeden...en doğrusunu da zaten vücut dili söyler...
Binlerce yıl içinde insan gövdesine bağlı estetik ve güzellik anlayışı değişir durur...buna bağlı moda da... Modacılar giysiyi ikinci bir deri olarak kullanırlar. Daha rahat giyinme hem zihne hem de jestlere özgürlük getirir. Modern çağla birlikte, çağdaş sanatta devreye "yaratıcı beden" kavramı girer...1960-1970’li yıllardan itibaren performans sanatı, kavramsal sanat, yoksul sanat, fluxus v.b. gibi sanatta biçimciliğe karşı çıkan, düşünceye önem veren anlayışlar ortaya çıkar.1980' lerde  üretilen fotoğraf, enstalasyon ve heykeller gerçeküstücülüğün gerilimli güzelliğini, minimalizmin görüngüsel ve tiyatrovari yönünü kullanır.., postmodern dönemin fotoğraf ürünleri biricikliğin ve orijinal olmanın yüceltilmesiyle değil, simülasyon,-mış gibi yapma, pastiş (bir sanat yapıtının taklidi) ve parodi gibi kavramlar eşliğinde gerçekliğin yeniden üretilmesiyle varlığını göstermektedir.
Postmodern dönemde fotoğraf sanatçıları, kendi kimliklerini maskeleyerek, kimliksizleşme ve gizlenme kavramları dahilinde çalışmalar üretmiş, çalışmalarında kendi bedenlerini ya da başka kişi ve nesneleri kullanmışlar, kavramsal fotoğraflar üretmişlerdir. Cindy Sherman, Yasumasa Morimura, Misha Gordin, Robert Mappeltrophe da olduğu gibi...Sherman kadının toplumsal olarak yalnızlaştırılmasının sembollerini yine kadın bedeninde toplar... deformasyona uğramış, alaysı otoportreleriyle estetik kaygıları alt üst etmeyi başarmıştır.Yasumasa Morimura, Marilyn Monroe, Faye Dunaway gibi Hollywood yıldızlarının görüntülerinden yola çıkarak, bilgisayar destekli fotografik yaklaşımıyla otoportrelerini oluşturmuştur.
Gövdenin gerçekleriyle toplumsal alanda bu gerçeklerin doğurduğu çelişkiler günümüz sanatını besler...bu örnekler tabuların yıkılmasında biraz da olsa etkili olmak zorundadır...her dönemde yasaklarla karşılaşırız ama yasak her zaman cezbedicidir ve yasaklamalarla gerçekler saklanıp üzerleri asla tam anlamıyla örtülemez...hele hele sanatta ve düşüncede asla yasak-lama olamaz...yoksa her alanda geri kalmaya mahkum etmiş oluruz kendi kendimizi...İnsan üzerinde üç tür baskı vardır. Bunlar din baskısı, toplum baskısı ve beden baskısıdır.


Kimi kaçar kendi bedeninin gerçeğinden çarşaflar altına, kimi kendini, bedenini beğenmez silikon taktırır göğüslerine,botoks yaptırır dudaklarına,piercing ile güzelleşip farklı kılar kendini! Bir elinde ayna bir elinde cımbızla dolaşanların umurunda değilken dünya biri çıkar  elinde çiçekle durur silahların süngülerin önünde...bir başkası bedenini siper eder sevdikleri, inandıkları için...Greenpeace'çiler nükleeer faliyetleri protesto için  kendi bedenlerini kullanarak performanslar yapar...nükleer faciaları canlandırırlar yerlerde ölü gibi yatarak, kendilerini zincirlerler...her kültürde rastlanabilecek bir nevi bondage(bağlılık, kölelik)dir inandıkları uğruna ya da Hz.Hüseyinin ölüm yıl dönümünde kendini kırbaçlama ritüelleri İtalyan manastırlarında da görülür...o kadar çök ritüel var ki beden ile ilgili ve neredeyse hepsinde de acı çekme var... ne istiyoruz bedenlerimizden!? Belkide beden olmadan tam anlamıyla ifade edemiyoruz kendimizi...
Çok eskiden beri tanrılara kurban edilir canlar...sunaklarda "insan" adaklar...yine de doymaz tanrılar! Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra da Agos gazetesi önünde bir performans yapılmıştı.50 kişi onun öldürüldüğü yerde temsili olarak ölmüştü onun gibi ...Dün mahkemeden çıkan kararla yeniden vuruldu Hrant...şimdi bir kez daha ...bir yeni performans yapma zamanı belki...tüm "faili meçhul"ler ve 60 dan fazla gazeteci için...



Baba, koca dayağı altında ezilen bedenler, sevmediği insanın bedeninin altında ezilenler...zorla evlendirilen 13 yaşındaki kız çocuklar...ensestler...tecavüzler...sağlıksız toplumların eseri...bedenimizin, insan doğasının gizli gerçekleri...doğru düzgün ve doğal yaşanamayan cinselliğin çarpıtılmış halleri...Rönesans düşünürünün söylediği gibi insanın bütün güzelliği "deride"dir. Derisiyle kaplanmış insan çıplak değildir. Çıplak bir bedenin erotik bir nesne olarak çekiciliğini yaratan derisi, tenidir. Kaslar, yağlar, lenfler, damarlar...Performans Sanatının öznesi bedendir...bununla birlikte bedenin yer aldığı mekan... Beden ile mekanın arasında bilincin belirlediği ama bazen bedenin gerçekliğine teslim olduğu her durumda kurgulanmış bir müdaheledir...uzayın asıl aşıldığı yer ise zihindir. Bedenin ve mekanın fiziki sınırlarıyla ve sınırları arasında yaratılan bir gerilim, bir başkaldırıdır....bu yüzden biraz anarsist, biraz mazoşisttir...Mesela Hermann Nitsch kendini çarmıha gerdirerek, kestiği domuzdan çıkan kanları üzerine döktürmüştür...bu ritüelin
ve fiziksel şiddetin önemini vurgulayan bir iştir. Chris Burden’in ‘atış’ adlı performansı oldukça çarpıcıdır. Sanatçı bu performansında 22 kalibrelik bir silahla kendini bir arkadaşına vurdurmuştur. Marina Abramovic, vücudun limitleri, insan aklının nelere izin verdiği ve hitap edilenle hitap eden arasındaki ilişkiyi inceliyor. Bir performansında izleyicilerin eline birçok kesici madde vermiş ve bu maddeleri kendi üzerinde denemelerini istemişti. Sonuç: Kan revan içinde ve ölümden dönen bir kadın. 'Ölmek değil; neler yapabileceğini görmek istedim' diye anlatıyor bu performansı Abramovic...
Et ve kemik olarak algılama dokunmayla olur. Dokunma ilkin cinselliği çağrıştırsa da dokunmak hüzünlenme, duygulanma, rahatsız olma ve benzer duyguları da getirir.
Bedenlerin fiilleri vardır...eylemleri... yapabildikleri, yapamadıkları... İnsanlar,yapabileceklerini düşündükleri sınırlar içinde hayal kurarlar...ütopyaların bile mantıklı sınırları vardır...
-DEVAM EDECEK-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder