18 Kasım 2011 Cuma

...geçmişe takılıp kalmak...-1-

Yalova- Termal Baraj Gölü -2009



Geçmişe takılıp kalmak bir uçurtmanın elektrik direklerinden bel vermiş tellere, kablolara ya da bir ağaca takılıp kaldığı gibi...ne acıdır bir daha uçamamak özgürce...
ama uçurtma özgür değildir ki zaten; ipin ucunda biri vardır hep...o istediği zaman uçurtma uçar...bir de rüzgar...

Bir çok nesneyi, kavramı, olayı birbirine benzetebiliriz ama özünde herşey birbirinden farklıdır...kibrit kutusundaki tüm kibritlerin her birinin birbirinden farklı olduğu gibi...görünüşler birbirtine benzer, bizi kandırır, yanıltır...çağrışımlarla doludur görsel dünya...sesler de çağrışımlar yapar tabi ki:

BİR KIŞ GÜNÜ GÖLÜN SIĞ YERLERİNDEKİ SU DONMUŞ, SONRA PLAKALAR HALİNDE KIRILMIŞ, HAFİF RÜZGARLA BİRBİRLERİNE ÇARPIP ÇAN SESLERİNE BENZER SESLER ÇIKARIYORDU...ÖNCE SESLERİ DUYDUM VE GÖZLERİM YAKIN TEPELERİN YAMAÇLARINDA BİR KEÇİ SÜRÜSÜ ARADI...RÜZGAR ESTİKÇE GEÇİT TÖRENİ BİTMEYEN DEV BİR KEÇİ SÜRÜSÜ...GÖREMEYİNCE SESLERE DAHA DİKKAT ETTİM VE KAYNAĞINI ÇÖZDÜM.

Yine bir yaz günü barajgölünün suları çekilince suların altında kalan koca koca ağaçlar çıkmıştı ortaya ve gölün dibinde kalmış onlarca atık... bir iki poşet ve pet şişeyi kenara biryere biriktirdim, göl yatağında yürüme fırsatını değerlendirip dolaşırken plastik bir top gördüm...bir çocuk gibi kendimi tutamayıp topa vurdum ...top yuvarlana yuvarlana engebeli arazide biraz ötede durdu...ve olan oldu...topun yarık olan yanından bir kovan dolusu arı üstüme hücum etmeye başladı...hayat böyle! Kimi, neyi,  ne zaman karşına çıkaracağını bilemezsin...ama ben de rahat duramamışım hani... vücuduma saplı bir kaç iğne ve şişikle eve döndüğümü hatırlıyorum!

Bazı yerler vardır insan için çok farklı ya da çok çok anlam yüklü olan ...sanırım Yalova-Termaldeki baraj gölü de benim için onlardan biri...
1991...bir kış günü daha Erkan Ağabey ile trafik kazasında kırılan bacağımı güçlendirmek için karda yürüyorduk. ilerde, patikanın ucunda kızıl saçlı, kırmızı elbiseli bir çocuk belirdi birden bire ...oralarda yerleşim ancak Sudüşen’de, orası da epey uzak... saçları örülü ve kırmızı renk giydiği için kız çocuğuna benzettiğimiz kişi biraz sonra...birden belirdiği gibi kayboldu...telaşla oraya doğru- sakat bir bacakla karda ne kadar hızlı ilerlenebilirse o kadar çabuk- ulaşmaya çalıştık...sağ tarafta bu sefer üzeri tam olarak buz tutmuş barajgölü aşağıda tehlikeli bir şekilde düşmemizi bekliyordu adeta...”acaba o da düştümü aşağı” dedik ama onun bulunduğu noktaya vardığımızda hiç bir iz bile yoktu varlığından...bir birimize dönüp baktık şaşkınlıkla...”sen de farkettin mi az önce” dedi Erkan ağabey... “Evet”...dedim sanki soruyu bekler gibi...”Ayakları dışarı doğruydu, çapraz”.. “çarpılmış gibi”...
öylece kalakaldık...kendimize geldiğimizde gölün üzerine, hatta ortasına doğru bir kütük çekip çantamızdaki azıklarımızla karnımızı doyurup...tekrar tekrar konuştuk... bu arada çantamızdaki azıktan da bahsedeyim ; Polonya pazarından alınmış “bişi”konservesi, katı yumurta, haşlanmış patates ve yağları donmuş birkaç İnegöl köfte... Slav dilinden anlamadığımız için yıllar sonra  “o” konservelerin köpek maması olduğunu öğrendik ve bol bol güldük...Evet gerilimi biraz yumuşattıktan sonra finale gelelim:  
...in miydi...cin mi?! Bir önceki gecenin ayazında naftaline benzer şekilde kristalleşmiş karda bir tek ayak izi bile yoktu...!? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder