28 Kasım 2011 Pazartesi

Değişim -II-

                Fotoğraf: Cüneyt Gök-2007-Yedikule


Yeryüzü, insan ve tanrı yapımı herşeyin sergilendiği en büyük sergi mekanıdır. Nietzche’nin “kendi kendini doğuran bir sanat yapıtı” olarak gördüğü dünya üzerinde ölüm, doğum, yenilenme, değişim... biteviye tekrarlanıyor; genel olarak birbirine benzer bir biçimde olsa da, aslında her an, her oluşum birbirinden farklı... hem doğa hem insan izlerini bırakıyor...birbirleri üzerine...
Dünyayı kirletiyoruz, dengesini bozuyoruz, tüketiyoruz kendi geleceğimizle birlikte...kalıcı etkiler bırakıyoruz...yaşadığımız çevrede bu izlere sürekli yenileri ekleniyor. İyi niyetli yaklaşımlarla; bozulanı düzeltme, kurtarma, temizlemenin bedeli de ağır oluyor... çoğu zamanda geri dönüş olamıyor...bu yüzden çoğu “iz” üzerine yenisi eklenerek kalıyor.
Yaşamın sanatı temsil eder hale gelmesi; doğada, şehirli günlük yaşamda var olan herşeyin bir şekilde sanatsal göstergeler haline gelmesi demek.... Çamurlu bir yoldaki ayak izlerimiz, sokağımızdaki çöp konteyner’ından taşan çöplerimiz, izmaritlerle dolu küllüklerimiz, Hıdırellez’de ağaçlara bağladığımız renkli çaputlarımız, gökdelenler, alışveriş merkezleri, gecekondularımız, farklı farklı kıyafet ve aksesuvarlarla süslediğimiz bedenlerimiz, trafik,  otoyollar, raylı taşımacılık için devasa projelerin (Marmaray) izleri, Boğazlardan geçen gemilerden sızanlar, sintineleri, depremin yıktıları, izleri...pictogramlar, tabelalar, duvarlar, afişler, vitrinler, bilboardlar, duvar yazıları, mezarlıklar, binaların arasında sıkışıp kalmış, küçük yeşil alanlar, molozlar, hafriyatlar, açılan çukurlar, sökülen kaldırımlar...daha neler neler !
İşte tam burada “estetik” kavramı, güzellik anlayışı giriyor devreye...gözler hep aynı görüntüler ve görünümler içinde yaşarken ister istemez alışıyor şehir hayatı içindeki bu çirkinliklere ..hatta estetik bile gelmeye başlıyor. Belkide benimkisi fakir avuntusu. Bunca çirkinliğin içinden güzel bir yan bulup çıkartma arzusunun bir oyunu....Mimari yapıların çizgiselliklerini, simetriyi görüp  kapladığı alandaki o çirkin kütleyi görmüyorum...ya da denizin üzerini kaplamış çöplerin oluşturduğu doku beni cezbediyor ve fotoğraflıyorum...bu beni çirkinlikten biraz olsun uzaklaştırıyor....Buna benzer bir oyunu “fütürist”ler de oynamıştı ; bu oyunda sanatın estetik öğeleri olan “ahenk” ve “güzel” gereksiz sayılmışlardı...
Fütürizm, endüstrileşmenin bütün insan hayatına ve faaliyetlerine aktarılmasıydı. Hayat sürekli bir değişim ve dinamizm içerisindeydi bu yüzden fütüristler, sanatın her türüne makineyi, hızı ve dinamizmi sokmaya çalışmışlar, kentsel ve endüstriyel çevreden seçtikleri konuları ve hız kavramını ele almışlardı.  Yaşamı çoğaltılmış ve parçalanmış bir biçimde aktardılar... “modern kentlerdeki devrimleri yaşayan çok renkli ve çok sesli yığınları söyleyeceğiz; şiddetli elektriğin ayışığı altında yangın gibi parlayan şantiyelerin ve tersanelerin gece coşkusunu; dev koşucular gibi bir yandan bir yana nehirleri aşan, güneşte bıçak gibi parıldayan köprüleri; ufukları koklayan serüvenci gemileri; üzengisi borulardan yapılmış kocaman çelik atlar gibi, raylar üzerinde eşelenen geniş göğüslü lokomotifleri; pervanesi rüzgarda bir bayrak gibi çırpınan uçakların akıp giden uçuşlarını söyleyeceğiz.”diyorlardı... Tabi ki ideolojisi bu kadar belli ve bıçak kadar keskin akım da bir gün son buldu...oyunda kazanan “insanın geçtiği yerde bıraktığı iz ve çirkinlikti” ... yeni arayışlar, yeni oyunlar devam etti...yeni kandırmacalar (fotoğrafik gerçekliği anlatan farklı teknikler, yöntemler ve tarzların kullanılması ve bu kullanımlardaki özgürlük fotoğrafa yeni imkanlar sağlamış, sürrealizm, soyut sanat, dadaizm, pop art gibi akımların doğmasına neden olmuştur.)

... diğer taraftan sokakları bir sanat alanı haline dönüştüren çalışmalar da var. “Sokak sanatı” özgürleşme alanı olarak sokakların kullanımının özünde yine iz bırakmak var. Modernizmin özerk sanat fikrini galeriler, sergi mekanlarından (ticarethanelerden) sokağa taşıyan; sokağın, kent yaşamının kendi dinamiklerinden ve gerçekliğinden beslenen bir sınıf ve kültürün kendini ifade etmesi ...kaçış, rahatlama, illegal yanın yükselttiği  adrenalinle...grafiti, sticker, stencil...ve dahası...sürekli değişen ama yerli yerinde olan sokakta; duran sokakta... bu sanatın içindekilerinde içinde bulunduğu sokak malzeme ve aynı zamanda yüzey, zemin..duvarlar, köprüler gibi şehrin gri–beton-soluk yüzünü güzelleştiren, değiştiren çalışmalar....Bu çalışmalara -fotoğraflarla-yakında daha geniş yer vereceğim.

Diğer yandan beni etkileyen ve üzerinde durduğum bir konu ise sokaktaki gerçek tesadüfi birliktelikler, bir araya gelişler ile ortaya çıkan soyut “tasarımlar”.Özellikle kimsenin tasarlamadığı...soyut resimleri çağrıştıran yüzeylerdeki dokusal, çizgisel birliktelikler... Sürekli değişen şehirli, güncel dokuları fotoğraflamak...çevremizde, heryerde  her zaman karşılaşabileceğimiz nesneler ve yüzeyler... üzerlerinde renk-ışıkla boyanmış, nemle kabarmış, paslanmış, eskimiş, aşınmış, solmuş yüzeyler, tonları değişmiş, kendiliğinden fırça darbeleri, geçişler oluşmuş yapay, doğal dokular... pitoresk bir etkiye sahip diye yorumlayabileceğim; içlerindeki, çevrelerindeki küçük doğa onları resimsel bir etkiye yaklaştırıyor. Yeni yeni çerçevelemelerle, ölçeklendirmelerle, bazen  makro fotoğrafa yaklaşan, bütünden koparıp alınan, basit ama derin dünyalar. Herbiri kendine özgü, kendi içinde tekrarlardan, parçalardan oluşanlar... Bazen bir gün sonra dış etkenlerle yeni bir oluşum la karşılaşıyorsunuz ya da  yeni bir eklentiyle...bir yazıya eklenen bir kelime anlamı nasıl değiştirirse...Afişler üst üste geliyor...temizleyip kazımak tam anlamıyla imkansız bu katmanları...yırtıla yırtıla farklı katmanlar yeni görsellikler ya da anlamlar sunuyorlar size...
Fotoğraf-çı gözüne sahipsen  kaosta bir düzen görürsün!.. gelin bu oyunu birlikte oynayalım! Çirkin görünümlerden, fotoğraflarla güzel bir yan, bir anlam çıkartma oyununu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder