6 Kasım 2014 Perşembe

WHY?

"WHY" bana vaylar bana! 

Bir olayı meydana getiren etkenlerdir "neden"ler... Nedensellik ilkesine bağlı gelişir her şey; olay ve olgular birbirine belirli bir şekilde bağlıdır... Her şeyin bir nedeni olması gibi her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması da mümkündür ya da gerçek nedenler olmasa da yenileri üretiliverir bir anda... Nedenler belli sonuçlar yaratır ve  "nesnel gerçeklik" tüm olay ve süreçlerin nesnel yasalarca belirlendiği  neden – sonuç ilişkisine dayanır... Her sonuç bir nedene dayanır ve her sonuç başka bir sonucun nedenidir... Dünya üzerinde bizimle aynı kaderi paylaşan insanları düşünmeden hemen ilk olumsuzlukta sadece kendimize yapılmış bir haksızlık, olumsuz bir davranışmış gibi sorarız...

Doğruların doğruluğuna, cevaplara ihtiyaç duyarız ... "Neden?" sorusunu temel bir ihtiyaç gibi tüketiriz... Bulduğumuz, öğrendiğimiz cevaplar, gerçek ve hakikat bizi mutlu etmez kimi zaman... o yüzden inanmak istemeyiz ya da inanmakta güçlük çekeriz... "Duymak istediğimizi duymak, görmek istediğimizi görmek istemek  bizi gerçeklikten koparır... Bunu bilenler bu yüzden ülkemdeki insanları gerçeklikten kolay koparıyorlar bir çok dünya ülkesi düzeninde de olduğu gibi... Masalları hep sevmişizdir ama gerçekleri de bilmeye, öğrenmeye hakkımız var! Peki bu kadar gerçeklik şart mı? "Değil" diye düşünenler o kadar çok ki "sanal"a kaçan kaçana... Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı hakim olurken zamana her türlü tehlikenin de farkında olmayacak biçimde uyuşturuyor kendini ya da haberleri seyretmiyor, gazete tüketmiyor, bir araya geldiğinde politika yerine magazin konuşuyor... At gözlüğü takmış gibi, kulaklığı takınca başka bir dünyada; bu dünyadan soyutlayabiliyor kendini... Ohh ne güzel! Ama neden bu kaçış? Değiştirilebilecek, düzeltilebilecek olumsuzlukların üzerine gitme çaba ve cesareti yeterince neden  yok insanlarda? İşte yine geldik "neden" sorusuna'





Immanuel Kant'a göre, biz bazı şeyleri olduğu gibi değil, bizim istediğimiz biçimde görürüz… 

Aklımızın almadığı, beynimizin ve algımızın sınırlarını zorlayan olayları her zaman bilimle çözemeyiz- tam anlamıyla çözemeyiz-

Bazen "nedenler" cevapları tatmin edici yapamıyor?! Ya da hakikat gerçeklerin perde arkasında kalıyor... Sanırım insan olmanın özünde var ve hep olacak bu soru; çünkü evrenin sonsuzluğunda bilemediğimiz sonsuz şey var...Ama en önemlisi henüz tam olarak kendimizi bile BİLMİYOR, TANIMIYORUZ...  
Bu soruyu önce kendimize sorarız "neden ben?" diye ters gittiğinde ve muhallebi yerken kırılan dişimiz elimizde... sonra bir gruba dahil eder kendimizi" neden biz?" diye devam ederiz sormaya... Allah'a- Tanrı ya da tanrılara, dünyaya, enerjiye sorarız genel genel-hafif isyankar- cevap isterken birilerinin de bizimle aynı durumda olmasını, aynı kaderi paylaşmasını isteriz...
Hiç bir zaman olumlu bir durum karşısında bu soruyu sormayız; "neden zenginim?", "neden her şey yolunda?", "neden o beni seviyo ki?", "neden bu akşam bebekler gibi uyudum?"..."neden bana zam yaptılar ki?!"
Zam demişken ne yazık ki bana hala zam yok...4 yıldır aynı maaşla oradan oraya ve aldığım maaş yoksulluk sınırının altında... NEDEEEENNN? NEDEN BEN?

Sormak ve sorgulamak iyi;  sol beyin yarım küresinin işi bu...sol beynimiz, neden-sonuç ilişkilerini bilmeyi ve bunlarla bir mantık kurarak kelimelerle kendini ifade etmeyi sever... mantık devreye girer sorarken ama basit ve üstün körü cevaplar köreltir daha çocukluktan... ve örseler insanı daha en başından... Siz siz olun! Önce kendinizi bulun sonra sora sora Bağdat'ı ve de gerçekleri...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder