17 Ekim 2012 Çarşamba

okunduğu gibi yazmak-"Dil Ovası"


"Dil bir ovadır! Eğim az olsa da farklı yükseklikler olabilir ovada...dil de böyle bir şey konuşabilir, anlaşabiliriz temelde ama farklıdır kültürler gibi...bir de  yabancı kelimeler, şive, ağız vb. işin içine girince okuma ve yazma farklılaşır...
Dün başladığım hikayeyi bitirebilecek miyim bakalım!

"Londıra ya da Landın... Landın'da yine sisli bir sabahta Mistır No badi köpeklerini yürüyüşe çıkarmıştı...köpekleri demek aslında yetersiz kalır; onlar dişili erkekli iki saf kan tazıydı...bir zamanlar eski soyluların gösteriş nesnelerine dönüşmüş bu köpekler şimdi tasmalarını çeke çeke sahibinin yorgun adımlarını istedikleri yere götürüyorlardı; kimin sahip olduğu tartışılabilirdi!..dişinin adı Cesika; aynı bizdeki Sıdıka gibi...erkek olanı Canıtın'dı...bizde tam karşılığı Cahit, Cihan olabilir ya da Selahettin...bilemiyorum!..Grinviç'e doğru yürüyorlardı. 0 (sıfır) derece meridyenin geçtiği yer her gün köpeklerin mutlaka uğramak zorunda oldukları işeme noktasıydı; bu onlar için bir ritüeldi...sebebini ve böyle bir davranışa başladıkları ilk günü hatırlamıyorlardı bile... 


"Cesika"
İki saatlik farkı düşününce bir saat sonra Dilovası'nda öğle olacaktı...Rasim  öğle tatilinde ne yiyeceğini bilmiyor ama kokusundan ne yiyemeyeceğini tahmin ediyordu...yürüyen bant üzerinde düzgün sıralar halinde giden boyaların kapaklarını kontol ediyordu...başı sonu belli olmayan bir tırtılın ayakkabılarının bağcıklarının bağlı olup olmadığını kontrol etmek gibi bir şeydi işi...neyse ki şimdilik iyi çalışan kapak takma makinesi ona fazla bir iş bırakmıyordu...fabrikanın paydos zilinin çalmasıyla sefer tasını kaptığı gibi  fabrikanın sahanlığına çıktı...önce mandal, sonra kapak açılınca "Kapuska" yemeği ona gülümsedi...yüzünde ve vücudunda onlarca tiki ortaya çıkartan iki yemekten biriydi kapuska...diğeri ise zeytinyağlı, pirinçli pırasa yemeğiydi...fabrikanın uyuz köpeği "Sarımak"da bugün aç kalacaktı...köpek belkide tazıya benzemeden önce güçlü kuvvetliydi ama şimdi kemikleri sayılacak kadar sıska, tüysüz, beyaz ve tek diş bir sarımsak gibiydi... arkadaşlarının kayıntılarına baktı...biri sabah seyyardan alıp yiyemediği , yağı üstüne serpilmiş  purdra  şekerini  içine çekmiş  kürt böreğini yiyordu afiyetle...diğerinin karısı hamarattı belli...iki kap yemek getirmişti: tas kebabı ve pilav..."hımmmm" dedi ve "gnam gnam" diye yutkundu...fabrikanın yemek şirketinin alacaklarını ödemediği için düştükleri bu durum üç haftadır sürüyordu...bu arada Sarımsak ile dost olmuştu...bu adı da o takmıştı zaten köpeğe...günün ortası olmasına rağmen Dilovası'nda güneş kurşuni dumanları yırtıp bir türlü yüzünü gösteremiyordu...

"Dilovası"












"kapuska"











"Sarımsak"


13 yıl olmuştu bu göğün altından kaçma planlarını başlatalı ama 13 yıldır da çalıştığı bu fabrika hapisanesi olmuştu bir bakıma...çatalın ucuyla kapuskayı şöyle bir çevirdi sefer tasının içinde, ters yüz etti ucundan ve kapağı kapattı..."neyse birazdan yoğurt dağıtırlar"(düşünce balonu içinde); hiç değilse zehirlenmelere karşı fabrikanın her gün yoğurt verme gibi bir zorunluluğu vardı...yoğurt kasası dolaşa dolaşa Rasim'in önünden de geçti...yoğurdu yürüyen bandın üzerinde kapağı tam oturmamış bir boyayı çekip aldığı gibi aldı...poşetin içindeki ekmeğinden bir lokma  koparıp ağzına attı...sonra yoğurdu kaşıkladı plastik kaşıkla...çocukluğunu düşündü...tepsi yoğurduna daldırdığı tahta kaşığı...manda yoğurdunu mandırada kendileri yaparlardı...peynirleri...sütü güğümden içerdi üzerine döke damlata...


Mister No Badi aslında soylu bir aileden geliyordu...isminin anlamı sizi yanıltmasın...Birleşik Krallığın en büyük yerleşimlerinden biri olan Yorkşayır'ın önde gelen ailelerinden biriyken şimdi Londıra'nın kozmopolit; göçmen mahallesi Soho'da rutubetli bir bahçe katında, babadan kalan son bir iki parça değerli eşyayı satarak hayatını devam ettiriyordu...nereden nereye!? Babadan kalan üç beş parça eşya dışında bu bir çift tazı da onunla aynı kaderi paylaşmak zorunda kalmıştı...ona kalsa bir Yorkşayır teriyesi daha sevimli ve cana yakındı ya!...neyse yıllar içinde tazılara da alışmıştı. Bir gazeteye arada sırada gönderdiği makale, köşe yazılarını saymazsak aslında bir işi yoktu...son yazdığı makale otomasyonun çalışanlar üzerinde etkisini ele alıyordu...yazısında; Fordizm( fordçuluğun açılımını siz yapın lütfen!)'den ve Marx'ın, kapita­list sistem içinde tam otomasyonla gerekli emeğin sıfıra indirilmesinin olanağı bulunmadığını, bu duru­mun artı değeri yok edeceği için kapitalist sistemin de sonu anlamı­na geleceğini de, kapitalist sistemin iç çelişkisi olarak vurguladığından bahsetmişti...sonra zaten yazıları basılmadı!
Rasim işinin başına döndü, yürüyen bant çalıştı, boya kutuları akmaya devam etti...ertesi gün sefer tasından  ne  çıkacağını düşündüğünde birden irkildi; "ya pırasa yemeği çıkarsa!?"...akşam evde karısı ile konuşmalıydı...
Mister No Badi köpeleriyle eve döndü ve dünden kalan kapuska yemeğini  ısıtmak için ocağa koydu...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder