13 Ağustos 2012 Pazartesi

Samatya-Yedikule-2-


Geçmiş yıllardan daha bol bir palamut yılı yaşamak ve yine ucuza yemek dileğiyle!

Samatya meydanı , balık almasam da tezgahlarını seyire gittiğim ender yerlerdendir...Geçen yıl Festivalde Leman Sam'ı dinlerken sağnak altında bile keyif aldığım yer!..Bu gün hem ramazan, hem balık yasağı derken biraz sakin bir görünüme sahip olsa da Bayramla beraber balığın mevsimi geliyor...yine eski hareketli günlerine dönecek...Çingene palamutu yüzünü göstermiş...sardalye de bu mevsimin balığı...asma yaprağının içinde ne de güzel pişer!..


İoannes Prodromos Kilisesi ve ona bitişik Studios manastırı...İmrahor İlyas Bey Camisi...ya da İmrahor Anıtı/Yedikule

Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesinde İstanbul’daki balıkçı esnafını ayrıntılı olarak anlatır; Ona göre balıkçılar “esnaf-ı dalyancıyan” ve “esnaf-ı ığrıbcıyan” olarak ikiye ayrılır. İlk grup 700, ikinci grup ise 3 bin balıkçıdan oluşur. Iğrıpçı esnafı dalyanlarda değil açık denizde balık tutanlardır. Ayrıca yalnız Haliç’te balık tutabilen “esnaf-ı karityacıyan” vardır. Bunların yanında ağ ile balık tutan 1000 balıkçı ve oltayla balık tutan 1000 “esnaf-ı düzenciyan” ve saçma denilen ağlarla balık tutan 300 balıkçı, zıpkınla balık avlayanlar ve çömlek denen özel sepetlerle kayabalığı yakalayanlardan ve “esnaf-ı sepetçiyan” dediği ıstakoz avcılarından da söz eder Çelebi. İstanbul’da, balıkları kent sakinlerine satan balıkçılar ise 2 bin dükkân ve 3 bin kişidir. Balıkçı dükkânları Balat, Fenerkapusu, Cibali, Unkapanı, Yenikapı, Kumkapı, Samatya, Kasımpaşa, Hasköy ve Beşiktaş’ta bulunur. Ünlü seyyahımız bu mahalleleri sayarken onları şöyle tarif eder: “Velhasıl meyhane bulunan yerlerde balıkçı dükkânlarının bulunması normaldir çünkü balık içki yemeğidir. Bir Bekri biraderimiz bu fakire bir balık başını meze yapıp bir şişe içkiyi bitirdiğini söylemiştir.”


‎70'li yıllarda Samatya sahilinden aynı bu şekilde balıkçılar voli çevirip ağ toplarlar; en az 700-800 kg belki de 1 ton balık çıkar,uskumru torikleri ayırıp kalan istavritleri fakir fukara ya dağıtırlarmış...balık 90'lı yılların ortasına kadar bolluğunu esirgemedi ama bu tüketime ve bilinçsiz avlanmaya ne dayanır!? 

(http://balkanskidom.com)adresinden bulduğum ve kimin olduğunu bilemediğim bu yazıyı da ekliyorum...ne güzel benzetmeler yapmış!

Samatya bir türlü yaşlanmayan, dalgalı saçlarını rüzgara kaptırmış, mavi gözlü, endamlı bir Rum güzeli gibi oturmaktadır hâlâ denizin kenarında.
Kiliselerin çanlarıyla uykudan yeni uyanmış çapaklı gözlerle bakınır etrafa. Balık, deniz ve yosun kokusuna doyarsınız sokaklarında gezinirken bu ayda... Nereden baksan İstanbul'dan yaşlı bu semtte zaman durmuştur... Hiç bir şeye dokunulmamıştır... Eski Türk filmleri tozlu dekoru bu semtte, bu ay içinde, bir ikindi vakti kayalıklara oturmanın tadını almalısınız... ve yahut da ne varsa içinizde kelimelerle dökemeyeceğiniz, oturun bi bankın üstüne günün hangi saatinde olursanız olun, gözlerinizi bağrına basacaktır deniz! Öyle bir kuytuda hissedeceksiniz ki kendinizi; varsın etrafınız insanlardan geçilmesin! Bir Samatya asla Bakırköy'ün yıpranmışlığında değildir... Bir tavsiye daha; meydandan balık ekmeğinizi alın ve oturun sahilde...içeceğiniz "mavi bir şaraptır" asla haram olmayan....

Barba Yani, Kevork Reis, Kalender Agop, Barba Toma gibi namlı balıkçılar...Samatya geçmişte denizle iç içeydi. İskelesi, balıkhanesi, balıkçı kahveleri ve denizle kucaklaşan lebi derya evler...sonra bu ruhu yaşatacak bir nesil oluşamadı...

Denizcilerin, balıkçıların, fakirlerin, yoksul çocukların koruyucu azizi Ayios Nikolaos’un adını taşıyan kilise.. buraya da bir tane yapılmış.  Rum balıkçıların denize açılmadan önce kapısının önünden geçerken içeriye girip mum yaktıkları, fırtınasız denizde bereketli balık dileklerinde bulundukları bir kiliseymiş burası...




















Ön tarafı-Cadde tarafı-BİM Market-arka tarafı Ağa Hamamı...
...muhteşem geçiş çizgisi ile  tarihsel-mimari uyum!



















 Ayios Yeorgios(Aya Yorgi) 





Marmara Caddesi üzerindeki Samatya’nın en büyük iki binası,1790 yılından bu yana eğitim vermeye devam eden Sahakyan-Nunyan Ermeni Mektebi ve Türkiye Ermenileri’nin ilk patrikhane kilisesi olarak bilinen Sulu Manastır ya da öteki adıyla Surp Kevork Kilisesi. 

Aslında Kevork, bildiğimiz Yorgo ya da Yorgi’nin Ermenilerdeki adıymış...Aziz Minas klisesi 1857 tarihli Katolik Ermeni Kilisesi Surp Anarat Hığutyun ...Hala sokaklarında geçmişin izleri ve geçmişe göre oldukça silik ve sessiz bir hayat yaşanan bu iki semt "Tarihi Yarımada"da, eski hikayeler, kişilikler  nefes alıp vermeye devam ediyor...
-DEVAM EDECEK-

1 yorum: