7 Ağustos 2012 Salı

İmge, Kavram, Algı ve Çağrışım..


Nesneler, olaylar ve insanlar, zihinde, birbirleriyle benzerlik ilişkisi içinde, zıtlık ilişkisi içinde ya da zaman ve mekan birlikteliği içinde oldukları zaman çağrışımlanırlar...

Bir nesneyi, görme ya da işitme ya da ona ilişkin bir başka duyu-algısına sahip olma yoluyla, duyumlama temeli üzerinde, unutulmuş olan-o nesneye benzeyen ya da benzemeyen, ancak her durumda onunla ilişkili olan-bu başka şeyi düşünmek olanaklı göründüğü için, şu iki almaşıktan birinin doğru olduğunu söyleyebilirim: ya hepimiz bu şeyleri bilerek doğuyor ve onları yaşamımız boyunca biliyoruz, ya da kendilerinden (birşeyler) ‘öğreniyor’ diye sözettiğimiz kişiler yalnızca daha sonra anımsıyor olup, öğrenme anımsamadan oluşacaktır.” Platon

"İmge"; bir nesneyi doğrudan doğruya yeniden tanıtmaya yarayacak bir biçimde göz önüne seren şey, duyu organları ile algılanmış olan bir şeyin somut ya da düşüncel kopyasıdır...İmge “gerçek” değil; sadece bir görünüm, zihinsel bir aktivitedir. Bir tek şeyin ya da olayın görüntüsü başka şeylerin ve olayların görüntüsünü de içinde barındırır. Her düşünce, simgesel anlamları olan imge parçacıklarından oluşur. İmge ortaklaşa bir anlam yüklediğimiz ya da kişisel olarak anlamlandırdığımız simgenin kaynağı olan nesne veya öznenin zihnimizdeki resmidir. Daha farklı bir deyişle, dışımızdaki ya da düşüncemizdeki nesnelerin resmidir. İmgeler gösterime yönelik “işaretlerdir”.İmge sözcüğü hem optik bir modeldir hem de zihinsel bir deneyimdir. Görme olgusunda soyut imgeler zihinsel süreçte algılanmakta ve bu algılanan imgeler bilinçli bir şekilde yorumlanıp anlam kazanmaktadır. Bilgi edinmeyi sağlayan imgeleri, “duyumsal” ve “rasyonel” imgeler olarak ikiye ayırabiliriz. Duyumsal imgeler : duyumlar, algılar ve tasarımlardır. Rasyonel imgeler ise kavramlar, önermeler ve bu önermelerden kurulmuş teoriler, varsayımlar gibi karmaşık imgelerdir.
"Kavram"a gelince; bir şey üzerinde birçok ayrı algıları kapsayan genel düşünce, nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, "konsept"dir...

Düşüncelerin "nominalist" (nominalizm: tümel kavramların birer işaret olduğunu kabul eden nominalizm, kavramların temsil ettikleri şeylerden ayrı olarak birer gerçek­liğe sahip olduğunu savunan realizme karçı ve zıd bir görüştür) ya da "kavramcı" olmak gibi bir sorunu yoktur... Düşünülen nesnenin önemine göre bu değişebilir.  Bir “sandalye” imgesi bir çok kişide farklı olacaktır; kimisi işindeki, kimisi evindeki kimisi bir kahvedeki sandalyeyi düşünce yoluyla elde eder , kimininki detaylı , kimininki sadece dört bacağı, oturma yeri ve sırtlığı basit çizgilerden  ibaret olacaktır...Sonuçta herkesin sandalye imgesi değişik ama temelde sandalyeye özgü temel özellikler aşağı yukarı aynı olacaktır. Yani burada imge bir tür kılavuzluğu üstlenir...
İnsanın dış dünyadaki soyut- somut nesnelerle ilişki kurması, bunlar hakkında birtakım yargılarda bulunması, bu nesnelere karşı bir davranış benimsemesi bu nesneleri "algılama"sıyla başlar. Dış dünyamızdaki soyut-somut varlıklara ilişkin olarak aldığımız duyumsal (sensible) bilgi (information) “algılama”dır. Algılama bir olayı ya da bir nesnenin varlığını duyum yoluyla yalın biçimde bilinç alanına almaktır .


                                Galata, 2005, Cüneyt Gök
5 temel duyu-dilimiz var: Sözel (konuşma, dinleme, yazma, okuma), görsel (renk, biçim, devinim), işitsel (frekans, tını, genlik), motor (denge, konum, devinim ve durgu), kimyasal (koku, tat, iç ve dış duygu)... Dünyayı onlarla algılar, kodlar, kaydeder, bellekte saklar, anımsar ve ifade ederken dillendiririz.
Sanatlar bu temel duyu-dilleri asal veya bileşik olarak kullanır. Dans motor duyu-dili, fotoğraf görsel duyu-dili, müzik işitsel duyu-dili(asal olarak)...En kalabalık / bileşik duyu-dilini kullanan görsel sanatlar; tiyatro ve sinemadır: Sözel, görsel, işitsel, motor duyu-dilini bir arada kullanır.
Algılama; duyu organları yardımıyla çevredeki objelerin, fark edilmesini, olayların açıklamasını içeren bir bilgi alma süreci sonunda ortaya çıkan psikolojik bir olgudur. Algı bir uyarıcı nedeniyle ortaya çıkar. Bir objeyi gördüğümüzde onun görsel algısını elde ederiz. Algılama insanın var oluşunun kültürel ve bireysel varlığına dayanmaktadır. İnsan dış dünyayı duyuları(5 duyu organı)ile ve bunların algı haline gelmesi sonucu tanır.
“Görsel mesaj”ın, üç seviyesi: "ifade", "soyutlama" ve "sembolizm"dir.
"İfade”, gerçekte görebildiğimiz ve yaşadığımız şeyleri kaydetmeyi araştırır. 
“Görsel iletişim”de, “soyutlama” daha kuvvetli ve özü çıkartılmış bir anlama doğru bir basitleştirme olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir anda görülen şeylerin anlamını çıkartmak ve düzen yaratmak için görsel bilgi ile doldurulmuş olmak gerekmektedir. Bu, algılama denilen olgu aslında soyutlama sürecidir.
“Sembolizm” görsel mesajın basitleştirilmiş bir formudur. Ancak, gerçekte görülebilen için yerine geçebilecek ya da onu yansıtabilecek bir “imaj”ı ortaya koyar...

Algının temel özelliklerine bakacak olursak: Algılamanın bireyden bireye değişen bir olgu olduğunu, algılamada deneyim önemli bir rol oynadığını, insanın çevreden amaçlarına uygun bilgi aldığını, algılamanın davranışı yönlendirdiğini, eylem için bir uyarıcı olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca algılama, belirli bir deneyim kazanmış, önceden bilgi birikimi olan bireyin sinir sisteminin ani tepkisi olarak düşünülebilir.
Bilgikuramı, etik, estetik, metafizik, varlıkbilgisi (ontoloji) gibi felsefenin ana konularındaki görüşleriyle günümüzde de tartışılan 18yy. filozofu Kant’a göre her bilgide iki bölüm bulunur. Bunlar “kavram” ve “algı”dır. “ İçeriksiz düşünceler boş, kavramsız algılar ise kördür” der...
Algıyı artırmak için, onu bütünleyen, tamamlayan etkinlik ayrıntıyı fark etmedir. Gözleme dayalı, tasarıma yönelik düşünmeye ulaşmak için hayal gücünün geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü yaratıcı bir tasarımcı için en önemli araç, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunan görsel hafızadır. Hafızanın zenginliği iyi gelişmiş ve etkin bir görsel algılamaya dayanmaktadır.
Görüntüler hafızamızın en önemli malzemeleridir. Edindiğimiz bilgilerin %80’ini görsel yolla alıyoruz. Bu yüzden görüntüleri zihnimize ne kadar net yerleştirirsek o kadar net hatırlayabiliriz. Bu yerleştirme işleminin sağlıklı olabilmesi için görsel alt biçimlerin  sorgulanmasının önemi büyüktür. Bunlar; renkler, alanlar, boyutlar, açı, mesafe, hareket ve konumdur. Bu yolla fotografik okuma ve görsel canlandırma yeteneği artar.
 Parça parça veya ayrı ayrı birimlerin birleşip anlamlı bir şekil kazanmasına, “Gestalt” denir. Gestalt sözcüğünün Türkçe karşılığı olarak “örüntü”, “bütün” veya “biçim” kullanılabilir (herkesin kendine özgü olarak bütünü algılaması ve bu algılamasının onun için olan anlamı…)
Duyularımızın, özellikle görme duyumuzun şekillendirme eğilimine, parçaları bütünleştirerek algılamasına “Gestalt etkisi” denir. Gestalt psikolojisine göre şekil ile zemin arasındaki ayrımı algılama seçime bağlıdır. Bunu otomatik olarak yaparız... Şekli oluşturan şeyleri  biz seçeriz ve zihnimizde onu zeminden ayırırız...
Şiddet ve büyüklük, kontrast, tekrar ve hareket…bu değişenler görme ve seçmeyi olumlu yönde etkiler. Algılayanın bu objeyi nasıl yorumladığına, dikkatini neye yönlendirdiğine bağlı olarak ne gördüğü farklılık gösterir. Algılayıcıya bağlı değişenler geçmiş deneyimler, beklentiler, amaçlar, gereksinimler ve kişilik sistemidir.20. yüzyılın ilk yıllarında Almanya’daki bir psikoloji okulunda psikolog Wertheimer, Koffka, ve Köhller tarafından geliştirilen kuram özellikle modern  sanatın yapılandırılmasında etkili olmuştur.
Gestalt bir felsefe, yaşama bakış ve yaşamı anlayış şeklidir. Bu anlayışa göre de insanlar evrenin kendisiyle bir harmoni oluşturmaya çalışmaktadır. 
Her birey beden, duygular, düşünceler, hisler ve algılamalardan oluşan bir bütündür ve bunlar birbirleriyle ilişkili olarak işlevsellik kazanır. Gestalt kuramında birey merkeze alınmakla beraber çevresi ile olan etkileşimi de “holistik” (bütüncül) bir şekilde ele alınmaktadır.


Gestalt ilkeleri, gerçek-dünya bağlantılı bir çok algılama konusunun anlaşılmasında değerlerini kanıtlamışlardır. Sanatçılar bu ilkeleri, imgelerini seyircilerin görmesi ve tepki göstermesi için  özellikle kullanırlar. Doğal olgular da Gestalt ilkeleriyle açıklanabilir.
Örneğin kamuflaj… Zebra desenleri işlevsel bütünleri oluşturan Gestalt ilkelerine kusursuz denebilecek bir örnek oluşturur.


Gestalt yasaları:
“Benzerlik yasası” benzer şeyleri bütünler halinde  gruplandıracağımızı söyler. Siyah ve beyaz çizgileri algıladığımızda , onları çizgisiz zeminden otomatik olarak ayırt ederiz.
“İyi süreklilik yasası” düz doğrular ya da düzgün yaylar  şeklinde çizgileri aynı gruba ait olarak gördüğümüzü söyler. Böylece bir kaya ya da bir çalı zebrayı bir ölçüde gözden saklasa bile, çizgileri yüzünden hayvan kolayca görülebilir.
“Yakınlık yasası” birbirine yakın olan şeyleri bir şekil olarak gruplandıracağımızı söyler. Zebranın çizgilerinin ensiz olmaları bir bütün olarak görmemize yardımcı olur.
 “Ortak kader yasası” aynı yönde hareket eden şeyleri gruplandırırız. Bir zebra koşarken bütün çizgileri aynı yöne gider ve bütün vücudu açıkça görünür. Özetle evrim görünüşü nedeniyle avlayanlarca kolaylıkla fark edilen bir hayvan yaratmıştır.

Yaratıcılık kullanılarak sürekli anlamlı bütünler oluşturulmaya çalışılırken Gestalt  ilkeleri izlenmektedir. 
Bütünler İlkesi örneğinde olduğu gibi;: Biz dünyayı anlamlı bütünler veya gestaltlar olarak yaşarız. Belirsiz durumlar bizde bir rahatsızlık yaratır ve bu belirsizliklerden kurtulmak için hemen o duruma bir anlam vermeye çalışırız...

Dış dünyayı anlamlandırma ve kavrama sürecinde zaman ve mekan kavramı da büyük önem taşır. Nesneler dünyasının üç boyutlu düzeni, onu sürekli dönüştüren ve yeniden şekillendiren zaman faktörüyle dördüncü bir boyut kazanır. Üç boyutlu evrenimizde nesne ve uzay bütünün birbirini tamamlayan parçalarıdır. Boşluk- doluluk, varlık- yokluk gibi kavram çiftleri bu ilişkiden doğar. Görsel sanatların temsili evreninde boş ve dolu alanlar vardır; bu da kişinin sanat eseriyle, dış dünyayla kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki kurmasına yarar. İnsan ilişkilerindeki gibi nesneler arasında ilişkilerde de uyum-uyumsuzluk söz konusudur. Doğa kendi içinde bir uyum sağlamıştır. İnsan doğayı taklit ederek üretir ve doğadaki mükemmeliyet, kusursuzluk ve dengeyi üretimlerine yansıtmaya ve bu uyuma ulaşmaya çalışır.

"Formlar, göstergeler ve imgeler arasında bir bağ sistemi kurar... Form olarak benzerlikler çağrıştırır"...

Görsel  sanatlarda “nesne”ler bunları temsil eden şekiller olarak karşılık bulur. Şekilleri var eden ve sınırlarını belirleyen içlerindeki veya çevrelerindeki uzaydır. Yaratmak istenilen anlam için sonuçta uzayın da tasarlanması gerekir. Sınırlanmış; sanata özgü uzay parçası uzam, mekan, tüm figürleriyle sanatsal evrenin mekan içinde yaşam bulduğu alandır. Bir çalışmanın değeri, onun kültürel manzara içinde tanımlandığı yörüngeye bağlıdır. Formlar, göstergeler ve imgeler arasında bir bağ sistemi kurar. Sanat her zaman gerçeği bir cepheye, bir temsile, bir yapıya dönüştürür ve bu yapının ardındaki “motivasyon” üzerinde sorular ortaya atar.
Görüntüleri anlamada kültürel farklılıklar da söz konusudur. Her normal insan nesneyi anlayabilir ve teşhis edebilir. Ama en basit görsel imgeler bile farklı kültürlerde farklı yorumlanabilir. Bu nedenle bu görüntülerin( fizyolojik, etnografik ve psikolojik deneyimler yardımıyla) okunması gerekir.


Algısal değişmezlik (Perceptual Constancy) aynı objeyi farklı yerlerde ve durumlarda gördüğümüzde de tanırız. Örneğin pencere bir binada, arabada veya başka bir yerde olsa da pencere olarak ayırt edebiliriz. Objenin anlamı değişmez. Anlam, fiziksel durumdan daha önemlidir.yandaki poşet üzerine basılı silah gibi...Gestaltçılara göre dış dünyadan algıladığımız duyumlar, beyinde bir tepkiye neden olur, bu nedenle beyinde oluyormuş gibi hissederiz. Beyin etkin olarak duyumları dönüştürür. Bir başka deyişle beyin duyumları organize eder, basitleştirir ve anlamlı hale getirir.
Bir fotoğraf karesinde veya sinemada bir planda kaydedilmiş görüntülerin bize sunuluş biçimleri önemlidir. Karanlıkta kalmış bir göz çukurunun çok yakın çekim görüntüsünü  bir krater gölüne, düz telli saçları olan bir kişinin  yine dolu kadraj detay  saç görüntüsünü otluk, sazlık bir alana benzetebiliriz...














“Rabbit and Duck”, Fliegende Blätter gazetesinde yayınlanan bir çizim, 1892 

 Görsel taklidin içinde bir kaya parçası dağı andırır, dalgaların biçimi ovalara benzer. Bazen ışıkla detayları kaybedilmiş, gölgeyle gizlenmiş, farklı bir açıyla, objektifle deforme edilmiş ya da çok yakın plan bir görüntüsü, o nesne–canlının tam olarak algılanmasını güçleştirir. Bu özellikle meraklandırmak, gerilimi arttırmak ya da çağrışımlar yoluyla düşündürmek amaçlı bir kullanımdır. Gerçeği belli ölçüde bozabiliriz ama nesnelerin görünümü onların tanınmasına engel olacak şekilde bozulduysa anlam çıkarılamaz (eksik ya da farklı anlamlandırılabilir). 

Siyah-beyaz ya da renkli seçimi ile görüntünün biçimi değişir. Anlatım gereci değişince anlatım biçimi de değişir. Görüntünün biçimi ile görüntünün  fiziksel görünüşü aynı şeydir. Fotoğraf büyütüldüğünde, küçültüğünde fiziksel görünüşü değişir ama biçim aynı kalır. Görüntüde bir şeyi büyütme ve küçültme ayrıntıların ve gerçeğin algılanışını değiştirir. Bunun dışında biçime özgü özellik olarak bir nesnenin olduğundan daha büyük ya da küçük gösterilmesi görüntünün anlamını oluşturur. Bir insanı alt açıdan görüntülemek olduğundan büyük; güçlü göstermek, üst açıdan görüntülemek olduğundan küçük; güçsüz göstermek için kullanılabilir...

...gece, araba farı altında bir sazlık görüntüsü mü acaba?!.

Farklı grupların “aynı gerçeklik” hakkında farklı imajları olması kişilerin karşılıklı etkileşim sürecinde uyum yeteneğine göre gelişip farklılaşmasıyla da ilgilidir...Gerçeğin sunuluş biçimi ise farklı anlamlar üretmemizi “sağlar” ya da yanlış ve bilinçsiz kullanım farklı anlamlar üretmemize “neden olabilir”!Reklamlar ("reklamın iyisi-kötüsü olmaz" ve “her yol mübahtır” mantığıyla)dikkat çekici her yöntemi kulanır... 

Kısacası gerçeğin sunuluş biçimi anlamı belirler.

İzleyicinin, hedef kitlenin dilsel bilgisi, dünya bilgisi, sınıfsal konumu, cinsiyet, yaş, anlamlandırma yeteneği göz önüne alınarak sinema, tv ve reklamlar ile sözel, yazılı görsel dil alanları  kullanılır ve iletiler üretilir. Göstergebilim bize etrafımızdaki olguları, sözcükleri, sağduyuyu; herşeyi gözlemlerken sıradan görünen şeylerin ardındaki anlamları çözmemizi ve onların ifade ettiği ikincil anlamları görmemizi sağlar. Signification (anlamlama) bir görüntünün gücül anlamının ötesindeki yan, ikincil ve çoğul anlamı kapsar.
Göstergebilimci Pierce’a göre görüntüde anlatımın tözünün (töz:değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram, kök) ; nesnenin fiziksel görünüşü olduğudur. İçeriğin tözü ise görüntüdeki nesnenin dışında gözümüzle gördüğümüz tüm nesnelerdir.
Görsel bir imajın parçaları, farklı bileşkeler şeklinde çözümlenebilir ve değerlendirilebilir. Fotoğrafta manzarayı oluşturan; dağ, gökyüzü, ağaçlar vs. vb.gibi tüm parçalar ayrı ayrı beğenilebilir. Bir afişe baktığımızda ise  bütünü oluşturan –görselin(illüstrasyon ya da fotoğrafın) dışında- başlık, alt başlık, tipografi gibi bağımsız  elemanlar gözümüze çarpar...





 -devam edecek-



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder