31 Temmuz 2018 Salı

kıyısından bir şehir hikayesi-2. Bölüm-

Masanın üzerindeki silah artık yoktu!

Havai fişekleri oldum olası sevmem. Elde patladıklarından mıdır yoksa boş yere uçup giden milli sermayenin yanı sıra çevreye ve insan dışındaki diğer canlılara verdiği zarardan mıdır bilmiyorum. Belki ikisi de... Anadolu Hisarı'nda birini tanımıştım. Kayıkhanede sohbet etmiştik...iki elinde birden patlayan havai fişekler ellerini tamamen parçalamış, genç yaşından beri ablasının yardımıyla tuvalet ve yemek ihtiyacını giderebilmişti...sonra bir gün canına yetmiş. Kendini boğazın sularına bırakıvermişti.
Her türlü ateşli silaha karşıyım. Ateşsiz olanlar hayatta kalma ve kendini savunmada bazen gerekli olabiliyor. Ama en etkili silah "söz" dür bence. Hakkını da alırsın hukuğu bilip sözünü esirgemez isen. Coşku yaşanacaksa bağırıp çağırırsın, sesini yükseltirsin biraz daha, zıplar, hoplarsın, vücudunla katılırsın, dans edersin, alkışlarsın...havai fişeklere, silahlara sarılarak değil!
Coşkuyu abarttığın anda kontrolü kaybedersin, abarttığında risk kaçınılmaz olur.. Hayatta en korktuğum şey: kontrolü kaybetmek! Çünkü daha önce kaybetmiştim defalarca; yine kaybedebilirim.
Silahı bulduğumda onu Birol'a doğrultabileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Mesele çay, simit meselesi, açlık falan değil;  bir nevi çıldırmaydı...

-Toma-

Adamın metresi, yatak odasında henüz giyinmemiş,  başının ucunda ayakta öylece duruyordu. Adam onu karşıdaki aynadan seyrediyordu. Kadın çırılçıplak durmaya devam ediyordu. Adam kadının aynadaki çıplak yansımasına boş gözlerle bakıyordu; sanki onun için hiç bir şey ifade etmezmiş gibi...Oysa kendisini aldattığını öğrendiğinden beri böyle boş gözlerle bakıyordu ona...az önce yaşanmış bilinçsizce bir sevişmenin ardından donuk... Vücudunun tüm kıvrımlarını, detaylarınıi kusurlarını ezbere biliyordu coğrafya atlaslarını bildiği gibi. Topoğraf değildi adam ama kabzımal da değildi. Onu tezgahın başında görmezseniz ne iş yaptığını da anlamazdınız.  Bir karısı vardı ama kimse sokakta birlikte görmezdi. Sanki yıllardır karısını eve kapamıştı. Ama metresini her yere götürür, herkesle tanıştırırdı. Onu deliler gibi kıskansa da ortalarda olmasını severdi...Karısına karşı ne hissettiğini bilemem ama balığın peşinde geçen uzun günler, geç saatlerde eve dönüşler derken karısı -ne büyük cesaret ise- yokluğunda eve erkek almıştı.Tabiri caiz ise onu "boynuzlamıştı"! Kahvede konuşulanları kulak arkası edemezdi artık.  Adam ve metresi; aynada ikisi de bulanıklaştılar. Toma her iki kadından da kurtulmalıydı. 
Şimdi eskisi gibi denizin üstündeydi...ancak burada düşüncelerden sıyrılabilirdi ya da düşünülecek bir şey burada düşünülür, verilecek bir karar varsa yine denizin üstünde, teknede verilirdi... eski günlerdeki gibi küreklere asıldı, motoru çalıştırmadan, misinayı dişlerinin arasına alıp küreklere asıldı... iki kürek çekti, misinadan titreşim ve gerilim neredeyse bir düzine uskumrunun sardığını işaret ediyordu çapariye...eski günlerdeki gibi livarı açtı, balıklar  canlı canlı yüzmeye başladılar. Hiç bir şey düşünmüyor gibi göründüğü o anda aslında kafasının içinde silah boşalıncaya kadar sıkmaktaydı tetiği...


-Muzo-

Genelde akşam iş çıkışından sonra eve şöyle bir uğrar, annesiyle iki çift laf eder, onun yaptığı yemekten iki çatal aldıktan sonra mahalleye uzardı. Babasıyla yıldızı oldum olası barışmaz, neredeyse mecbur kalmadıkça tek satır bile konuşmazdı...17 yaşındaydı henüz. Mahallede "kanka" ve ağabeyleriyle mahallenin namusunu koruyordu ona sorarsanız her gece. Bana sorarsanız şiddete meyilli, "bonzai" bağımlısı, gelecek ile ilgili hiç bir düş kurmayan biriydi.  Bu sabah "iş yok, sana ihtiyaç da yok" diye işten çıkarılmıştı Birol'un yanında çıraklık yaparken. Akşamları kelebek, sustalı ya da kuru sıkı mutlak bir şeyler taşırlardı.  "Muzo" diye çağrılmaktan nefret etse de Muzaffer'e tercih ederdi. Bu akşam sağlam geldiğini söyleyecekti arkadaşlarına. Uyuşturucunun etkisiyle yaptıkları küçük taşkınlıklardan sonra belki ses getirecek bir şeyler olabilirdi bu akşam. Her akşam olduğu gibi yine kendilerine verdikleri ve verecekleri zararı anlayabilecekleri bir "kafa"da olamayacaklardı... "Sana  yapılanı karşılıksız mı bırakacaksın. "Şu Birol'a bir görünelim "diyecekti arkadaşları. Muzo Birol'a ödetecekti işten çıkarılmasının hesabını. "Racon"a uymak, raconu kesmek lazımdı!


-Yaşar-

Yaşar, pazar arabasını merdivenden basamak basamak sürükleyerek çıkardı. Pazardan aldıklarının en üstünde pazardan almadığı bir şey duruyordu. Her haliyle bir tabanca! Buraya nasıl gelmiş olabilirdi diye düşündü... Emekli polis panik olmamış; aksine ele geçen bu ganimetten nasıl faydalanmalı diye düşünmeye başlamıştı bile... zira kontrol ettiği üzere silah dolu ve ateşlenmeye hazırdı. Ya da "silah milah" yoktu... karısından sonra Yaşar da sonunda kafayı üşütmüştü. Belki de sadece eski beylik tabancasını özlemiş, olmasını dilemişti pazar arabasındaki patlıcanların üstünde bir yerlerde... Yaşar evli kaldığı 55 yıl boyunca Chekhov okumuş mudur bilinmez ama  hikayenin başında silahın gösterildiğinden de habersiz, silahın ateşlenme vaktinin geldiğini hissediyordu. Elinde silah olduğu halde (Alzheimer)Alzaymır hastası karısının pencere önünde oturduğu koltuğa doğru yürürken buldu kendini...dün karısının kredi kartlarını, içinde bir miktar parayla cüzdanını son anda çöp kamyonu gelmeden geri alabilmişti konteynırdan; ama gerçekte böyle bir olay yaşanmış mıydı emin değildi...şimdi de elinde gerçekten  bir silah olup olmadığını da bilmiyordu. Dolayısı ile biz de!
Pazardan dönerken Toma'nın orada bir mola vermişti en son patlıcanları aldıktan sonra çanta tam olarak kapanmamıştı. Birol tam da Muzaffer'i işten çıkartıyordu ufak bir laf dalaşının ortasında. Yaşar, mendilini  çıkartıp terleyen ensesini silerken masanın üzerinde göz ucuyla görmüştü silahı...  bir itişme oldu Birol ile Muzaffer arasında çay ocağından dışarı bizim masaya doğru taşan. Öylesine dalmışım ki farkında bile değilim masanın  kısa bir süre için tam devrilmeden yan yatar gibi olduğunun... Birol düzeltmiş... Ben açılan midyeleri seyre dalmışım hani bir iş makinesi çalışırken kaptırır unutursunuz ya zamanın nasıl geçtiğini...midyeciler de ayıklama işini bırakıp bu gerilimli anları seyre dalmışlar. Neden sonra fark ettiğim Muzafferin  küfredip giderken yere Birol'un ayakları dibine tükürdüğü... Sonra bir baktım silah  "tak" diye bıraktığım yerde; masada yok!





-devam edecek-


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder