Nesneler, olaylar ve insanlar, zihinde, birbirleriyle benzerlik ilişkisi içinde, zıtlık ilişkisi içinde ya da zaman ve mekan birlikteliği içinde oldukları zaman çağrışımlanırlar...
“Bir nesneyi, görme ya da işitme ya da ona ilişkin bir başka duyu-algısına sahip olma yoluyla, duyumlama temeli üzerinde, unutulmuş olan-o nesneye benzeyen ya da benzemeyen, ancak her durumda onunla ilişkili olan-bu başka şeyi düşünmek olanaklı göründüğü için, şu iki almaşıktan birinin doğru olduğunu söyleyebilirim: ya hepimiz bu şeyleri bilerek doğuyor ve onları yaşamımız boyunca biliyoruz, ya da kendilerinden (birşeyler) ‘öğreniyor’ diye sözettiğimiz kişiler yalnızca daha sonra anımsıyor olup, öğrenme anımsamadan oluşacaktır.” Platon
"İmge"; bir nesneyi doğrudan doğruya yeniden tanıtmaya yarayacak bir biçimde göz
önüne seren şey, duyu organları ile algılanmış olan bir şeyin somut ya da
düşüncel kopyasıdır...İmge “gerçek” değil; sadece bir görünüm, zihinsel bir aktivitedir. Bir tek şeyin ya da
olayın görüntüsü başka şeylerin ve olayların görüntüsünü de içinde barındırır.
Her düşünce, simgesel anlamları olan imge parçacıklarından oluşur. İmge
ortaklaşa bir anlam yüklediğimiz ya da kişisel olarak anlamlandırdığımız
simgenin kaynağı olan nesne veya öznenin zihnimizdeki resmidir. Daha farklı bir
deyişle, dışımızdaki ya da düşüncemizdeki nesnelerin resmidir. İmgeler
gösterime yönelik “işaretlerdir”.İmge sözcüğü hem optik
bir modeldir hem de zihinsel bir deneyimdir. Görme olgusunda soyut imgeler
zihinsel süreçte algılanmakta ve bu algılanan imgeler bilinçli bir şekilde
yorumlanıp anlam kazanmaktadır. Bilgi edinmeyi sağlayan imgeleri, “duyumsal” ve “rasyonel” imgeler olarak
ikiye ayırabiliriz. Duyumsal imgeler : duyumlar, algılar ve tasarımlardır.
Rasyonel imgeler ise kavramlar, önermeler ve bu önermelerden kurulmuş teoriler,
varsayımlar gibi karmaşık imgelerdir.
"Kavram"a gelince; bir şey üzerinde birçok ayrı
algıları kapsayan genel düşünce, nesnelerin veya olayların
ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, "konsept"dir...
Düşüncelerin "nominalist" (nominalizm: tümel kavramların birer işaret olduğunu kabul eden
nominalizm, kavramların temsil ettikleri şeylerden ayrı olarak birer gerçekliğe
sahip olduğunu savunan realizme karçı ve zıd bir görüştür) ya da "kavramcı" olmak
gibi bir sorunu yoktur... Düşünülen nesnenin önemine göre bu değişebilir. Bir “sandalye” imgesi bir çok kişide farklı
olacaktır; kimisi işindeki, kimisi evindeki kimisi bir kahvedeki sandalyeyi düşünce
yoluyla elde eder , kimininki detaylı , kimininki sadece dört bacağı, oturma
yeri ve sırtlığı basit çizgilerden
ibaret olacaktır...Sonuçta herkesin sandalye imgesi değişik ama temelde
sandalyeye özgü temel özellikler aşağı yukarı aynı olacaktır. Yani burada imge
bir tür kılavuzluğu üstlenir...
5 temel duyu-dilimiz var: Sözel (konuşma,
dinleme, yazma, okuma), görsel (renk, biçim, devinim), işitsel (frekans, tını,
genlik), motor (denge, konum, devinim ve durgu), kimyasal (koku, tat, iç ve dış
duygu)... Dünyayı onlarla algılar, kodlar, kaydeder, bellekte saklar, anımsar ve
ifade ederken dillendiririz.
Sanatlar bu temel duyu-dilleri asal veya bileşik
olarak kullanır. Dans motor duyu-dili, fotoğraf görsel duyu-dili, müzik işitsel
duyu-dili(asal olarak)...En kalabalık / bileşik duyu-dilini kullanan görsel sanatlar; tiyatro ve sinemadır: Sözel, görsel, işitsel, motor duyu-dilini bir arada
kullanır.Algılama; duyu organları yardımıyla çevredeki objelerin, fark edilmesini, olayların açıklamasını içeren bir bilgi alma süreci sonunda ortaya çıkan psikolojik bir olgudur. Algı bir uyarıcı nedeniyle ortaya çıkar. Bir objeyi gördüğümüzde onun görsel algısını elde ederiz. Algılama insanın var oluşunun kültürel ve bireysel varlığına dayanmaktadır. İnsan dış dünyayı duyuları(5 duyu organı)ile ve bunların algı haline gelmesi sonucu tanır.
"İfade”, gerçekte görebildiğimiz ve yaşadığımız şeyleri kaydetmeyi araştırır.
“Görsel iletişim”de, “soyutlama” daha kuvvetli ve özü çıkartılmış bir anlama doğru bir basitleştirme olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir anda görülen şeylerin anlamını çıkartmak ve düzen yaratmak için görsel bilgi ile doldurulmuş olmak gerekmektedir. Bu, algılama denilen olgu aslında soyutlama sürecidir.
“Sembolizm” görsel mesajın basitleştirilmiş bir formudur. Ancak, gerçekte görülebilen için yerine geçebilecek ya da onu yansıtabilecek bir “imaj”ı ortaya koyar...
Algının temel özelliklerine bakacak olursak: Algılamanın bireyden bireye değişen bir olgu olduğunu, algılamada deneyim önemli bir rol oynadığını, insanın çevreden amaçlarına uygun bilgi aldığını, algılamanın davranışı yönlendirdiğini, eylem için bir uyarıcı olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca algılama, belirli bir deneyim kazanmış, önceden bilgi birikimi olan bireyin sinir sisteminin ani tepkisi olarak düşünülebilir.
Bilgikuramı, etik, estetik, metafizik, varlıkbilgisi (ontoloji) gibi felsefenin ana konularındaki görüşleriyle günümüzde de tartışılan 18yy. filozofu Kant’a göre her bilgide iki bölüm bulunur. Bunlar “kavram” ve “algı”dır. “ İçeriksiz düşünceler boş, kavramsız algılar ise kördür” der...
Algıyı artırmak için, onu bütünleyen, tamamlayan etkinlik ayrıntıyı fark etmedir. Gözleme dayalı, tasarıma yönelik düşünmeye ulaşmak için hayal gücünün geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü yaratıcı bir tasarımcı için en önemli araç, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunan görsel hafızadır. Hafızanın zenginliği iyi gelişmiş ve etkin bir görsel algılamaya dayanmaktadır.
Görüntüler hafızamızın en önemli
malzemeleridir. Edindiğimiz bilgilerin %80’ini görsel yolla alıyoruz. Bu yüzden
görüntüleri zihnimize ne kadar net yerleştirirsek o kadar net hatırlayabiliriz.
Bu yerleştirme işleminin sağlıklı olabilmesi için görsel alt biçimlerin sorgulanmasının önemi büyüktür. Bunlar;
renkler, alanlar, boyutlar, açı, mesafe, hareket ve konumdur. Bu yolla
fotografik okuma ve görsel canlandırma yeteneği artar.
Duyularımızın, özellikle görme duyumuzun şekillendirme eğilimine,
parçaları bütünleştirerek algılamasına “Gestalt
etkisi” denir. Gestalt psikolojisine göre şekil ile zemin arasındaki
ayrımı algılama seçime bağlıdır. Bunu otomatik olarak yaparız... Şekli oluşturan şeyleri biz seçeriz ve zihnimizde onu zeminden
ayırırız...
Şiddet ve büyüklük, kontrast,
tekrar ve hareket…bu değişenler görme ve seçmeyi olumlu yönde etkiler. Algılayanın
bu objeyi nasıl yorumladığına, dikkatini neye yönlendirdiğine bağlı olarak ne
gördüğü farklılık gösterir. Algılayıcıya bağlı değişenler geçmiş deneyimler,
beklentiler, amaçlar, gereksinimler ve kişilik sistemidir. 20. yüzyılın ilk yıllarında Almanya’daki
bir psikoloji okulunda psikolog Wertheimer, Koffka, ve Köhller tarafından
geliştirilen kuram özellikle modern
sanatın yapılandırılmasında etkili olmuştur.
Gestalt bir felsefe, yaşama bakış
ve yaşamı anlayış şeklidir. Bu anlayışa göre de insanlar evrenin kendisiyle bir
harmoni oluşturmaya çalışmaktadır. Her birey beden, duygular, düşünceler, hisler ve algılamalardan oluşan bir bütündür ve bunlar birbirleriyle ilişkili olarak işlevsellik kazanır. Gestalt kuramında birey merkeze alınmakla beraber çevresi ile olan etkileşimi de “holistik” (bütüncül) bir şekilde ele alınmaktadır.
Gestalt ilkeleri, gerçek-dünya
bağlantılı bir çok algılama konusunun anlaşılmasında değerlerini
kanıtlamışlardır. Sanatçılar bu ilkeleri, imgelerini seyircilerin görmesi ve
tepki göstermesi için özellikle
kullanırlar. Doğal olgular da Gestalt ilkeleriyle açıklanabilir.
Örneğin kamuflaj… Zebra desenleri
işlevsel bütünleri oluşturan Gestalt ilkelerine kusursuz denebilecek bir örnek
oluşturur.
Gestalt yasaları:
“Benzerlik yasası” benzer şeyleri
bütünler halinde gruplandıracağımızı
söyler. Siyah ve beyaz çizgileri algıladığımızda , onları çizgisiz zeminden
otomatik olarak ayırt ederiz.
“İyi süreklilik yasası” düz doğrular
ya da düzgün yaylar şeklinde çizgileri
aynı gruba ait olarak gördüğümüzü söyler. Böylece bir kaya ya da bir çalı
zebrayı bir ölçüde gözden saklasa bile, çizgileri yüzünden hayvan kolayca
görülebilir.
“Yakınlık yasası” birbirine yakın
olan şeyleri bir şekil olarak gruplandıracağımızı söyler. Zebranın çizgilerinin
ensiz olmaları bir bütün olarak görmemize yardımcı olur.
“Ortak kader yasası” aynı yönde hareket eden
şeyleri gruplandırırız. Bir zebra koşarken bütün çizgileri aynı yöne gider ve
bütün vücudu açıkça görünür. Özetle evrim görünüşü nedeniyle avlayanlarca
kolaylıkla fark edilen bir hayvan yaratmıştır.
Yaratıcılık kullanılarak
sürekli anlamlı bütünler oluşturulmaya çalışılırken Gestalt ilkeleri izlenmektedir.
Bütünler İlkesi örneğinde olduğu gibi;: Biz dünyayı
anlamlı bütünler veya gestaltlar olarak yaşarız. Belirsiz durumlar bizde bir
rahatsızlık yaratır ve bu belirsizliklerden kurtulmak için hemen o duruma bir
anlam vermeye çalışırız...
Dış dünyayı anlamlandırma ve
kavrama sürecinde zaman ve mekan kavramı da büyük önem taşır. Nesneler
dünyasının üç boyutlu düzeni, onu sürekli dönüştüren ve yeniden şekillendiren
zaman faktörüyle dördüncü bir boyut kazanır. Üç boyutlu evrenimizde nesne ve
uzay bütünün birbirini tamamlayan parçalarıdır. Boşluk- doluluk, varlık- yokluk
gibi kavram çiftleri bu ilişkiden doğar. Görsel sanatların temsili evreninde
boş ve dolu alanlar vardır; bu da kişinin sanat eseriyle, dış dünyayla kurduğu
ilişkiye benzer bir ilişki kurmasına yarar. İnsan ilişkilerindeki gibi nesneler
arasında ilişkilerde de uyum-uyumsuzluk söz konusudur. Doğa kendi içinde bir
uyum sağlamıştır. İnsan doğayı taklit ederek üretir ve doğadaki mükemmeliyet,
kusursuzluk ve dengeyi üretimlerine yansıtmaya ve bu uyuma ulaşmaya çalışır.
"Formlar, göstergeler ve imgeler arasında bir bağ sistemi kurar... Form olarak benzerlikler çağrıştırır"...
Görüntüleri anlamada kültürel
farklılıklar da söz konusudur. Her normal insan nesneyi anlayabilir ve teşhis
edebilir. Ama en basit görsel imgeler bile farklı kültürlerde farklı
yorumlanabilir. Bu nedenle bu görüntülerin( fizyolojik, etnografik ve
psikolojik deneyimler yardımıyla) okunması gerekir.
Algısal değişmezlik
(Perceptual Constancy) aynı objeyi farklı yerlerde ve durumlarda gördüğümüzde
de tanırız. Örneğin pencere bir binada, arabada veya başka bir yerde olsa da
pencere olarak ayırt edebiliriz. Objenin anlamı değişmez. Anlam, fiziksel
durumdan daha önemlidir.yandaki poşet üzerine basılı silah gibi...Gestaltçılara göre dış dünyadan algıladığımız
duyumlar, beyinde bir tepkiye neden olur, bu nedenle beyinde oluyormuş gibi
hissederiz. Beyin etkin olarak duyumları dönüştürür. Bir başka deyişle beyin
duyumları organize eder, basitleştirir ve anlamlı hale getirir.
Bir fotoğraf karesinde veya
sinemada bir planda kaydedilmiş görüntülerin bize sunuluş biçimleri önemlidir.
Karanlıkta kalmış bir göz çukurunun çok yakın çekim görüntüsünü bir krater gölüne, düz telli saçları olan bir
kişinin yine dolu kadraj detay saç görüntüsünü otluk, sazlık bir alana
benzetebiliriz...
“Rabbit and Duck”, Fliegende Blätter
gazetesinde yayınlanan bir çizim, 1892
Siyah-beyaz ya da renkli
seçimi ile görüntünün biçimi değişir. Anlatım gereci değişince anlatım biçimi
de değişir. Görüntünün biçimi ile görüntünün
fiziksel görünüşü aynı şeydir. Fotoğraf büyütüldüğünde, küçültüğünde
fiziksel görünüşü değişir ama biçim aynı kalır. Görüntüde bir şeyi büyütme ve
küçültme ayrıntıların ve gerçeğin algılanışını değiştirir. Bunun dışında biçime
özgü özellik olarak bir nesnenin olduğundan daha büyük ya da küçük gösterilmesi
görüntünün anlamını oluşturur. Bir insanı alt açıdan görüntülemek olduğundan
büyük; güçlü göstermek, üst açıdan görüntülemek olduğundan küçük; güçsüz
göstermek için kullanılabilir...
...gece, araba farı altında bir sazlık görüntüsü mü acaba?!.
Farklı grupların “aynı gerçeklik” hakkında farklı imajları
olması kişilerin karşılıklı etkileşim sürecinde uyum yeteneğine göre gelişip
farklılaşmasıyla da ilgilidir...Gerçeğin sunuluş biçimi ise farklı anlamlar
üretmemizi “sağlar” ya da yanlış ve bilinçsiz kullanım farklı anlamlar
üretmemize “neden olabilir”!Reklamlar ("reklamın iyisi-kötüsü olmaz" ve “her
yol mübahtır” mantığıyla)dikkat çekici her yöntemi kulanır...
Kısacası gerçeğin sunuluş biçimi anlamı belirler.
Kısacası gerçeğin sunuluş biçimi anlamı belirler.
İzleyicinin, hedef kitlenin dilsel bilgisi, dünya bilgisi,
sınıfsal konumu, cinsiyet, yaş, anlamlandırma yeteneği göz önüne alınarak
sinema, tv ve reklamlar ile sözel, yazılı görsel dil alanları kullanılır ve iletiler üretilir.
Göstergebilim bize etrafımızdaki olguları, sözcükleri, sağduyuyu; herşeyi
gözlemlerken sıradan görünen şeylerin ardındaki anlamları çözmemizi ve onların
ifade ettiği ikincil anlamları görmemizi sağlar. Signification (anlamlama) bir
görüntünün gücül anlamının ötesindeki yan, ikincil ve çoğul anlamı kapsar.
Göstergebilimci Pierce’a göre görüntüde anlatımın
tözünün (töz:değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram,
kök) ; nesnenin fiziksel görünüşü olduğudur. İçeriğin tözü ise görüntüdeki
nesnenin dışında gözümüzle gördüğümüz tüm nesnelerdir.
Görsel bir imajın parçaları,
farklı bileşkeler şeklinde çözümlenebilir ve değerlendirilebilir. Fotoğrafta
manzarayı oluşturan; dağ, gökyüzü, ağaçlar vs. vb.gibi tüm parçalar ayrı ayrı
beğenilebilir. Bir afişe baktığımızda ise bütünü oluşturan –görselin(illüstrasyon ya da
fotoğrafın) dışında- başlık, alt başlık, tipografi gibi bağımsız elemanlar gözümüze çarpar...
-devam edecek-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder