27 Ağustos 2012 Pazartesi

"Battı balık yan mı gider?" yoksa "kaçan balık büyük mü olur?"


Küçükkuyu limanında, bir kahvehanenin duvarında asılı olan uyarı afişi ile biraz gergin başlayan tatil, 1-2 saat sonra yavaş yavaş suyuna girmeye başlamıştı...afişteki balon balığı bu sularda görülmüştü ama gideceğimiz yere oldukça uzaktı; hem bu araştırma zehirli ve çarpan balıklarla ilgili olmaktan çok suların ısınması ve türlerin bölge değiştirmesiyle ilgili bir araştırma idi...limanda hangi balıkların çıktığını, nasıl yakaladıklarını konuştukça moralim yerine geldi...en kötü ihtimalle oltaya  ekmek takıp, Kıbrıs sarmasıyla  kefal ve sarpa-çitari yakalamam söz konusuydu...Canlı yem için önceden konuştuğumuz av malzemeleri satan dükkan bayram nedeniyle biraz geç açmıştı ve dün mevcut olan "mamun"(kerevit ile istakoz benzeri  küçük deniz canlısı- Danaburnu'na da benzer)  ise kalmamıştı..."sülünez"" denen deniz dibinde kumun içinde yaşayan-çakı midyesi de dedikleri yem ile idare etmek zorundaydım!


Assos'ta antik limanın hemen içinde yer alan Nazlıhan Hotel'e varıp yerleştikten sonra, deniz gözlüğünü takıp keşfe çıktım...deniz çok berraktı ve onlarca farklı tür sanki akvaryumun içindeymişcesine sakin bir biçimde, sürüler halinde dolanıyordu...heyecan ile oltaları hazırladım o akşam...bütün gece levrekler, karagöz sürüleri, çipuralar, mırmır ve barbunlar rüyamda bir o yana bir buyana süzüldü durdu...sabah gün ışımadan avlaktaydım...kayalık alan dip oltası atmayı zorlaştırıyordu...


Sert esen rüzgar konsantrasyonu biraz  bozsa da beşinci dakikada oltama taktığım sahteye ( rapala- yapay balık) koca bir balık yapışmıştı...tur bile sardıramıyordum...yavaş yavaş kalama vere vere 10 metre kadar çekmeyi başardım ama balık yüzye çıkmıyor, aşağı çekiyordu oltayı...işte o dibe doğru yüklenişlerden birinde ben de kamışın ucunu ters yöne , daha da yukarı zorladım" battı balık yan gider", "kaçarsa kaçsın" dedim...zaten onu karaya alamayacağıma dair bir his içime yerleşmeye başlamıştı...olta birden boşaldı...gülümsedim denizin yarı karanlık sularına bakarak..."en az 3-4 kiloluk bir levrekti"..."kaçan balık büyük olur"!..Rüzgarı yedikten sonra ertesi günün sabahı kazan gibi kafamı kaldıramadım; sinüzitten... bir günü boşa harcamıştım! O sabah aynı otelde kalan bir başka balık meraklısı sıyırtma ile palazlanmış bir "Akya" yakalayınca; oltaya gelenlerin akya olma ihtimali de belirdi!

Biraz daha at çek yapmaya devam ettim...bu sefer yüzeyden ve olayı sağa sola çılgınca sürükleyen bir balık oltadaydı;  "barraküda" dedim! bu sefer daha hızlı sarabildim oltayı ama neredeyse ilk balığın oltadan kurtulduğu sınırda diğer balığın "ne" olduğunu göremeden ona da elveda dedim...olta yine boşalmıştı küçük bir kafa hareketiyle...hava aydınlanınca at çek olayını bıraktım ve biraz yemli yaptım...onlarca farklı boy  ispari ailesinin değişik fertleri, melanur ve kupalar oltamı ve kıyıyı ziyaret ettikten sonra denize geri döndü! Gün balıkları, Hanozlar da cabası...bir adet de eşantiyon zargana...canlı yem olmadı mı Karagöz ve diğer büyükleri unutmak gerekti...Discovery Chanel'in "Zor balıkçılık" ve "Tatlı su canavarları" programlarına benzer büyük balık yakalama ve mücadelesini yaşamış ama kursakta kalıp tamamlanmamış bir görevin ezikliğiyle döndüm...neyse "gerilmeyelim tatildeyiz" dedikten sonra günün geri kalan kısmını farklı şekillerde değerlendirip tadını çıkartmaya çalıştım...







Ertesi sabah buna benzer bir mücadele ve aynı mesafede kaçan bir balıktan sonra, yaklaşık 70cm'lik, hatırı sayılır bir zarganayı kayalıklara kadar çekmeyi başarsam da kıyıya alamadım...keyfim kaçmıştı...silikon yem, rapala, kaşık denedim, iğne boylarını değiştirdim...başka bir şey uğramadı...Rahmetli amcamın değişiyle:"yanık kalbe boktan teselli" misali olayı kafamda çözdüm...gümüş sürüleri ve benzer canlı yemler her daim önünde olan  balık, hırslı bir biçimde oltaya atlamıyor, nazlı bir dokunuşla üçlü iğnenin hepsini kapmak yerine birine yakalanıyor, biraz zorlamayla da kancadan kurtuluyordu...kalan günleri balıkları gözlükle seyrede seyrede, otelin balık şeklindeki taş masasının etrafında dolanarak, balık lokantalarında balık ve deniz ürünü yiyerek, kurutulmuş devasa kılıç balıklarının kuyruklarına bakarak ve  limandaki kefalleri  iş makinesi çalışırken saatlerce seyreden işsiz güçsüzler gibi seyrederek bitirdim...hem zaten insan gördüğü balıkla dost oluyor; dostunu yakalayıp yer misin?!yaa işte öyle!...gittim, gördüm, geldim! Balık yakalama düşüncesinden kısa bir süre sıyrıldım...yıllar boyunca çeşit çeşit, her boy yakaladıklarıma sayıyorum!...aslında  o belgesellerdeki gibi balıkla mücadeleyi yaşayıp, onun devasa büyüklüğü ve güzelliğini belgeleyip geri salmak en güzeli galiba!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder