Hiç araba merakım olmadı...yere sağlam basmayı ve "toplu taşınma"yı tercih ettim. Eskiyi anlatmaya başlayınca babam, mutlaka mahalleye bir araba geldiğinde tüm çocukların peşine nasıl takıldığını anlatır. O zamanlar parmakla sayılacak kadar araba varmış İstanbul'da...ben de kenarından köşesinden hatırlıyorum o koşturmaları...sonra 70'li yılların sonuna doğru Dodge, Desoto gibi kırmızı renkli kamyonetler, sokak bakkallarına ekmek taşımaya başladı ve parke taşlı yolda takırdayarak gidip gelen teneke at arabalarının yerini aldı...parke taşlı yollar da asfalt oldu ...işte o zaman koşuşturmalar, arkadan asılmalara dönüştü...hepsi de asılanın farkında, hiç hız kesmezdi...eee.tabii düşenler olurdu çoğu zaman...
Anadol, Murat 124 öncesi hep Amerikan klasiklerini görmeye alışmıştık..Taksi, dolmuş derken hala ayakta olan modelleri görünce ne kadar da dayanıklılarmış diyorum...şimdilerde dönem dizileri sayesinde yeniden karşılaşıyoruz. "Yerli otomobiller" biraz daha dayanıksız oluyordu...cam elyafından kaportayı (Anadol'da olduğu gibi) çeşitli hayvanlar yiyebiliyor, küçük bir darbede kırılıp çatlıyordu...o zamanlar başlamıştı park sorunu! Mesela kırsal bir yerde park halindeki bir Anadol'u yerlerken gördüm iki ineği...inekden daha meraklı olan keçilerde vaktinde ne geviş getirmiştir Anadol'u tırtıklarken...bir de kediler var onlarda çok gezen tekerleklerin taşıdığı farklı kokuların peşine gelir, küçük kediler soğuk akşamlarda motorun sıcaklığına tav olurlar, lastik üzerinden içeri sızıp sonra da çıkamayınca ciyakk ciyak bağırırlardı. O geniş Chevrolet'lerde Belgrad Ormanına gittik. Taksi olarak onlar işliyordu. Taksimetreler dışarda ve üzeri damalıydı...
Tv reklamları araba satışlarını körüklüyordu"Otomobil uçar gider..."diye
80'lerde ise Mustafa Sandal..."Onun arabası var" dedi...
Delikanlı olunca, mahalleden Renault arabası olan arkadaşımın ağabeyini içinde müzik dinleyeceğiz diyerek kandırıp arabayı kaçırırdık. O zamanlar kenara park etmiş bir Renault görseniz, hız kontrolüne yatmış bir polis arabası zannederdiniz. Biz de izbe bir yere çeker yoldan geçen diğer arabaların bizim aracı görünce birden yavaşlamasıyla eğlenirdik. Bir kaç yıl içinde yazlıkta yeşil Mercedes ile tanıştık...Kuyumculuk yapan arkadaşımın ailesinin arabası, yine ağabey kontrolü ve refakatinde, ilk aşklarımızı konuşup, teybinde "Gülden Karaböcek,, Ferdi Özbeğen, Ümit Besen ile "Nikah Masası","Dilek Taşı"ile ilk efkarlanmaları yaşadığımız yer oldu... "King Crimson'dan "Epitaph ve İlhan İrem'den "Anlasana"...bu liste uzar gider...Arkadaşın ağabeyi kıyak yapar, Samanlı Köyü yoluna girip gaza basar ve köprü yolunda rampaya hızla girince kısa süreli bir uçma yaşardık...80'li yıllardı Hasan'ların Peugeot'yu sonraki yıllarda Ford'u dereye götürüp yıkar bu arada bir sürü balık ve su yılanı görürdük...
Yıllar sonra eşimin isteği üzerine iki defa araba sahibi olduk...Hyundai tramvayın yolunda ilerlerken triger kayışı koptu ite ite son anda paçayı zor kurtardık...sonra kapının önünden çaldılar...bulunması için gittiğimiz karakolda A-4 kağıt, fax toneri gibi temel ihtiyaçları karşıladık...araç bulunduğunda perişan haldeydi ve bagaj karakolun önündeyken darbe aldığı için açılmıyordu...ertesi sabah teslim almaya gittiğimizde bagaj açılmış ve yılların kolleksiyonu kasetlerim, olta takımım gitmişti...tabi bir önceki gece içinde gördüğümüz paspaslar da...sonraki araç Opel'di, siyah ve spordu... bir ara ben bile sürüş talimleri yaptım...sonra ödemeler zorlaşınca onu da sattık...en güzeli böyle!...ne ilginçtir! canlı bir varlık olmamasına rağmen duygusal bir bağ kurulabiliyormuş bir arabayla...ama doğru ya bundan kat be katını; içten takma 4'lük Köhler'iyle teknemi özlemiyor muyum?!... geçmişi hatırladıkça duygusallaştım yine...sonuca gelelim : her şey fani...petrol de tükeniyor...yaşasın güneş enerjisi ve elektrik şarjlı arabalar...çevre dostu, trafik dostu araçlar ve yaşasın tüm bayan sürücüler; özellikle Ankara'lı olanlar.!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder