12 Aralık 2011 Pazartesi

Victoria Dönemi-1-


63 yıl, 7 ay süren kabusun kaynağı ve toplum üzerindeki  etkilerinden biri (utanç)!?...(kimin utancı?)

 “Vampirler, kurtadamlar, canavarlar, mumyalar.vs.vb...reel-toplumdaki insanın öz parçası sayılan kötülük ve günah potansiyelinin kişileşmiş görünümleridir”diye yazmış “Çağdaş Fantazya”da Ünsal Hocam. İçimdeki potansiyel “ben”leri düşündüğümde kendimi ne kadar tanıdığımı da sorguluyorum... biz kendimizi çözemezken (bir eksiklik- yetersizlik mi dir..?) evreni ve paralel evrenleri nasıl çözeriz....beynimizin ne kadarını kullanıyoruz....IQ ve beyin işleyiş ilişkisi vs vb...cevapları arıyorum  ama unutulmaması gereken bazen bulduğumuz cevapların bizi tatmin edemeyeceği, mutlu edemeyeceği...ama yine de körü körüne bize verilen ya da dayatılanları  da kabul edemeyeceğim. Sorgulama ve düşünmeye devam...

Ucubeler ve canavarlar psikanalize göre alt benliğin (alt-ben, id: Temel ve en ilkel benliktir; zevk temelli bir istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktasıdır. Ana kaynağı cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların bencilce doyurulmasıdır) iç yüzünün dışa vurumlarıdır.
Dışardan bakıldığında XIX. yüzyıl sanayi devriminin yükselişi ve Britanya İmparatorluğun zirvesi olarak kabul edildiği bir dönem Victoria dönemi.  Ama çelişkileri  kavramsal çatışmaları içinde barındıran bir dönem...
Mina Urgan, dönemin toplum yapısını şöyle özetliyor:
Ailevi değerlerle saygıdeğer olma merakı ve bunun getirdiği ikiyüzlülük, toplumsal durumlardan ve bireysel koşullardan aptalcasına memnunluk, cinsel konularda yapay çekingenlik ve sevgisiz evliliklerin kutsal bulunması, dar kafalılık ve dinsel yobazlığa karşın Hristiyanlığın dibini oyan bilimsel araştırma ve gelişmeler, para ve madde severlik ve alt sınıfların ve parasızların saygın bulunmaması, plansız gelişen sanayileşme ve haksızlıklarla dolu çalışma şartları ve adaletsiz ekonomik düzen, sanata duyulan düşmanlık ve edebiyatın salt eğlence aracı olarak algılanması...
Gelenekçi bir toplumun değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünce tutumu, korkular, karşı çıkışlar, başkaldırmalar, 63 yıl 7 ay süren bu dönem nasıl bir dönemmiş tanrım! ... Kilise-bilim, inanç-akılcılık, refah-yoksulluk, insani ve ahlaki değerler, fuhuş, gibi konuların çatıştığı, çelişkilerin en yoğun yaşandığı  muhafazakar bir dönem...cinsellik baskı altında tutulmuş ve kadın, baştan çıkarıcı şeytan veya azize gibi uç noktalarda yorumlanmıştır.

Sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan varoşlar, şehirlerde baş gösteren fakirlik, dönemin yazarlarının dikkatini insanların yaşadığı zorluklara çekmiş. Böyle bir dönemde çöküntü durumundaki sınıflardan; yazarlar, sisteme direnmek, toplumu düzeltmek  isteyen yitik insan tipleri ve korku hikayeleriyle karşımıza çıkarlar.  İşte onlardan biri  "Dr. Jekyll ve Mr. Hyde"dır. İnsan ruhundaki iki farklı kişiliğin; iyinin ve kötünün çatışmasını alegorik (alegori:içindeki karakter ve olayların gerçek hayattan bir takım karakterleri ve olayları temsil ettiği hikaye, film, resim, vs. türü) biçimde ele alan "Dr. Jekyll ve Mr. Hyde" romanı nazik ve saygın bir insan olan Dr. Henry Jekyll'in zaman zaman şehvet düşkünü bir canavara:  Mr. Edward Hyde'a dönüşmesi anlatılmaktadır. Kişilik bölünmesi psikiatride “splittig of personality” ya da “dissociation of personality” diye adlandırılır. Dr. Jekyll laboratuvarında  yaptığı çalışmayla bir iksir bulur. Bunu içtiğinde ilk kişiliğiyle hiç ilgisi olmayan Mr. Hyde’de dönüşür. Ama bu durum kalıcı değildir. Beyinde  oluşan bazı kimyasal değişimlerle bu gelgitleri yaşar. "Dr. Jekyll ve Mr. Hyde" Stevenson'un modern topluma ilişkin karamsar bir yorumudur. Goethe'nin 'Faust'u, Aydınlanma Çağının getirilerine duyulan hayranlığın, bilimsel devrimlerin insanoğluna sağladığı faydaların, “modern öznenin yaratıcılık tutkusu”nun dile getirilişiydi. Shelley'nin 'Frankenstein'ında ise bu ilerlemeler nedeniyle cennetini yitiren “modern öznenin trajedisi”anlatılmıştı. Stevenson’un "Dr. Jekyll ve Mr. Hyde"ı ise “modern öznenin parçalanmışlığı”nı yansıtır.
İskoç yazar Stevenson'un romanı,1908 yılından başlayarak da yaklaşık 123 kez sinema ve televizyona uyarlanmış.

Frankenstein (Modern Prometheus), Mary Shelley’nin 1818’ de yayımladığı ürpertici romanda toplum dışına itilen, kendi savaşını veren ve bu savaşta yenilen farklı insanların acıklı öyküsü anlatılmakta. Romanın kahramanı tıp öğrencisi Victor Frankenstein; hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yapmayı, böylelikle de ölümsüzlüğe ulaşmayı istemektedir. Deneyleri sonucunda bir ucube yaratır. Ama sonuçtan memnun kalmaz ve kaçar. Tıpkı onu gören insanların ondan korkup kaçtıkları gibi.... Babasını (Dr. Frankenstein'ı) bulup, ondan hesap sormak ister. Zararsız ve yufka yürekli olmasına rağmen korku uyandırdığı için toplumdan tecrit edilir. Duyguları önemsenmeyen ve yalnızlığı arttıkça acımasızlaşır ve  kendisini yaratandan korkunç bir şekilde öç almaya girişir.Yaratıcısı Dr. Frankenstein, bilimsel kibrinin, Tanrı'nın yerine geçmeye arzusunun, kadının rolüne soyunmak ve canlı bir varlık "doğurmak" istemesinin bedelini ödeyecektir...  Roman ilk kez 1910 yılında Thomas Edison tarafından sinemaya uyarlanmış...

Bu dönemde, Tanrıya inanan , dini her şeyden üstün tutan bir toplumda, tanrının isteği dışında davrandığı halde yaşamları diğerlerinden daha iyi süren insanlar nedeniyle tanrı da sorgulanmaya başlanmış,  Darwin: Canlıların çok uzun bir süreç içinde doğada kendiliğinden değişime uğradığını öne süren Evrim teorisiyle “İnsan bir hayvandır; tüm diğer hayvanlar gibi evrim sürecinin ürünüdür.” diyerek kutsal kitapların bilinen öğretileriyle açıktan açığa çatışmaya girmiş, sadece din çevrelerinin değil,  tanrısal imge düşüncesine koşullanmış herkese karşı çıkmıştır. Jeologlar, dünyanın yaşının kutsal kitaplarda belirtilenden çok daha yaşlı olduğuna dair bulgularını yayınlamaya başlamışlardı... 
Matthew Arnold, içinde yaşadıkları “modern yaşam”la ilgili şüphelerini dile getirdiği şiir dönemi açıkça anlatır.
Ey sevgili,
Birbirimize içten olalım.
Çünkü; dünya hayaller ülkesi gibi önünde uzanır.
Öyle çeşitli, öyle güzel, öyle yeni...
Ama ne neşesi, ne sevgisi, ne ışığı gerçek
Ne bir huzur, ne bir kesinlik, ne acıya çare var
Büyüyen bir karanlık içinde
Karanlık bir ovadayız.
Savunma ve kaçışın şaşkın aralıklarında sürüklenen
Geceleyin çarpışan cahil ordular gibiyiz.
Dover Beach (1867) / Matthew Arnold
             "Lady of Shalot”, Henry Peach Robinson(1861)

                                       John Everet Millais”Ophella”(1852)

High-Art (1850-1870)  akımında Viktorya döneminde fotoğrafçılar setler kurarak, stüdyo içi tablo yaratmakta model, kıyafet ve aksesuvar hazırlamakta ustalaştılar. Multiple Printing (çoklu baskı) yöntemi yaygın biçimde kullanıldı kompozit (birleşik) fotoğraflar üretildi . Sık sık şiir ( Shakespare’den sahneler), efsane ve İncil’den faydalanıldı. Bilgi ve ahlaksal mesajlar veren, simgesel (alegorik) ve arkasında bir öykü taşıyan (anecdotal) resimler yapan sanatçıları izlediler. Ölüm teması, dini ve romantik konular işlendi, Rafael öncesi dönemin konularından ilham alındı . Bu dönemin ressamları fotoğrafla elde edilebilen ayrıntıdan etkilenirken , fotoğrafçılarda resimlerin içeriğinden etkilendiler. High-Art, pictorialist akımın içinde gelişti. Piktorializm (1890-1910) Söz konusu dönemde fotoğraf henüz kendine ait bir dil oluşturamamıştır.Yapılmak istenen, fotoğrafı dönemin geçerli diğer sanatları (resim, heykel vs.) ile aynı statüye çıkarmaktı.
Charles Dickens da, orta sınıfı iğneli bir dille eleştirdi. Fabrika sahipleri ile işçiler arasındaki çekişmeleri, sıradan insanların yaşamlarındaki acıklı olayları işledi.

Thomas Hardy, koyu bir agnostik yazar olarak yaşamın anlamının ya da amacın bulunmadığına ve kocaman bir hiçlik olduğuna inanan Schopenhauer’den etkilenmiş ve   Nietzsche’nin “Tanrı Öldü!” söyleminin acısını ve şiddetini çok güçlü bir şekilde yansıtmıştır.
Bu dönemin sonlarına gelindiğinde İrlandalı eşcinsel yazar  Oscar Wilde  Paris'te bir otel odasında, duvar kağıdına ''birimiz gitmeli'' yazarak intihar eder.
 Kulak verin sözlerime iyice
 Herkes öldürebilir sevdiğini
 Kimi bir bakışıyla yapar bunu
 Kimileri dalkavukça sözlerle;
 Korkaklar öpücük ile öldürür
 Yürekliler kılıç darbeleriyle / Oscar Wilde

Artık İngiliz Edebiyatı; pesimist dünya görüşünün, ateist ve nihilist görüşlerin hayli güçlendirdiği bir edebiyattır...
  
 -2-BÖLÜM  Victoria Döneminin  Yansıması  / Sinema

                                                                                 

1 yorum:

  1. Harika bir yazı olmuş. İngiliz dili ve edebiyatı bölümü öğrencisi olarak okunup okutulması gerektiğin düşünüyorum. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil