Fotoğraflar: Cüneyt Gök
Kimyasal duyu dilimizde kokular tadlarla birleşir, yenilebilecek şeylerde bütünleşir...
Kokusunu sevemeyeceğim bir şeyin tadını sevebileceğimi düşünemem ama yiyecek olarak görüntüsünü beğenmediğim bir şeyi pek ala yiyebilirim; hatta tadını beğenebilirim. Zeytinyağlı pırasa bunlardan biri... ama çok tercih ettiğim söylenemez!
Kokular ve tatlar geçmişle birlikte benliğimize yerleşir ve çağrışımlarla bizi geçmişe götürebilir...Kapuska yemeği kokusu Saint Benoit Lisesi’ndeki öğrencilik günlerime götürür, şekerli “parfüm” kokuları daha da eskilere; ilkokul dönemimde yeni çıkan kokulu silgilere… Benzin kokusu dört sene öncesine kadar kullandığım Gaziantep’ten bir eskiciden alınan yılların 4’lük (dört beygir gücü) içten takma Koehler motoruyla teknemi hatırlatır.Yeni dökülen asfalt geçmişteki yaz günlerini …yaz günlerinde aşırı sıcaktan eriyen asfaltın her dem taze kokusuyla koca bir yaz yada geçen yazların bütünleşmiş tatları, imgeleri, gölgeleri…
Lodoslu günlerde mazgallardan, giderlerden geri tepen hava ve rüzgarla sokaklara, evlere yayılan kanalizasyonun kokusu denizi getirir ruhumun kıyısına…Yanlışlıkla tersten yakılan sigaranın filtresi henüz kızarmamış turşuluk yeşil; “gök” domatesi çağrıştırır.
Ne zaman bir mum söndürsem çocukluğuma giderim… doğum günleri kutlamalarına ve sıklıkla geceler boyunca süren elektrik kesintili günlere… söndürülen mumun fitilinden kısa bir sürelik yükselen dumanla karışık o koku… Gaz lambalarının isli kokusu ise çok uzaklarda.
“Öyle bir günü” hatırlamakla,zincirleme bir reaksiyon başlıyor. O duygu veya duygular başka bir olayın görüntü ve duygusunu tetikliyor.
Mekanların özdeşleştiği kendine has kokuları vardır. Meyhanelerden dışarılara taşan meze, balık ve rakının kararında harmanlanmış kokusu, umumi tuvaletlerin burun direğimizi sızlatan amonyağın temizlikte kullanılan çamaşır suyuyla yarışan göz yaşartıcı etkisi...
Her semt farklı kokar; Gayrettepe ve Beykoz daha da bir başka; Tekel’in likör ve rakı fabrikaları semti kendine özgü o saf, damıtılmış kokusuyla yıkar…
Boğaz semtleri denizle ilişkisinden hep iyotlu ve nemlidir.Varoşlar ve çukur semtler kış aylarında yanık lastik ve is kokar, küçük sanayi işletmelerinin küçük kimyasal karışımları, Dil Ovası’nın insanın beynini döndüren büyük karışımı…
Her evin kendine özgü kokusu vardır; yenileni, içileniyle,eşyalarıyla. Sahafların kokusu eski ahşap evlerin, tavan arasının,bodrum katların kokusuna benzer: yaşanmışlığın, geçmişin nemli yorgun kokusu...
Sokaklarda mutfaklardan dışarı sızan; kavrulan soğan, patlıcan biber kızartması kokusuyla “aile” kavramı şekillenir birdenbire gözümde …en olmadık saatte tok bile olsanız baştan çıkartıp sizi o evde “tanrı misafiri” bile yapabilir. Bir yemek kokusu deyip geçmeyin, o koku evin içini,divan ve çekyatları ,onların yerlerini,ailenin annesinin karakteristik özelliklerini ve duvarda asılı olan resimleri bile “tahayyül etmeye” yöneltir beni…
Fırından yeni çıkmış “pişkin” yada kızarmış ekmek, sıcak bir simit, demli bir bardak çayın kokusuyla başlayan sabahlar her zaman daha güzel gelişir ve devam eder. İnsanın sağlığı genelde yine kendi psikolojik sağlığına bağlıdır. Moral kazandıracak,motive edecek o kadar çok koku var ki!.. Yağlı boya badana kokusu bile… boya kokusu yeni bir ev yada yenilenen bir evi düşündürür, hayatınızda sizin kontrolünüz ve isteğiniz doğrultusundaki bir değişikliği ifade eder, yeni biçilmiş çimler karpuz kokusuyla özdeşleşmiştir;her ikisi de tazelik getirir içinize...
Şebboylar, sarmaşık gülleri eski bahçeleri anımsatır; tüm ailenin bir arada olduğu güneş ılığı günleri. Çiçek kokuları ruhumuzu dinginleştirir…ama bazıları baştan çıkartıcıdır. İğde,ıhlamur gibi bazıları baş döndürücü…Nane ve kekiği de unutmamalı!
Orhan Veli’nin şiirindeki gibi denizden yeni çıkmış ağların kokusunu da unutmamak lazım! hele içlerinde birde hamsi, sardalye varsa....
Taze olan her şeyin görünüşü kadar kokusu da mutlu eder beni. Yaşam ibrem yukarı doğru yükselir. Tertemiz, yeni yıkanmış çarşaf ve nevresimlerle yatmak serin ve taze bir duygu verir.
Yağmur sonrası toprağın, yakınlarda toprak yoksa tozun ıslak, eğer çiselemişse nemli kokusu başka mekanlardaki başka zamanlara götürür beni ; dalgalarla kıyıya vurmuş yosunların kokusunu duyduğumdaki uyarılmaya eşdeğer bir yoğunlukta…
Tarhana çorbası ile kırmızı soğan birlikteliği ne kadar mükemmel ise, iskender ve tereyağı o kadar ağır ve itici gelir. Koku ve tad uyumu işte bana göre böyledir.
Katı yumurta, kükürt, sirke…
Dalından yeni kopmuş domatesin, kabak mücverinin, çocuğunuzun saçlarının kokusu…
Sakızlı muhallebi pişerken, çilek reçeli kaynatılırken bir çocuk heyecanıyla ocağın başından; mutfaktan ayrılamam.
25-04-2007/ “bizimavrupa.com web gazetesi”nde yayınlandı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder