11 Aralık 2011 Pazar

Çayka-Martı


Martı ( Rusça : Çayka), 1895- Anton Çehov'un dört büyük tiyatro oyunundan ilki... Saf bir kız olan Nina, sönmekte olan yıldız Irina Arkadina, deneysel oyun yazarı oğlu Konstantin Treplev ile ünlü ve pek kültürlü olmayan yazar Trigorin’in  göl kenarındaki çiftlikte bir araya gelir. Bu dört farklı karakterin tek ortak noktası sanattır.Yazar, yönetmen ve oyunculardan oluşan gruptaki herkes farklı bir yaşam ve sanat anlayışına sahip olsa da bir martının sudan ayrılmaması gibi o noktaya bağlanmıştır.
Trigorin, Konstantin'in vurduğu martıyı görünce, bunu bir kısa öykünün konusu olarak nasıl kullanabileceğini anlatır: "Genç bir kız bütün hayatını bir gölün kıyısında geçirmiş. Tıpkı bir martı gibi gölü severmiş ve tıpkı bir martı gibi mutlu ve hürmüş. Ama tesadüfen bir adam gelmiş ve kızı gördüğünde onu mahvetmiş. Tıpkı bir martı gibi." 

Deniz ve doğa aşığı biri olarak o zamanlar adı “Doğal Hayatı koruma Derneği” olan kuruluşun kapısını 1987 de çaldım…Derneğe üye olmanın ötesinde yeni kurulan kuş bölümünde “ornitoloji” kuş gözlemciliği konusunda kendimi geliştirdim . O zamanlar yurt dışındaki birkaç kuruluş projeleri destekliyordu…Başladık Türkiye’yi gezmeye…sulak alanlardaki kış sayımlarından, Silifke –Taşucu’nda markalama çalışmalarına kadar bir çok projede yer aldım ve kuşları daha yakından tanıdım. Benim için martının yeri bambaşka... İstanbul’da onlarsız gün geçmez. Seslerini duymam bile iyi hissetmeme yeter… Richard Bach’ın  Martı’sını okuduktan sonra o özel yer daha da kutsandı içimde. Jonathan Livingston’la birlikte...


Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. 
Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu.
Sahilin ve teknenin çok ötesinde, bir martı, Jonathan Livingston, tek başına uçuş çalışmaları yapıyordu. Yüz fite yükseldiğinde perdeli ayaklarını indiriyor, gagasını kaldırıyor ve 
ona acı veren bir kavisi oluşturabilmek için kanatlarını iyice geriyordu. Eğer bu kavisi oluşturabilirse daha yavaş uçabilecekti. Şimdi rüzgâr hafifçe yüzünü yalıyordu.”

Martı Jonathan kendi kaderini kendi çizmek isteyenler için bir örnekti…bana da örnek oldu ama bir yere kadar…hep birileri çıkıp ne yapacağımı söyledi…bazen de ben istediğimi, kafama koyduğumu yaptım ama asla Jonathan gibi istikrarlı olamadım…zor olanı başarmanın bedellerini öğretti, daha yükseklerde uçtukça yalnız kaldı …farklı olmak, dışlanmak…sonra öğrendiklerini diğerlerine de öğretmek…Bebek Koyunda bağlı onca güzel teknenin arasında eski yapım ve farklı görünüşüyle bir tekne vardı…hem de açıkta demirlemiş…adı “Çayka” idi. Teknenin sahibi kuş ressamı Salih Acar’mış..O da Kuş projelerinde çalışmış, dernek üyesi ama bir türlü tanışamadık...Oruç Aruoba gibi ancak Derneğin  genel kurulunda görebildim. Tekne her daim denizde bağlı olmasına rağmen bir türlü seyir halinde görmedim…güvertesinde hiçbir zaman Salih Acarı görmedim.Teknenin adının anlamı üzerinde durmadım… farklı koşuşturmalar içinde yıllar geçti sonra bir gün Çayka'nın anlamını aramak geldi aklıma. Rus, Gürcü..vb. dillerde “Martı”anlamına geliyor. Salih Acar çocukluğunu Filibe’de geçirmiş Meriç nehrinin kıyısında; Bulgarca’da da Deniz Kırlangıcı-Sumru-demekmiş …babası onu “Çayka” diye çağırırmış…aynı zamanda Karadeniz’de ırmak ağızlarının korunması için müslüman Kazakların kullandığı, altı düz ve yayvan teknelere verilen admış…tekneye böyle bir isim vermek: bir taşla iki kuş…oluyor! Demek ki dedim Martı başkalarının hayatında da  önemli bir yer tutuyor…hatta benimkinden daha fazla. Kuşlar özgürlük timsalidir. İşte bu özgürlükleridir Acar'ı can damarından vuran. Kuşlarla uğraşması ve onları tuval üzerinde zamana karşı koruması bir deneydir ve başta kişiliği olmak üzere çok şey kazandırmıştır ona. Daha sonra "Çayka ve Salih Acar/Geride Kalan Yıllarım" kitabını çıkarmıştır.


Ben hiçbir zaman en iyi martı fotoğrafını çekmedim…çekemedim…ama her çektiğim martı fotoğrafı bana Jonathan’ı ve özgürlüğü anlatmaya yetti…Yükseklerde uç Çayka!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder