İlk kez boğazda önümden süzülüp gittiğinde rüya gördüğümü sanmıştım yıllar önce...o renklerde bir kuş ancak çizgi filmlerde olur sanırdım...sonra kafayı kuşlara takıp Doğal Hayatı Koruma Derneği "Kuş Bölümü"ne girince bir çok kuş için olduğu gibi"Alcedo Athis"in de peşine düştüm...90 farklı "King Fisher" Yalı Çapkını türü var; ülkemizde ise üç türü gözlemlenebiliyor...Yalı Çapkını kıyılarda, yalıların olduğu yerlerde artık eskisi kadarçapkınlık yapamıyor. Nedeni; suların artı eskisi kadar temiz olmayışı...Şehrin hemen dışına çıkar çıkmaz ve Anadolu'da sulak alanlarda sık sık karşılaştık...Yıllar sonra bir arkadaşım beni akşam saatinde Beşiktaş maçındayken aradı. İnönü Stadındaki aydınlatmadan mı, meşalelerden mi nedeni belli olmayan bir şekilde etkilenmiş ve tribündeki arkadaşımın önüne düşmüştü bir tanesi..." ne yapayım?" diye sordu...ben de kendine gelince onu sahile, Dolmabahçe sarayının oraya götürmesini istedim...neyse gecenin ışıklarının içinde uçup gitmiş boğaza doğru...İSKELE KUŞU, EMİRCİK diğer adları...Rivayete göre; yalılarda yaşayan genç bayanlar, uçar ve avlanırken havada asılı kalan bu kuşu pencerelerinde gördükçe içerisini ve kendilerini gözleyen bir "çapkın" yakıştırması yapmışlar.
Bir de İzmir Yalı Çapkını var ki o biraz daha büyük ve daha farklı (Halcyon smyrnensis) onu da bir kaç kez görme şansına eriştim...
Alaca yalıçapkını (Ceryle rudis) Türkiye'de de görülür.
Cüce Yalıçapkını
Şanlıurfa'da 20 Yıl Aradan Sonra 2012 Doğa Kültür ve Yaşam Derneği'nin kuş gözlemcileri tarafından Birecik ilçesi Fırat Nehri'nde İzmir Yalıçapkını gözlemlenmiş...
İzmir Yalıçapkınları daha çok ülkenin güney kıyılarında görülen nadir bir kuş türü olarak bilinir ama ülkedeki en doğu dağılımı olarak bilinen Osmaniye’den sonra, türün yaşam alanına Şanlıurfa’da dahil olmuş...Silifke'de de markalama çalışması yaparken birini ağdan ben çıkarmış ve markalamıştım...
Amazon'da yaşayan bir King Fisher türü...
Çılgına dönmüş bir adam, ünlü DJ Jack Lucas'ın söylediklerinin yanlış anlaşılması sonucu, ünlü bir New York barında katliam yapar. Jack tavrı nedeniyle bu kişiyi galeyana getirerek hayatının hatasını yapmıştı. Yaklaşık üç yıl sonra amaçsız bir alkoliğe dönüşen Jack, bu kanlı olayda karısının ölümüne tanık olup akıl sağlığını kaybeden bir adamla, yani Perry ile tanışır. Aralarında başlayan iletişim tam bir dostluk hikayesine dönüşür...
Jeff Bridges ve Robin Williams'ın başrollerde oynadığı film ünlü yönetmen Terry Gilliam'ın imzasını taşıyor.İsa’nın yanı başından hiç ayrılmayanlardan biri olan Arimatealı Yusuf’un kimliği üzerinde hayli spekülâsyon yapılmıştır.
Doğmuş olabileceği çevrede “Arimatea” diye ya da benzeri bir ad taşıyan hiçbir yer yoktur. Yuhanna İncili’ne bakılırsa, Ürdün Nehri dolaylarında olsa gerektir ama bu da kesin değildir. Nasıl İsa’nın Nâsıralı olduğu söylenir ama o tarihte öyle bir yer yoksa, bu da onun gibidir.
Katolik Kilisesi, Arimatealı Yusuf’u saygıyla anar. Ona aziz (saint) niteliği vermiştir. Bunun nedeni de, İsa’nın çarmıhtaki bedensel ölümünden (?) sonra, cesedini indirip gömmüş olmasıdır. Üstelik öteden beri bilinen Yahudi töresi uyarınca değil, o tarihlerde henüz bilinmeyen, çok daha sonra gelenekselleşecek olan Hıristiyan yöntemine göre. Nitekim Kudüs’teki “Kutsal Mezar” kavramı da buradan çıkıyor. Dolayısıyla, Katolik Kilisesi, Arimatealı Yusuf’un bundan sonra geçen birtakım serüvenlerine ilişkin anlatımlara ateş püskürür.Bazı kaynaklara göre; “Arimatealı Yusuf” adıyla anılan kişi, aslında İsa’nın öz kardeşidir. Fakat İsa’nın “bakire Meryem’den doğma tek çocuk” olması varsayımı uyarınca, bu doğru olsa bile hiçbir zaman ortaya konmamıştır. Bizans’taki Ortodoks Kilisesi, 900 yılında bu konuda bir açıklama yapmıştır. Buna göre Arimatealı Yusuf, Meryem Ana’nın amcasıdır. Böylece, İsa’nın çarmıha gerildiği sırada Meryem Ana 50’li yaşlarda olduğuna göre, Arimatealı Yusuf’un yaşının hayli ileri olduğu izleniminin yaratılmasına çalışılmıştır. Oysa, 82 yılında öldüğünde 80 yaşında yani İsa’dan dokuz yaş daha küçük olduğu belgeler gösterilerek ileri sürülmektedir.
Sonraki yüzyıllarda ortaya çıkmış olan birtakım romantik öykülerde, ondan “balıkçı” olarak söz edilir. Niçin öyle dendiğini anlamak için, “Kutsal Kâse” gibi bir diğer simgesel kavrama uzanmak gerekir: “Balıkçı Kral”.
Bu terimin kaynağını 1. yüzyılda Yahudiye’deki Nazarenlerin ezoterik nitelikli bir uygulamasında görürüz. Birisini vaftiz etme yetkisi olan rahipler, simgesel olarak “balıkçı” niteliğini taşırdı. Çünkü bir tür inisyasyon niteliğindeki bu işlem, büyük bir tekne içinde, balıkçı ağları arasında yapılırdı. Rahip olarak yetiştirilmek üzere inisyasyondan geçirilecek olan adaylara “balık” denirdi.
İsa, söz konusu balıkçılardan biriydi. Fakat aynı zamanda soyluydu ve üstelik kral ailesinden gelmeydi. Onun için de ona, çarmıha gerilme olayından sonra ona “Balıkçı Kral” denmişti.
Burada geçen şu “kral” sözcüğünün ne anlama geldiğine yine dikkat çekelim.
Roma İmparatorluğu ya da Katolik Kilisesi karşısında bir ülkenin kralını görmek isterdi. Oysa burada sözü edilen “kral”, bir ülkenin kralı değildi. Bir toplumun, halkın kralıydı. Bu bakımdan örneğin “İsrail kralı” deyişiyle “Yahudilerin kralı” deyişi birbirinden farklı bir anlam taşır. Nitekim Merovenj hanedanından gelme krallar da “Frank kralı” olmaktan önce “Frankların kralı” niteliğini taşımıştır. Tıpatıp aynı olguyu çok daha sonraki yüzyıllarda İskoçya’da görürüz: “İskoçya kralı” başka, “İskoçların kralı” başkadır.
Ya Balıkçı Kral?...O, tüm insanların, tüm halkların kralıdır.
Bu konu İncil’de de geçer. Fakat şunu göz önünde tutmalıyız: 1. yüzyılda kaleme alınmış olan İnciller, Romalıların kontrolü altındaki bir ortamda imparatorluğun sınırları içinde yaşayan ilk Hıristiyanlar için yazılmıştı. Her şeyin apaçık bir şekilde yazılabilmesine olanak yoktu. Asıl anlatılmak istenen şeyler, apaçık olarak yazılanların ardında gizlenmeliydi. Tıpkı ezoterik nitelikli kurumların öğretilerini simgeler ve alegoriler kullanarak anlatışları gibi... Her nerede çok önemli bir konuya değinilecekse, orada şöyle bir deyişin geçtiği görülür:
“Bunlar, işitecek kulakları olanlar içindir.”
Bu konu üzerinde birbiriyle çelişkili o kadar çok anlatım var ki... Şimdi âdeta bir parantez açarak, ortaya konmuş bir başka varsayıma değinelim.
“Magdalena Hz. İsa ile değil, kardeşi Arimatealı Yusuf ile evlenmişti. Hem kızı hem de iki oğlu Hz. İsa’nın değil, Yusuf’un çocuklarıydı.”
İnsanın «Bu da nereden çıktı?» diyesi geliyor ama bu gibi konularda bir varsayımı çürütmek isteyenin, bir başkasını yaratabildiğini unutmayalım.
Aslında bu varsayımın doğruluğu kanıtlanabilse, birçok sorun giderilir. Çünkü bundan böyle İsa’nın çarmıh üzerinde ölmüş olup olmadığının, soy ağacının sürdürülmesi bakımından hiçbir önemi kalmaz.
Fakat bu varsayım bile Katolik Kilisesi’nin kaygılarını tümüyle sona erdirmez. Çünkü Meryem Ana’nın bakire olduğunun yadsınması katlanmış olur. Ancak ve ancak bir de Arimatealı Yusuf’un İsa’nın kardeşi olduğu savından cayılması durumunda bir uzlaşma sağlanabilir. Bu ise, her şeyden önce soy bağını önemseyenlerin işine gelmez; çünkü bu durumda şöyle bir senaryonun doğruluğunu gösterebilmek gerekir:
“İsa doğduktan sonra Yusuf ile Meryem ayrıldı. Yusuf bir başka kadın ile evlendi. Ondan doğan çocuğuna kendi adını verdi.”
Bu senaryoya göre Arimatealı Yusuf, ileri sürüldüğü gibi İsa’nın öz kardeşi değil, üvey kardeşi olur. Hatta madem İsa “Tanrı’nın oğlu”; o zaman ona kardeş kadar yakın olsa bile aralarında herhangi bir kan bağı bile yoktur.
Bu varsayım, Merovenjlerden 2. Dagobert’in oğlu 4. Sigebert ve onun soyunu sürdürenlerin ta Yakup’a kadar uzanan soyluluk savını zedelemiyor. Değişen bir şey yok. Sadece İsa devre dışı kalıyor.
Katolik Kilisesi de rahat ediyor.Herkes mutlu!... Hiç kimse gocunmuyor.
Ancak bu varsayımı destekleyebilecek hiçbir tarihsel belge olmadığı için, yandaş bulamamış ve destek görmemiş. Katolik Kilisesi her ne kadar rahat ederse etsin, bilim adamları hâlâ rahatsız.
Kaldı ki, bu varsayımın sadece bir fantezî olduğu da belirtilmiştir. Gerekçesi olarak, Arimatealı Yusuf’un, kendi karısından doğma Simon, Yusus ve Yoda adlı üç oğlunun oluşu gösterilir.
Hiç göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta da şu ki, şayet Arimatealı Yusuf İsa’nın öz kardeşi idiyse, o zaman Davut’a kadar uzanan bu soy ağacının tek bir dalı yoktur. Sadece İsa ile Magdalena’nın çocukları kanalıyla değil, Yusuf ile karısının çocukları kanalıyla da yürümüştür.
Arimatealı Yusuf’un tarihteki olası yapıp etmelerine ilişkin araştırmalar bizi Britanya’ya da götürüyor.
Magdalena ile birlikte Languedoc’a gelip orada yerleştikten sonrasına ilişkin bu anlatımların da ne denli doğru olduğu kuşkuludur. Biraz “İngilizleştirilmiş” gibi bir izlenimi yaratır. “Merovech Efsanesi” gibi “Kral Arthur Efsanesi”ne de İsa ve Magdalena’ya uzanan bir köken yaratmak amacıyla ortaya çıkarılmış gibi durmaktadır. Sonunda, elbette Kudüs Kralı 1. Baudouin’in 1100 yılındaki bildirgesinde değindiği “Plantagenet hanedanı”nın kökenine de bir aynı kan bağı yerleştirilir. Dolayısıyla İngiltere ya da İskoçya krallarının da soy bakımından İsraillilerin kral ailesiyle bağlantısı kurulur.
“Arimatealı Yusuf, Magdalena’nın ölümünden sonra, -63 yılında- İsa Yustus ile Yusuf’u yanına alarak Britanya’ya gitti.
Adanın güneydoğusundaki Glastonbury’de, Hıristiyanlığın tarihteki ilk yer üstü kilisesini inşa ederek bunu Magdalena’ya adadılar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder