Hayatın bir illüzyon olduğunu söyler dururum...sonra bir gün bir baktım Einstein zaten bunu çoktan söylemiş... Çok mutlu oldum onun gibi düşündüğüm, kafa yorduğum için... ama bazı şeyleri bilmek ne fayda sağlıyor diye sorduğumda kendi kendime pek bir yere varamadım. Var olmayla ilgili çocukken her nesneyle ilgili sorduğum soruda dünyanın varoluşundaki gizeme takılır kalırdım. İnsan yapımı olanları anlamlandırırken doğal olanların varlığını çözemezdim. Sonra varlığını çözmeyi bir kenara bırakıp güzelliklerini seyre daldım. İşte hayat o zaman anlamlı hale geldi.
Evrenin en anlaşılmaz özelliği, onun anlaşılabilir olması”dır. Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık, bütün dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.“Evreni daha da anlaşılmaz yapan, bir parçası ile bütünü anlatabilme özelliğidir”
Einstein
“Mevcut bilgi birikimimizle öyle sorunlar yaratırız ki aynı birikimimiz bu sorunları çözmemize yetmez.Evet! Hayat organiktir...organik olan bir şeyin kesin kalıplarla,
formüllerle açıklanması beklenemez. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa
olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur ki bu da sürprizlere her
zaman hazır olmanız anlamına gelir. Siz bir eylem başlattığınızda başka bir
düzeni bozmuş olmanız bile mümkündür; doğada bir taşı yerinden kaldırdığınızda
yerine tekrar koymadığınız zaman olduğu gibi... Tam aksine bir şey için
çabalamadığınız zaman çabaladığınızdan daha fazla ve hızlı biçimde sonuca
ulaşmanız da mümkün.
İnsanoğlunun ömrü "hayatı anlamak ve
anlamlandırmak"la geçer. Her şeyi
excel tablolarına uygulayamazsınız. Hayatı da... Hayatın belli bir düzeni ve
sistemi olsa da her zaman sistematik bir biçimde ve istikrarla ilerlemez.
Kesin sonuçlar, mutlak doğrular hayatın işleyişinde sürprizlerden, randomize
sorun ve sonuçlardan çok daha azdır. Yani organik hayatın belirsizliğini yüz
yıllardır belirli bir yapı içinde açıklamaya çalışanlar hep bir noktada
tıkanır; "Kaos".
Düzensizliğin de içinde bir düzen olduğunu düşünürüz...çünkü
her şeyin kontrol edilebilir, öngörülebilir ve bilinir olmasını isteriz
hayatımızda...Sürprizleri severiz ama nedense hazırlıksız yakalanma fikri de bizi
rahatsız eder nihayetinde...
Kaos kuramı, kaos teorisi veya kargaşa kuramı; yapısal
olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel
gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir
yöntemdir. Düzen düzensizliği yaratır. Düzen düzensizlikten doğar.
Düzenin anlayamadığımız hali midir kaos ya da düzensizliğin
içinde de bir düzen var mıdır?
Oluşan, ulaşılan her yeni düzende bir ressamın
araştırma çizgileri çizerken ki haline benzer bir arayış söz konusudur; bu her
sabah rüzgarın tüm yönleri şöyle bir yoklayıp sonra tek bir yönden esmeye
başlaması gibidir. İşte o arada eski düzen ile kurulan yeni düzen arasında
değişim ve geçişte kesişme noktalarında kısa süreli bir uzlaşma, uyum süreci yaşanır; bir buz küpünü suya attığınızda hemen erimez...
Sonra her
şey olmasa da bir çok şey kendiliğinden örgütlenen bir süreçle bizim mantıkla açıklamaya çalıştığımız bir biçimin dışında nereye gideceği
ve varacağı kestirilemez bir yöne doğru gelişir.
Mürekkebin kağıtta yayılması benzerlikler taşısa da her seferinde farklı olur.
Düzen bir aldanma mıdır?!İnsanın yapay yaşamı, yapay etkinliklerinde bu böyle olabilir ama doğada bir düzen söz konusudur. İnsan doğayı taklit eder, ondan aldıklarını kendi hayatına ve üretimlerine aktarır, tasarımlarına yansıtır.
Doğaya baktığımızda düzeni ve matematiği görürüz(tabi nasıl baktığınıza bağlı olarak). Doğal oluşumlar yapısal olarak belli tekrarlar ve örüntüler içerir. Bu da belli bir düzendedir. Doğal olgular "doğal olarak" ısı, basınç, ışık vb. gibi bir takım dış etkenlerden etkilenerek farklı süreçlerde oluşur.
"Örüntü"; "pattern" birbirini tekrar eden şekiller, biçimlerle karşımıza çıkar. Özünde bir yinelenme ve düzen olduğunu görürüz.Her birinde küçük farklılıklar vardır. Doğada mükemmel bir yuvarlak ya da kare yoktur, doğanın şekilleri yamuk, karmaşık, çatallı, kırıklı, girintili çıkıntılıdır. Örüntüleri kavradıkça doğadaki bütünselliği anlamak mümkün olur. En basitinden, denizdeki dalgalar ve çöl kumullarındaki dalgaların benzerliği ...Dünyanın bir parçasını anlamak bütününü algılayışımıza ışık tutar. .”
"Fraktal" ise parçalanmış ya da kırılmış, kırıklı anlamına gelen latince "fractus" kelimesinden gelir. Bir şeklin orantılı olarak küçültülmüş ya da büyütülmüşleri ile inşa edilen örüntüler fraktal olarak adlandırılır. Fraktalın önemli özelliklerinden biri, küçük bir parçasındaki örüntünün şeklin tamamındaki örüntüyle aynı olmasıdır. Bir cismi oluşturan parçalar ya da bileşenlerin cismi tamamına benzemesi matematikte 'fraktal' olarak adlandırılır.
Ağaçların köklerinden, yaprakların damarlarınadan insanın damarlarına, nöronlarına, bronşlarına kadar, mercan poliplerinden karnıbahar ya da brokoliye kadar... salyangozun spirallerine, kristallerden kartanesine, bir sineğin kanadına, eğrelti otuna kadar pek çok oluşumda bu yapıyı görürüz.
Yerküreyi 6-7 kez dolaşabilecek kan damarlarını ve bir kaç tenis kortu kadar alan kaplayan akciğer hava keseciklerini bu küçücük vücudumuza; 100 trilyon hücremizin her birindeki bir kaç mikrometrelik çekirdeğin içine paketlenmesinin ardında, işte bu fraktal kurallar yatmaktadır…
Bir örüntünün fraktal olabilmesi için: 1- Öncelikle örüntü olabilmesi için bir kurala göre ilerlemesi gerekir. 2- Örüntünün büyümesi veya küçülmesi gerekir. 3- Bir önceki şekli içinde barındırması gerekir.
Resim sanatı oran-orantıyı(aritmatiği), perspektifi( geometriyi) içinde barındırır. Sanatın Matematikçisi olarak görülen Escher'in eserlerinin birçoğunda optik illüzyonla karşılaşırız. 2 ve 3. boyuta aktardığı illüzyonları, sonsuzluk hissi uyandıran, simetrik, metamorfoz çizimleri ve oluşturduğu fraktallarla hala bizi etkilemeye devam ediyor. Escher, çalışmanın ardındaki asıl itici gücün "çevremizdeki doğada bulunan geometrik yasalara olan derin bir merak" olduğunu ifade etmiş...
-devam edecek-