30 Aralık 2015 Çarşamba

İstim ve Steampunk

...Bu "Buhar Çılgınlığı"da nereden çıktı diyenlere...

Bu gün istim üstündeyim!( istim üstünde olmak: buharla işleyen araçlar için kalkmaya hazır duruma gelmek)Buhar ile çalışmasam da kinetik anlamda bir yol alma ya da "iş görme" enerjisi var!
Hepimiz buhar makinasının mucidini James WATT zannederiz ama buhar makinesini bulan kişi "Thomas Newcomen" dir.(1705)  James Watt ise sadece onu sanayi'de kullanılacak biçime çevirmiştir.(1767)






Buhar ürkütücü bir güç; neden mi? Evlerde bir dönem "düdüklü" tencereler vardı -kafa koparan- da o yüzden...Evet böyle şehir efsaneleri anlatılırdı... Üstündeki "sibop"undan-düdüğünden çıkan buharın artması ile ne zaman patlayacağız ya da kapak nasıl uçacak diye merak ederdim...  


Teknolojik oyuncakların günümüz dünyasına hakim olduğu gerçeğini bir yana bırakıp daha estetik ve gizemli mekanik bir dünyaya yolculuğa çıksak! Öyle ki buhar olayı ile çalışmasalar teknolojinin günümüzden daha ileride olduğunu söyleyebileceğimiz bir dünyaya...Victoria Dönemi İngiltere'sinde Newton fiziği, buhar gücü, bununla çalışan makinalar, kara, hava taşıtları, mekanik robotlar... Ve  Sanayi Devriminin tüm hızıyla devam ettiği bir dönem düşünün ki "hiç bir zaman var olmamış bir geçmişte"  bilim-kurgu alt türü olarak sayılan müptela olunası bir dünya yaratılmış, bize de okumak, izlemek kalmış...





                                                                          





Victoria Dönemi kıyafetlerinin üzerine bolca metal aksam, dişliler, biraz buhar gücü estetik tasarımlar...İyi ve kötünün her daim içiçe geçtiği dünyamızdan pek de farklı olmayan bir yapıda Jules Verne, H.G. Wells, Mary Shelley, Edgar Allan Poe‘nun, Sir Arthur Conan Doyle ve Robert Louis Stevenson‘ın sokaklarında gaz yağı lambaları yanan dünyası...İnsanın yerini almaya başlayan makinalar kol gücü yerine makinaların gücü, hayatı kolaylaştırırken görüntü olarak mantığı mekanik olduğu için çok da zorlamayan bir dünya...












Aynı zamanda fantastik kurgunun da alt türü olarak kabul edilen, bazı zamanlarda da tek başına bir tür olarak gösterilen" Steam Punk"ın buharına baktık. Bir de "Punk"ına bakalım.
Punk kelimesin anlamları:Tütsü, alevsiz duman çıkararak yavaş yavaş yanan madde 
Değersiz/önemsiz/bayağı kimse/şey,  serseri, külhanbeyi, çapkın, çeteci, haydut

Sanat ve Punk: Modern uygarlığın insanlığın üzerinde kurduğu bilinçli baskıya karşı, toplumsal organizmayı her şeyin suçlusu kabul ederken,geleneksel-kalıplaşmışa karşı tavır alır, saldırmaktan da çekinmez. Asi ve anarşit yanı ile olabildiğince özgür olabilme adına bu durumu protesto için kendi bedenleri dahil her türlü malzemeyi"toplumsal atık" olarak sunar:
Zincirler, zımbalar, çengelli iğne ve kancalar, yırtık kot ve deriler, dikleştirilmiş renkli saçlar 1970 lerden günümüze sokak modasının öncülüğünü yapar. "Dada" akımının benzer biçimde toplumsal ve estetik değerlere karşı duruşu, anti ve yıkıcı sanatı, Punk Kültürünü beslemiştir. Dada Manifestosunda bu yıkıcı ve şiddetli tavrı görürüz.

" ... bizim için birer HİÇSİNİZ...tanrılarınız gibi: HİÇ...bürokratlarınız, yöneticileriniz gibi: HİÇ... ressamlarınız, şairleriniz gibi: HİÇ...Bana saldırıp, dişlerimi sökseniz de suratınıza aptallar olduğunuzu haykıracağım..."  

Hepimizin sayabileceği Bilim Kurgu yazarları Jules Verne, Isaac Asimov, H.G. Wells, Arthur C.Clarke dışında Siberpunk'a bakalım; Siberpunk, genellikle yakın gelecekte geçen ve yozlaşmış bir teknolojik yaşamın ele alındığı distopya tarzında karşımıza çıkar. Postmodern Edebiyat dahilinde değerlendirebileceğimiz "Siberpunk"u, "yüksek teknoloji, düşük yaşam" şeklinde  bilim kurgunun bir alt türü şeklinde özetleyebiliriz. Edebiyat alanında  türün yazarlarından bazıları:  William Gibson, Bruce Sterling, K.W. Jeter, Tim Powers,James Blaylock,Stephan Baxter,Paul Di Flippo...
Philip Kindred Dick 'in "Do Androids Dream of Electric Sheep'inden Ridley Scott tarafından çekilen "Blade Runner" filmi bu türe en iyi örnektir. "We Can Remember It For You Wholesale" öyküsünden  yola çıkılarak yönetmen Paul Verhoeven tarafından çekilen "Total Recall"u da hatırlatalım...
Türler içiçe girdikçe sınırları çizmek zorlaşıyor. Alt türün de alt türlerinden bahseder oluyoruz...Klasik steampunk’a "Viktoryen steampunk",gelecekte geçene "Gelecekçi steampunk", başka bir dünyada geçene "Fantezi steampunk", Vahşi Batı’da geçene "Western steampunk" denmesi gibi...
Çelik malzemeden mamul,fosil yakıt tüketen makinaları, is ve yağ karasıyla kasvetlenmiş  "Madmax" örneğindeki gibi Steampunk’tan bir sonraki dönem olarak görebileceğimiz Steampunk'a göre daha modern, Cyberpunk'a göre daha ilkel "Dieselpunk"tan bahsedebileceğimiz gibi,canlı bir organizmanın teknolojik bir yapı ile birleşmesinin; "Robocop" misali  özellikle İnsan vücudunun bir kısmının teknolojik bir yapı ile değiştirilmesi konu alan örnekleriyle "biopunk"tan da bahsedebiliriz...

Filmleri de bu yüzden birbirinden ayırma işine girmeden birkaç isimle anıp geçiyorum : 
Metropolis, 20.000 Leagues Under The Sea, The Fabulous World of Jules Verne, Sky Capitain and  World of Tomorrow, Çizgi Animasyonlardan: Steamboy, Castle in The Sky,Treasure Planet, Atlantis...The City of Lost Children, The Golden Compass,The League of Extraordinary Gentlemen ,The Sherlock Holmes,Van Helsing, Sleepy Hallow,Wild Wild West,Vidocq ve bir çokları...

29 Aralık 2015 Salı

"Kara Ölüm"-Veba maskeleri ve Kargalar


Vebalı hastaları tedavi ederken hastalığın solunum yoluyla bulaşmasını engellemek için Ortaçağ hekimlerinin taktığı maskeleri ilk gördüğümde sanki maske değilde alt tarafı insan üst tarafı karga bir canlı görmüşüm gibi ürpermiştim. Bu ürkütücü görünümün yaratıcısı kimdi? Kim akıl etmişti? Ve gerçekten o günlerde vebaya karşı korunmada işe yaramış mıydı?


1347-1351 yılları arasındaki bu çetin sınavda "Kara Ölüm" Avrupa nüfusu üzerinde büyük bir etki yaratmış ve Avrupa'nın sosyal temellerini değiştirmiş... Roma Katolik Kilisesi darbe almış, Museviler, Müslümanlar, yabancılar, dilenciler ve  azınlıklar zulmedilmiş,günlük yaşamın belirsizliği insanları "o günü" yaşamaya itmiş, bu da Boccacio'nun 1353'de yazdığı Decameron'a yansımıştır. Salgın boyunca tanık olduğu olaylardan etkilenen Boccaccio, 1348'de başlayıp, 1351'de bitirdiği Decameron'da salgın günlerinin Floransa'sını ele alır.  10 günde anlatılan 100 öykünün konuları ; mutluluklar, kadın erkek ilişkileri, gönül yaraları, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamlarıdır.


İnsan hayatının bu derece ucuzlaması üzerine edebiyatçılar, ‘anı yaşamak’ ve ‘hayattan zevk almak, yarını düşünmemek’ gibi konulara vurgu yapmaya başlamışlar. 

Çoğunlukla Batı Avrupa'da yaygın olan hastalık mikrobu Dünya nüfusunun 500 milyon olduğu bir dönemde 100 milyon insanın ölümüne neden olmuş. "Kara ölüm"e neden olan “Yersinia pestis” adlı bir bakteriydi ve bu bakterinin yol açtığı salgın da , fareler ve pireler aracılığıyla,  ticaret yolları üzerinden tüm dünyaya yayılabilmişti...


Kazılan hendeklere atılıp üzeri örtülenler, yakılanlar ve ve korumak için takılan bu acayip maskeler...
O dönemde hastalıklarla din görevlileri ilgileniyordu ve onlar da sonuçta ölüyorlardı. Yine o dönemde  dini inançlar sorgulanmış, Kilise’nin hastalığa çare bulamamasıyla farklı inanç ve akımlar ortaya çıkmıştı. ( hedonizm:zevk düşkünlüğü) ve (flagellant: kendi kendine acı çektirme) gibi eğilimler de baş göstermişti. Tüm hastalarla o zaman din görevlilerinin ilgilenmesi ve doğal olarak istisnasız hepsinin etkilenip, çoğunun ölmesi, cahilce din ve din mensuplarına karşı bir tavrın oluşmasına neden oldu. 










"Kara ölüm" ismi hem hastalığın deri altındaki kanamalarla deri rengini değiştirmesinden hem de hastalığın yarattığı kasvet ve kederi betimler...


Günümüzde Venedik Karnavalında karşımıza çıkan bu maskeler Veba günlerinin Avrupa ve özellikle İtalya'da toplum bilincine ne ölçüde bir yansıma yaptığını görmemizi sağlar. 
Veba doktorları bulaşıcı hastalıklara müdahale sırasında üzeri bal mumuyla kaplı bileklere kadar uzanan  kıyafeti ve özellikle kargadan esinlenerek tasarlanmış bu ürkütücü maskeyi takıyorlardı. Tarlalarda sıklıkla görülen tür olan Ekin Kargası(Corvus Frugilegus)ya da Kuzgundan "corvidae-kargagiller"in hepsinden esinlenilmiş olabilir...




İlginç olanı;" ya kuzun leşe ya devlet başa" atasözümüz sonuçta başarıya ulaşmak için ölümün göze alınmasını mı ifade eder, devlet olmazsa her yeri leş yiyiciler mi sarar yoksa devlet ile canlı canlı mı yenir bilinmez ama bizde yaşanır ve görülür! 
Söylemek istediğim Kuzgun ve karga aslında leş dahil olmak üzere hemen hemen her şeyi yer dolayısıyla diğer leş yiyen yırtıcı kuşlardan akbabalar da daha ölüm gerçekleşmeden  kurbanın başında bekleme, üşüşme durumları gerçekleştikçe ister istemez o günlerde vebalı hastanın başına bu kostüm ve maskeyle dikilen veba doktorunun doktordan çok leş yiyen kargayı görsel olarak işaret etmesi daha mümkün geliyor bana...Oh be cümle bitti!
Pagan tanrısı Odin'e dünyadan haberler getiren kuzgunları Huginn(düşünce)ve Munin(hafıza) bir yana Eskimolar, Bazı Kızılderi kabileleri ve Şamanlarda insanların kuzgunlar tarafından yaratıldığına inanılmaktaymış! 

Göz yerleri camlı olan bu maskenin içine karabiber veya başka baharatlar, kurutulmuş bitkiler konuyor böylelikle nefes yoluyla burundan mikrobun bulaşmasına engel olunacağına inanılıyordu. Ama onlarda bir bir ölmekten kurtulamıyordu. Nostradamus da bu veba doktorlarından biriymiş! Yıllar önce izlediğim filmden hatırlıyorum! Bir de Dan Brown'un "inferno"su-"Cehennem"i var ki orada da bu Kara Ölüm Maskelerinden bahsediliyor ...
Maske setinin İnternette  43 dolar satış fiyatı var farklı parti kostümleri gibi alıp bir partide giyebilirsiniz...

11 Aralık 2015 Cuma

İklim-1-

Vücud ikliminin sultânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin
Bu cism-ü na-tüvânın cânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin

                -Hacı Arif Bey-
*natüvan: Farsçada zayıf, güçsüz, korumasız...

"tineola bisselliella"-güve çifti tülümüzün üzerinde biraz önceki malum yorgunluklarını atıyor ama sırtları birbirlerine dönük! Niye bu mesafeli olma durumu derken zaten sırtları birbirlerine dönük çiftleştikleri geliyor aklıma...Sanırım çiftleşme sonrası uçup ayrı yönlere gidecek ve birbirlerini unutacaklarını gösteriyor bu duruş!





Farklı yarım kürelerde, farklı iklimlerde yaşayan bizlerin birer iç iklimi de var...37 derecelik vücut sıcaklığından, ortamlara uyum sağlamaya çalışan metabolizmamızdan bahsetmiyorum! Yaşadığımız coğrafyaların  engebeli yeryüzü şekillerinden; kırışık, buruşuk, kabartma fiziki haritalarına yansımasından da bahsetmiyorum mecazi anlamda hayatın engebelerine uyum sağlamaya çalışırken düşe kalka kanattığımız dizlerimiz gibi yaralı yüreklerimizden, asla eskisi gibi olamayacak psikolojilerimizden bahsediyorum...İklim denince meteoroloji geliyor hemen akla...Günlük yaşamak zorunda bırakılan bizler için ancak bir ertesi günün havasının nasıl olacağı önemli. Zira bütün her şey "yarın ne giysem"üzerinden kurgulanıyor...Malum bir de daha geniş bir zaman dilimi mevsimler üzerinden bize okulda öğretilenler var; yazları açık renk, kışları koyu renk giymek gibi...
Havadan devam edecek olursak, güneşten, buluttan, hava ve sudan saatlerce konuşabiliriz... Tüm mutsuzluğumuzun sebebi havadır bize kalsa... Bulutlar alçak olunca içimizde bir kasvet...Başımız yüksek basınçtan ağrımaz ise alçak basınçtan ağrır. Eklemlerimiz havadaki yağmur bulutlarından dolayı sızlar, kar yağmadığı için mikroplar ölmüyordur... Lodos eser sobaları söndürürken aile ocaklarını da söndürür. Poyraz eser tekneler denize açılamasa da ama ve fakat balık bol olur. Çölden rüzgarlar, yağmurlarla doğa için bereketli çöl tozları gelir ama biz yeni sildiğimiz camları, yıkattığımız arabayı düşünürüz.
Velhasıl sıcaklık, nem, rüzgar, yağış ve basınçladır aslında tüm işlerimiz. Makro klima içinde mikro iklim derken asıl olanı unuturuz ; kendi iç iklimimizi...İnsan doğasının gerekleri varken ve bu gereklilikler yerine getirilse bir türlü getirilmese bir türlüyken peki ne yapmalı ya da yapmamalı?Kendimizi ne kadar, nereye kadar dinlemeli?
Vücudumuzu çok dinlersek hastalık hastası olmaktan, "mıymıy"lığa giden yolda emin adımlar atmış oluruz. Ruhumuzu, duygularımızı, sezgilerimizi dinlersek de mantık işlemez olur...ikisi bir arada olanlar makbul olsa da bu tarz ; dengeli insanları bulmak çok zor. Bu yüzden patates ve ketçap yakıştırması, iyi polis-kötü polis benzetmeleri, tencere kapak misalleri verilir. Çiftlerden biri diğerinin eksik yanını tamamlarsa kazara falan! Ah ve Vah!
Sınırsız İstekler, ebedi yaşam- genç kalma, hareket halinin hiç bitmeyeceği gezip tozma yaklaşımlarından ötürü insanoğlu rasyonel egoist olmaktan öteye gidebilecek midir acaba?!  "BOŞ LEVHA" dolabilecek mi? Kazandığımız tecrübeler ve deneyimlediğimiz yaşamın bize getirdikleri ile "bir bilinçlenme" gerçekleşebilecek mi?
Kimileri dertlerine derman olarak bir başkasını görse ve iklimini ona uydurmaya çalışsa da tam olarak uyum sağlamayı, ayak uydurmayı herkes beceremez; bunu yapmaya çalışırken ya tikler oluşuyor, ya kendi iç ikliminde fırtınalar kopuyordur. Ya tarifsiz duygular denizinde boğuluyor ya da yüreği harman yerinde savruluyordur.
Hepimiz benzer biçimde nefes alsak da nefes alıp verişimizin farklı ritimleri vardır. Bunu birbirimizin ritmine uydurmaya çalışsak da bir süre sonra o fark yeniden ortaya çıkacaktır. Hepimiz mecbur kaldığımızda belli oranda zorluklarla baş etmesini becerebiliriz ama başına buyruk olmayı, kendi istediğimizi ve bildiğimizi de yapmayı severiz... Çünkü bizim iklimimizi oluşturan ve bizi biz yapan şeyler tam da bunlardır. Bir çoğumuz mutsuzluktan belli oranda beslensek de, fakir edebiyatını benimsesek de kim bilerek ve isteyerek mutsuzluğu tercih eder? 
Buyrun "burdan yakın"!

7 Aralık 2015 Pazartesi

kısa...

sonundaydı baharın
istasyonda
paslı rayların
dibinde
öylece
uçuşurken metal tozları
geldik göz
göze
...
ben ve kertenkele...














3 Aralık 2015 Perşembe

“Sebebi”-2-




yelken gibi
yırtıl
fırtınanın orta yerinden
kırıl
ayna gibi
düşüp elinden
kaderin
olmakmış
yüz parça
ismimi hecele
yeniden 
öğrenir gibi

sarıl
sımsıkı 
boynuma
umut 
bana
unut
sonra …

"sebebi"-1-


yeşil”de boğulur gibi
kulaç atmadan bırak kendini
yamaçlarda güçlen
açacak
gonca bir rüzgar gibi
eğilip bükül
ama kırılma
usulca süzül  sonra
maviden laciverte
yorgunluğundan uykuya
kollarının arasından
kuştüyü bulutlara
koca tepeler, dağlar diye
büyüttüğün
taşların üstünden atlayıp
vakitsizce
uyan
yanağında ılık bir
öpücükle
şehrin göbeğinden
sabahlarına uzan...

6 Kasım 2015 Cuma

Kozmik Bilinçlenme!





"hay bilincimi seveyim!"
dedim
% de kaçım?
kaçır...
...kaçırmış
olmalıyım
!!!!!!!!!!!!!!
...kaçı
kaça bölünmüş de
satılmış bu ruhların
??????
"öteki"ysen sen
ben de
"beriki"yim...
aynı potanın içindeyiz ama 
bu gerçeği de kabul edelim
...
sağır eden renkler
sarmalında
düzüşmekten beter
susmak
"Braille" 
harfleriyle
yazılmış
bir
reçete
elimde...
dizleri üstünde
sanki bir körebeyim
Babil'in
Asma bahçelerindey-miş
gibi yapıyor
elimde hortum
betonlardan fışkıran
demir filizlerini 
suluyorum
olmayan bardağa
artık 
hangi tarafından
baktığına bağlı 
olmak -sızın
bakıyorum
...

Açık Beta: Oyun artık halka açılmıştır. Herhangi bir oyuncu oyuna kayıt yaptırıp yarattığı hesaplarıyla oyuna başlayabilir. Bundan böyle hesap silinmesi durumu ( % 100 garanti verilemese de %95 oranında) söz konusu değildir. Yani bunun anlamı açık beta için yarattığınız karakter ile açık beta bittikten sonra da oynamaya devam edebileceksiniz. Açık beta hala bir test olarak görülür fakat artık oyundaki sorunların tamamına yakını düzeltilmiş durumdadır. Oyuncular oyunda kalan hatalar varsa onları bulurlarken oyunu hazırlayan firma ise oyuna katabilecekleri yeniliklerle uğraşır.


26 Ekim 2015 Pazartesi

Kalp Kalbe Karşı-II-

Fotoğraf: Cüneyt Gök-Küçükçekmece gölü-2015


Kalp kelimesi okunurken a harfi inceltilmezse sahte anlamına gelir...Oysa inceltince temel görevi vücuda kan pompalamak olan organ olur... Yürek kelimesi ise işin içine duyguları ve vicdanı katar...yaşama heyecanı ile atar, sevdalanır, kırılır bazen onarılır, bazen onarılamaz...
Kalp hem "motor"dur hem de "metafor"...Elimizi göğsümüzün sol tarafına koyduğumuzda, kalbimizden gelen sesin nedeni kulakçık ile karıncık arasındaki kapakçıkların açılıp kapanmasıdır bu ses bende biraz abarmış durumda ve ritm giderek aritmiye dönüşüyor kafasına göre saati saatine uymuyor!
Kalbin odacıkları var; hem fiziken hem mecazen...
ruhen o odacıklara sıkıştığımız olur, daralırız...yürek deyince "gönül"de gelir akla ve bazen ferman dinlemez olur!
Sonra "yürekli" oluruz birden sanki herkesde yokmuş gibi bir kalp...mert ve cesur oluruz...zaman bu cesareti gitgide kırar ve o odacıklara hapsoluruz...uzak denizlere açılmak bir yana kendi iç denizimizde boğuluruz!
Şimdi çırpınıyorum; bazen debelenince boğulman kolaylaşır ama boğulmaktan kurtulmak için çırpınıyorum; yüreğimin götürdüğü yere gitmek için...yeniden eskisi gibi atması için çırpınıyorum...
Kalpler kalplere karşı olmalı...birbirine dokunmalı üç köşesinden...düşüncelerimiz, hayallerimiz ve sevgimiz tam anlamıyla bir olmasa da daim olsun! 

23 Ekim 2015 Cuma

Kalp Kalbe Karşı!-I-



Başında başlığa I yazdım...II.yi de yazmaya niyetliyim!
Yorgunum yıllar... neler yaşadığımın şahidi bu gözler...sevinç ve acısını tadan da bu yürek...öğle yorulmuş ki artık atmak istemiyor bir yandan, diğer yandan da pır pır kelebek kanadını çırpıyor durup dururken...sonra içimden yankılanarak yükseliyor boş kütüklerden yapılma uzak tamtamların sesi... "hadi koş" diyor! koşarsan varırsın... nereye varacağımı düşündüğümde çok da cazip gelmiyor zira artık hayatımda koca bir risk var... uzak kaldığım doğanın kucağına öyle bir koşasım var ki düşünmeden...sonra düşününce uzaklaşıp soluklaşıyor her şey; gerçekliğini yitiriyor...tek gerçek yaralı bir kalp ve "momento mori" fotoğrafları çeken ruhum..."Fani olduğunu hatırla" diyor!Memento te hominem esse-Sadece bir insan olduğunu hatırla.Respice post te! Hominem te esse memento!Arkana bak! Sadece bir insansın, hatırla!

Rahmetli ağabeyim son şarkısını söyledi "Kalbe Kiralık Aşklar"dedi...ben de ekleme yapmak istiyorum "her şey bir illüzyon"
kendi kendimizi kandırıp avuttuğumuz bir dünya...gerçekler harbiden acı ve her an her yerde...düşünürsen kafayı yersin, düşünmeden de yaşayamam...
Ab uno disce omnes-"Bir şeyden her şeyi öğren"...
 ya da her şeyden bir şeyi... "Neyi"?...
Mea culpa
Benim hatam!...Hatalar tekrarlanır çünkü hata yaptığımıza inanmak istemeyiz...aslında çok vahim değil; basit hatalar göreli bir durum...doğru olabilecek bir çok yolu görüp girememek...her yolun seni daha da uzaklaştırması ve varamamak...Hayat i
şte bu koskoca yollar ağında yolunu bulamamak ve beyhude biçimde bu arayışa devam etmek...

Ruh ve kalp eşini ararken yoruluyor işte!Her gün kendi gerçeklerin ve hakikat çatışırken yoruluyor işte! Kırılınca hayallerin, ulaşamayınca denizin kıyısına dağların arasındaki yolda kaybolup kaybolup yine aynı yere çıkıyorsun...Duvara toslamak bu işte! Sürgünde olmak,sevdiğin; seni sen yapan şeylerden uzak olmak seni ancak "derbeder" yapar... Medicus curat, natura sanat
Doktor tedavi eder, doğa iyileştirir...
"Kalp kalbe karşıdır" diye düşünmek isterken kendi kalbimi karşıma aldığımı görüyorum ve yazıyorum tüm hissettiklerimi her gün döküp satırlara konuşur gibi rüzgarla...Tüm sevdiklerim, dostlar "Verba volant, scripta manent"-Söz uçar, yazı  kalır.

14 Ekim 2015 Çarşamba

yine de ölüyoruz...












basitiz
zannediyoruz
aslında karmaşığız
...
karmaşığız
ama yine de
ölüyoruz
...
karmaşığız
sokaklardan caddelere nehir
duvarlara sarmaşığız
...
malesef
iki türlü de
birbirimizi
boğuyor
boğuluyoruz!
...
bilinçsizce
çoğalıyor
sonra
istem dışı
azalıyor
azaltılıyoruz!
...
inmemek için merdivenden
asansöre
biniyor
özneyken
nesneye
indirgeniyoruz
...
kararsız
tutarsızız
kalabalıklar arasında
yalnızız
bu yüzden
daha çabuk
ölüyoruz
...
karmaşığız
ve yine de
ölüyoruz
bir sınırı
ortadan
ikiye bölüyor
adına
"yeni sınır"
diyoruz
...
içimiz kan ağlarken
gülebiliyor
birbirimizi
nedensiz
sevebildiğimiz gibi
nefret de
edebiliyoruz
...
henüz kendi ölümüzü
yıkayamasak da
yine de
ölüyoruz...

13 Ekim 2015 Salı

milim ve ramak...


hep milim kalıyor
gülümsemeye
güneşli bir günde bile...
hele hele
sevmeye
hiç tahammül yok...

her gün atışıyoruz
çatışıyoruz
trafikte
işte
alışverişte
hatta
evde bile...
ramak kalıyor
birbirimizi
bir hiç uğruna
öldürmeye...
silikleşen ne varsa
baktığım yönde
beni de siliyor...


kasvetli bir günde
eksik dörtlükte
kırık bir pencereden
biraz ışık sızıyor
ama kapı kapalı
anahtar ölmüş
kilidi
üstünde...

19 Eylül 2015 Cumartesi

Nature morte- 8-

nature morte-ölü( ölmüş)doğa, still-lifestilleben, natura morta…
Natürmort, resim ve fotoğraf sanatında;  konularını canlı varlıklar dışında kalan nesneler, hareketsiz doğa öğeleri, çiçekler, meyveler, küçük hayvanlar gibi vs. vb.den alarak işleyen türdür. Bu tür kompozisyonlarda kullanılan nesneler simgesel bağlantılar açısından da önemlidir…


28 ekim 2011 den başlayarak sizlerle 7 nature morte konusunu paylaşmıştım...

Özellikle üzerinde çalıştığım bir sergi konusu...


                                                       Gümüş balığı (Atherina)
                                                       Küçükçekmece-2015





Doğanın kendini yenileyecek gücü gitgide azalıyor... Bize düşen görev bilinçlenmek ve bilinçlendirmek...
Hangi türler yok oldu, oluyor, nedenleri, önlemler...Tüm bunları bilmemiz gerekli yoksa çocuklarımız masal gibi dinleyecekler geçmişin tüm zenginliği ve doğanın bereketini...masal anlatıcıları da yok olup gidince sonraki nesillere kim neyi, nasıl aktaracak?Artık renkli resimleriyle  ansiklopediler de basılmayacak, DİJİTAL ORTAMLARDA SOĞUK KANLI HAYVAN DİYE HİSSİZ ZANNETTİĞİMİZ BALIKLARA BENZER BİR YAŞAMIMIZ OLACAK...
... yok olan okuma alışkanlığı ile birlikte yakın gelecekte arşivlerde canlılar için sadece veri olarak numaralandırılmış fotoğraflar kalacak... 


                                                    İstavrit- Familya: Trachuridae.
                                                                  Cins:Trachurus -
                                                 Çanakkale Sokakağzı-Sivrice yolu...2015




ISPAROZ, İSPARİ
Familyası : Sparidae
Bilinen adı : Diplodus annularis
ve Mırmır (Lithognathus mormyrus),Sparidae familyasından bir balık türü...
*Arkada ise denize düşen balıkçının pantalonundan kurutulmak üzere çıkartılan paralar; o zaman için iyi para varmış cebinde! -Yalova 

24 Ağustos 2015 Pazartesi

"Zaman kapsülü"-1-

Geçmişi olduğu gibi saklayamayız... Hafızalarımızda değişime, kayba uğrar... Fotoğraflarda anı hapsetsek de "an"ın "anıları" erozyona uğrar... Zamanın yıpratıcı ve silici yanını her an yaşarız; Fotoğraflar sararır, sevdiklerimizi kaybederiz, eşyalar eskir ve geçmişin izlerini taşırken yorgun düşerler...

Yıllardır eski eşya, obje, kitap ve belge tarzında bulabildiğim; kendimce özel ve güzel olanları saklamaya çalışıyorum... Bunlarla da anıları...  Eşya ile geçirdiğiniz her gün birlikteliğiniz özel bir geçmiş oluştururken hikayeleriniz olur...İşte o hikayeleri bulmaya çalışıyorum...Kişi için biricik olan hikayeleri... Kimbilir kime aitti bu Portakal Likörü şişesi hiç açılmadan kalmış 40 yıldır! Hiç tanımadığım bir ailenin toplu fotoğrafında kimler hayatta şimdi, Şu hasır balıkçı şapkasının sahibi ne balıklar tutmuştu?

Bir kartpostaldaki iki saygı dolu cümle ile derin bir aşkı okuyabilmek... Şu yarı paslı Kevgirden geçirilen geçmişin o nefis kokulu, ince kabuklu domateslerini hayal edip; "o"hayalde koklayabilmek...  

İnsan yaşamın zorlukları ve sorunlarını bir yerde, bir nebze aşıp bir düzen kurabildiyse kafası olmadık şeylere çalışmaya başlar işte kendi izini bırakır her geçtiği yere, dünya üzerine... o da yetmez kendinden daha zeki bir başka varlık ya da gelişmiş bir yaşam tarzı var mı diye sorgular... zira bir yanda zirvede olmak isteği hakimken diğer yanda zirvedeki yalnızlığı yaşar...

Bu yalnızlığı  belki bir gün aşma umuduyla ve gelecek nesillere geçmişten bir şeyler iletebilmek için farklı uygulamalara soyunur...

İşte size birkaç örnek: 
*1977'de fırlatılan Voyager uzay araçlarında bulunan gramofon kayıtları "Voyager altın plakları"  dünya dışı akıllı yaşam formlarının ya da gelecekteki insanların bulması niyetiyle dünyadaki hayatın ve kültürlerin çeşitliliğini gösteren seçilmiş sesler ve görüntüleri içeren kayıtlardır. Voyager uzay araçları dünyadışı uygarlıklar tarafında bulunsa bile Voyager-1'in en yakın yıldıza 40.000 yılda ulaşabileceği düşünüldüğünde bu çok uzak bir gelecekte olacak...

*Geçtiğimiz yıl bazı  New York'ta aşağı Wall Street İşadamları Derneği tarafından 1914 yılında hazırlanan  (100 yıl önce) kapatılan ve içinde gelecekte okunması amacıyla saklanan mektup ve ticari belgelerin bulunduğu bir ''zaman kapsülü'' düzenlenen törenle açılmıştı... kapsül aslında 1974 yılında açılmak üzere saklanmıştıı fakat derneğin 1974 yılında yaşanan mali kriz sonrası kapanmasıyla, zaman kapsülünün de kaybolmuştu...90'lı yıllarda bir küratör tarafından Manhattan'ın Chelsea semtindeki bir depoda bulunan kapsülün, zamanın tarihçileri tarafından alınan ortak kararla, 2014 yılında açılmasına karar verilmiş... Bronz kaplı zaman kapsülünden Wall Streetli işadamları tarafından hazırlanan 26 mektup, çeşitli ticari belgeler, madalyonlar 23 Mayıs 1914 tarihli New York Valisi Martin Glynn'in iyi dilek telgrafı ve bir de New York Times gazetesi çıkmıştı... 

*2114 yılında açılmak üzere lise öğrencileri tarafından hazırlanan yeni bir zaman kapsülünde çeşitli mektuplar, doküman ve günümüze ait kişisel eşyaların yanı sıra geçmiş tarihli Lady Gaga bileti de bulunuyormuş...










*220 yıl önce Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın önemli isimlerinden ve ABD'nin kurucularından Samuel Adams ve Paul Revere tarafından gömülen zaman kapsülü açıldı ve içerisinden 1795'ten kalma madeni paralar, gazeteler ve diğer belgeler ortaya çıkmış...Ayrıca kutu ilk olarak 1885 yılında bulunmuş ve tekrar saklanmış!

Steve













Steve Jobs'un 1983 yılında arkadaşlarıyla gömdüğü zaman kapsülü 30 yıl sonra National Geographic ekibi tarafından bulunmuştu...











Beynim bir "zaman kapsülü" ama geçmişi  hiç bozulmadan saklaması imkansız...Bazen de koku ve sesleri, anların duygusunu saklamada başarılı...
Eski Hayat Bilgisi ya da Tarih kitabının sararmış sayfaları arasından 40 yıllık çapariler ilk günkü gibi olmasa da karşımda ...başka bir kitabın , ansiklopedinin içinden kurumuş yasemin, fulya ve küpe çiçekleri, açık hava sinemasının bileti...parkamın cebinde kalmış bir bildiri...
patlıcan, biber kızartmaları, sarımsaklı yoğurt...kaynayan sütün buharı, sütlaçlar, aşureler...Tepsi tepsi ev baklavaları,güllaçlar...ıspanaklı, kıymalı açma börekler, piştiği davul fırının yuvarlak tepsileri, sapı kabartmalı eski çatal kaşıklar, kenarı altın yaldızlı, sırlı bardaklar, kenarı oya işli masa örtüleri, elbezleri...muşamba masa örtüsünün aslan ayaklı masa ile 50 yıl birlikteliği; masa ile muşamba arasında yapışıp kalmış, kesilip alınmış çocukların kakülleri, perçemler, delikli kuruşlar, okuma bayramından kurdelalar...Çeyiz sandığında hiç evlenemeden ölüp gitmiş halamın çeyizi...
sigaradan sararmış parmak aralarının çekilmemiş fotoğrafları... yaşlılıktan yamuk yumuk uzayan tırnaklar, farklı coğrafyalardan fiziki haritalar; yüzdeki, alındaki kırışıklıklarla yoğrulmuş acı tatlı günlerin tüm mimikleri kontrol altına almış olgunluğu nadir gülümsemelerdeki derin uçurum...el öpüp bayram harçlığı ve asla kullanmayacağım mendilin cebime tıkıştırıldığı günler...
her gün bakkala gelen üç kuruşluk garip ama tüm çocuk dünyamı istila eden oyuncak diyemeyeceğim basit şahaserler, patenti alınmamış buluşlar...bakkalın teneke kutudan kesekağıdına aktardığı 50 kuruşa 250 gr. kremalı gofret...at arabalı çamaşır suyu satıcıları, temizliğin kokusu...Westernlerin posta arabalarına benzeyen atlı ekmek arabası, omuzunda askısı ile çiğer satıcısı... alaturka tuvalette çömelmekten basur başlangıçı, alafrangaya geçince taret musluğunun prinç borusuna kurusun diye asılan taret bezleri...
dedemin ekşi ter kokusuna karışmış sabah kahvesi ve Cumhuriyet gazetesinin makalelerini bize okutma ritüeli...omuzunda terden sırılsıklam bir mendille meddah sanatçısı, terlese de sırtından çıkartmadığı hırkası..Anneannemin üzerinde yemeklerle karışık anaç bir kokusu, kısa bacağıyla sağa çeken yürüyüşü, annemin bakımlı olmaya çalışan üç çocuklu ev kadını halleri,değişen saç modelleri, tutmayan hesaplar, ihtiyaçtan kırılan kumbaralar...
hangi birini anlatsam; ne kadar hatırlıyorsam belki on katı uçtu gitti o güzel, garip ama kendine özgü o günlerin...Anıları olduğu gibi saklayamazsınız o yüzden anıları bize hatırlatacak eşyalar ile yaşayın ama böyle bir imkanınız yoksa ölmeden önce açacağınız kendi zaman kapsülünüzü yapın... eğer kapsülü siz açıp huzurlu ve mutlu bir şekilde ölmeyi başaramazsanız; gelecekte torun torba onları satıp "hologram bir oyun" alabilirler!  

-devam edecek-