10 Kasım 2014 Pazartesi

"Mecra"

Teknolojinin geldiği son noktada biz hala  Arapçadan dilimize giren "mecra" kelimesini kullanıyoruz. Özellikle de yeni medya ile birlikte... Yeni medyada olan "yenilikler" yeni ortamlaryeni araçlaryeni mecralardır...  Temelleri  Soğuk Savaş  döneminde atılan çalışmalar 1980'lere kadar yazılı,görsel olarak televizyon ve işitsel olarak ta radyo üzerinden analog modellere bağlı süregelen medya iletişimini günümüzün hızlı iletişimine getirdi... Sonra olan oldu! Mektup yazma unutuldu, bayramlarda, yeni yılda atılan kartlar unutuldu, aile içi ve misafir ziyaretleri dahi bu oluşumdan payını aldı... İletişimi her an , her yerde, kolay ve hızlı biçimde kurabiliyor, bilgilenebiliyor olmanın bize kazandırdıklarının ötesinde kaybettirdiği çok şey var ne yazık ki!
Yeni medya; bilgisayarların işlem gücü olmadan oluşturulamayacak veya kullanılamayacak olan ortamlara denmekte; genellikle dijital olup kullanıcısına veya hedef kitlesine etkileşim olanağı sağlar.

"Etkileşmek";karşılıklı olarak birbirini etkilemek anlamında ve bu etkileşim tüm yaşam biçimimizi kökten değiştirerek bizi dönüştürmekte,  hem de "küresel etkileşim" ile küresel bir yarışa sokmakta.... Öylesine bir yarış ki; ilk söyleyen olma, ilk gören, okuyan olma, ilk yayınlayan olma, ilk dinleyen, izleyen olma yarışı bu... ve tüm hayat bu "mecralar" etrafında şekillenirken teknolojiyle maddi manevi tanışamayan ya da barışamayanların elenmesi söz konusu! Yapay bir ortam içinde sanki doğal bir seleksiyonmuş gibi! 

"Mecra", TDK sözlüğünde; Coğrafya terimi olarak "yatak" ve bir işin gidişi, bir olayın doğrultusu anlamında... şimdiden bu işin gidişi ve doğrultusunu kestirmek   bir kaç yıl sonraki geleceğini "tahhayül" etmek beni zorluyor!Su olsak bile kendi mecramızda böylesine akamazdık!
Dijital evrende paylaşıla gelen tüm simge, sembol, jargon ve ikonlar aynı zamanda gündelik hayata sızıp, boy gösterme eğilimindeler ve bu bizi bir yandan sanal - gerçek ikiliğine iterken diğer yandan sanal olanın egemenliğini ilan etmesiyle karşı karşıya bırakmakta...
Hızlı,kolay ve yeni bir sosyalleşme alanı olarak görülen ama bir sürü çözülmeyi de beraberinde getiren bir mecra...

Sosyal ağlar üzerinden gerçekleştirilen sohbetler “Dil kalıplarındaki çözülme”yi net bir biçimde ortaya koyuyor. Post modern bireyin gündelik hayatı içinde hızlı davranmak ya da bir şeyleri kaçırma endişesi, bilgileri atlamama güdüsü sesli harflerin yok olmasıyla sonuçlanıyor...sesli harflerin eriyip gitmesi; slm, nbr, cnm örneklerinde de olduğu gibi yeni bir dil örgüsü oluşturuyor... ikonlar kelimelerin yerini alıyor...duygu dolu sözler yerine gülen ya da somurtan tek tip bir yüz ne kadar yeterli olabilir?!


    Sayılarla ifade edilen arkadaşlıklar, beğenilmeler... Toplumsal bir gruba dahil olmak ve ve o grupla anılmak  yoluyla kimlik mücadelesini ortaya koymak, Fotoğraf paylaşma ve yer bildirimleri üzerinden kimliklenme; sosyo kültürel ve ekonomik olanakları bir birlerinin gözüne sokmak için bir yarış alanı bu mecra! Bir de "Dijital Fanus Etkisi”var: İnternetle sosyalleşen insanlar, bir bannera tıklayarak Afrika’daki açları doyurduğunu, yağmur ormanlarını kurtardığını, ozon deliğini kapattığını düşünmeye başlıyor.  
    Artık birey­ler  beğen butonunu tıklıyor, bakmadan okumadan peşpeşe yapıştırıyor tüm sayfadakilre "beğen"i... ağladım butonunu tıklıyor, makarna tariflerini alıyor, makarna ölçerlerle çubuk makarnanın adetini ölçüyor! Digital slackti­vism” (dijital tembelcilik), “clicktivism” (tıklamacılık) gibi yeni üretim terimlerde var...  

Avea" dokunursun çok şey değişir" sloganı ve reklamlarıyla hiç de içten olmayan bir reklam yaratımı sunuyor bize. Etkenmiş gibi görünen tüketici resmen her şeye seyirci kalıyor; edilgen bir biçimde  sözde macerayı yaşıyor...her yerde her zaman çünkü Dünya üzerindeki coğrafi sınırların önemini yitirmesi ve kitle iletişim araçları­nın yaygınlaşması ile birlikte mekan kavramı da önemini yitirdi...

Basketçinin "smaÇ"ı yerine çocuğun basketçi tarafından kaldırılıp smaç atması gerekir, ihtiyar adamın birden beliren torunu balığı kapıyor... torunu yerine balığı kendinin tutması o gerçekliği biraz daha dolaysız yaşatırdı diye düşünüyorum. Arkada fonda çalan müziğin gitar solosunu atar gibi yapan "yakışıklı" genç daha da yapaylaştırıyor bu dünyayı... Bir anda beliren kediler, rengarenk duvar resmi ile bir anda kaplanan duvarlar... 
dokununca bir anda yolda arabaya paralel at koşturan  bir kovboy beliriyor... kovboyun ata binmesinden daha doğal bir şey yok...NİYE ÇOCUK BİNMİYOR? Çünkü diğer taraftan başka bir tüketim nesnesi arabaya binmiş; yani onu da alıp tüketmek gerekli! Çocuk kovboya ve atlara özense de araba içinde kalmalı...  Kütüphane ortamını, kitapların o kokusunu solumadan mezun olmak kolay artık...tıkla kucağın kitapla dolsun!
Kocaman bir dünya bu renk olur, eğlence olur , kavuşma olur( nasıl bir kavuşma ise direkt balıktayken ışınlıyor kızcağızı)
Zannediyorum özellikle böyle tasarlanmış çünkü o zaman farklı şeyler vadetmiş olur... daha fazla "öyle" olacağına inanıp hayal kırıklığına düşen olmasın diye!


Direkt olarak kimse olayın içinde olayı gerçekleştiren olmak istemiyor... sadece seyirci kalmak istiyor! Dünyanın teknoloji devi ülkelerinde çocuklar ve gençlik kodlamayı öğrenirken biz sadece izliyoruz!
...dokunursun mecra olur, dokunursun macera olur.... SENİN MACERAN OLMAZ ama sen öyle zannedersin, inanırsın, yanılırsın...her tıkla sanalın içinde gerçekliğini biraz daha kaybedersin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder