30 Aralık 2015 Çarşamba

İstim ve Steampunk

...Bu "Buhar Çılgınlığı"da nereden çıktı diyenlere...

Bu gün istim üstündeyim!( istim üstünde olmak: buharla işleyen araçlar için kalkmaya hazır duruma gelmek)Buhar ile çalışmasam da kinetik anlamda bir yol alma ya da "iş görme" enerjisi var!
Hepimiz buhar makinasının mucidini James WATT zannederiz ama buhar makinesini bulan kişi "Thomas Newcomen" dir.(1705)  James Watt ise sadece onu sanayi'de kullanılacak biçime çevirmiştir.(1767)






Buhar ürkütücü bir güç; neden mi? Evlerde bir dönem "düdüklü" tencereler vardı -kafa koparan- da o yüzden...Evet böyle şehir efsaneleri anlatılırdı... Üstündeki "sibop"undan-düdüğünden çıkan buharın artması ile ne zaman patlayacağız ya da kapak nasıl uçacak diye merak ederdim...  


Teknolojik oyuncakların günümüz dünyasına hakim olduğu gerçeğini bir yana bırakıp daha estetik ve gizemli mekanik bir dünyaya yolculuğa çıksak! Öyle ki buhar olayı ile çalışmasalar teknolojinin günümüzden daha ileride olduğunu söyleyebileceğimiz bir dünyaya...Victoria Dönemi İngiltere'sinde Newton fiziği, buhar gücü, bununla çalışan makinalar, kara, hava taşıtları, mekanik robotlar... Ve  Sanayi Devriminin tüm hızıyla devam ettiği bir dönem düşünün ki "hiç bir zaman var olmamış bir geçmişte"  bilim-kurgu alt türü olarak sayılan müptela olunası bir dünya yaratılmış, bize de okumak, izlemek kalmış...





                                                                          





Victoria Dönemi kıyafetlerinin üzerine bolca metal aksam, dişliler, biraz buhar gücü estetik tasarımlar...İyi ve kötünün her daim içiçe geçtiği dünyamızdan pek de farklı olmayan bir yapıda Jules Verne, H.G. Wells, Mary Shelley, Edgar Allan Poe‘nun, Sir Arthur Conan Doyle ve Robert Louis Stevenson‘ın sokaklarında gaz yağı lambaları yanan dünyası...İnsanın yerini almaya başlayan makinalar kol gücü yerine makinaların gücü, hayatı kolaylaştırırken görüntü olarak mantığı mekanik olduğu için çok da zorlamayan bir dünya...












Aynı zamanda fantastik kurgunun da alt türü olarak kabul edilen, bazı zamanlarda da tek başına bir tür olarak gösterilen" Steam Punk"ın buharına baktık. Bir de "Punk"ına bakalım.
Punk kelimesin anlamları:Tütsü, alevsiz duman çıkararak yavaş yavaş yanan madde 
Değersiz/önemsiz/bayağı kimse/şey,  serseri, külhanbeyi, çapkın, çeteci, haydut

Sanat ve Punk: Modern uygarlığın insanlığın üzerinde kurduğu bilinçli baskıya karşı, toplumsal organizmayı her şeyin suçlusu kabul ederken,geleneksel-kalıplaşmışa karşı tavır alır, saldırmaktan da çekinmez. Asi ve anarşit yanı ile olabildiğince özgür olabilme adına bu durumu protesto için kendi bedenleri dahil her türlü malzemeyi"toplumsal atık" olarak sunar:
Zincirler, zımbalar, çengelli iğne ve kancalar, yırtık kot ve deriler, dikleştirilmiş renkli saçlar 1970 lerden günümüze sokak modasının öncülüğünü yapar. "Dada" akımının benzer biçimde toplumsal ve estetik değerlere karşı duruşu, anti ve yıkıcı sanatı, Punk Kültürünü beslemiştir. Dada Manifestosunda bu yıkıcı ve şiddetli tavrı görürüz.

" ... bizim için birer HİÇSİNİZ...tanrılarınız gibi: HİÇ...bürokratlarınız, yöneticileriniz gibi: HİÇ... ressamlarınız, şairleriniz gibi: HİÇ...Bana saldırıp, dişlerimi sökseniz de suratınıza aptallar olduğunuzu haykıracağım..."  

Hepimizin sayabileceği Bilim Kurgu yazarları Jules Verne, Isaac Asimov, H.G. Wells, Arthur C.Clarke dışında Siberpunk'a bakalım; Siberpunk, genellikle yakın gelecekte geçen ve yozlaşmış bir teknolojik yaşamın ele alındığı distopya tarzında karşımıza çıkar. Postmodern Edebiyat dahilinde değerlendirebileceğimiz "Siberpunk"u, "yüksek teknoloji, düşük yaşam" şeklinde  bilim kurgunun bir alt türü şeklinde özetleyebiliriz. Edebiyat alanında  türün yazarlarından bazıları:  William Gibson, Bruce Sterling, K.W. Jeter, Tim Powers,James Blaylock,Stephan Baxter,Paul Di Flippo...
Philip Kindred Dick 'in "Do Androids Dream of Electric Sheep'inden Ridley Scott tarafından çekilen "Blade Runner" filmi bu türe en iyi örnektir. "We Can Remember It For You Wholesale" öyküsünden  yola çıkılarak yönetmen Paul Verhoeven tarafından çekilen "Total Recall"u da hatırlatalım...
Türler içiçe girdikçe sınırları çizmek zorlaşıyor. Alt türün de alt türlerinden bahseder oluyoruz...Klasik steampunk’a "Viktoryen steampunk",gelecekte geçene "Gelecekçi steampunk", başka bir dünyada geçene "Fantezi steampunk", Vahşi Batı’da geçene "Western steampunk" denmesi gibi...
Çelik malzemeden mamul,fosil yakıt tüketen makinaları, is ve yağ karasıyla kasvetlenmiş  "Madmax" örneğindeki gibi Steampunk’tan bir sonraki dönem olarak görebileceğimiz Steampunk'a göre daha modern, Cyberpunk'a göre daha ilkel "Dieselpunk"tan bahsedebileceğimiz gibi,canlı bir organizmanın teknolojik bir yapı ile birleşmesinin; "Robocop" misali  özellikle İnsan vücudunun bir kısmının teknolojik bir yapı ile değiştirilmesi konu alan örnekleriyle "biopunk"tan da bahsedebiliriz...

Filmleri de bu yüzden birbirinden ayırma işine girmeden birkaç isimle anıp geçiyorum : 
Metropolis, 20.000 Leagues Under The Sea, The Fabulous World of Jules Verne, Sky Capitain and  World of Tomorrow, Çizgi Animasyonlardan: Steamboy, Castle in The Sky,Treasure Planet, Atlantis...The City of Lost Children, The Golden Compass,The League of Extraordinary Gentlemen ,The Sherlock Holmes,Van Helsing, Sleepy Hallow,Wild Wild West,Vidocq ve bir çokları...

29 Aralık 2015 Salı

"Kara Ölüm"-Veba maskeleri ve Kargalar


Vebalı hastaları tedavi ederken hastalığın solunum yoluyla bulaşmasını engellemek için Ortaçağ hekimlerinin taktığı maskeleri ilk gördüğümde sanki maske değilde alt tarafı insan üst tarafı karga bir canlı görmüşüm gibi ürpermiştim. Bu ürkütücü görünümün yaratıcısı kimdi? Kim akıl etmişti? Ve gerçekten o günlerde vebaya karşı korunmada işe yaramış mıydı?


1347-1351 yılları arasındaki bu çetin sınavda "Kara Ölüm" Avrupa nüfusu üzerinde büyük bir etki yaratmış ve Avrupa'nın sosyal temellerini değiştirmiş... Roma Katolik Kilisesi darbe almış, Museviler, Müslümanlar, yabancılar, dilenciler ve  azınlıklar zulmedilmiş,günlük yaşamın belirsizliği insanları "o günü" yaşamaya itmiş, bu da Boccacio'nun 1353'de yazdığı Decameron'a yansımıştır. Salgın boyunca tanık olduğu olaylardan etkilenen Boccaccio, 1348'de başlayıp, 1351'de bitirdiği Decameron'da salgın günlerinin Floransa'sını ele alır.  10 günde anlatılan 100 öykünün konuları ; mutluluklar, kadın erkek ilişkileri, gönül yaraları, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamlarıdır.


İnsan hayatının bu derece ucuzlaması üzerine edebiyatçılar, ‘anı yaşamak’ ve ‘hayattan zevk almak, yarını düşünmemek’ gibi konulara vurgu yapmaya başlamışlar. 

Çoğunlukla Batı Avrupa'da yaygın olan hastalık mikrobu Dünya nüfusunun 500 milyon olduğu bir dönemde 100 milyon insanın ölümüne neden olmuş. "Kara ölüm"e neden olan “Yersinia pestis” adlı bir bakteriydi ve bu bakterinin yol açtığı salgın da , fareler ve pireler aracılığıyla,  ticaret yolları üzerinden tüm dünyaya yayılabilmişti...


Kazılan hendeklere atılıp üzeri örtülenler, yakılanlar ve ve korumak için takılan bu acayip maskeler...
O dönemde hastalıklarla din görevlileri ilgileniyordu ve onlar da sonuçta ölüyorlardı. Yine o dönemde  dini inançlar sorgulanmış, Kilise’nin hastalığa çare bulamamasıyla farklı inanç ve akımlar ortaya çıkmıştı. ( hedonizm:zevk düşkünlüğü) ve (flagellant: kendi kendine acı çektirme) gibi eğilimler de baş göstermişti. Tüm hastalarla o zaman din görevlilerinin ilgilenmesi ve doğal olarak istisnasız hepsinin etkilenip, çoğunun ölmesi, cahilce din ve din mensuplarına karşı bir tavrın oluşmasına neden oldu. 










"Kara ölüm" ismi hem hastalığın deri altındaki kanamalarla deri rengini değiştirmesinden hem de hastalığın yarattığı kasvet ve kederi betimler...


Günümüzde Venedik Karnavalında karşımıza çıkan bu maskeler Veba günlerinin Avrupa ve özellikle İtalya'da toplum bilincine ne ölçüde bir yansıma yaptığını görmemizi sağlar. 
Veba doktorları bulaşıcı hastalıklara müdahale sırasında üzeri bal mumuyla kaplı bileklere kadar uzanan  kıyafeti ve özellikle kargadan esinlenerek tasarlanmış bu ürkütücü maskeyi takıyorlardı. Tarlalarda sıklıkla görülen tür olan Ekin Kargası(Corvus Frugilegus)ya da Kuzgundan "corvidae-kargagiller"in hepsinden esinlenilmiş olabilir...




İlginç olanı;" ya kuzun leşe ya devlet başa" atasözümüz sonuçta başarıya ulaşmak için ölümün göze alınmasını mı ifade eder, devlet olmazsa her yeri leş yiyiciler mi sarar yoksa devlet ile canlı canlı mı yenir bilinmez ama bizde yaşanır ve görülür! 
Söylemek istediğim Kuzgun ve karga aslında leş dahil olmak üzere hemen hemen her şeyi yer dolayısıyla diğer leş yiyen yırtıcı kuşlardan akbabalar da daha ölüm gerçekleşmeden  kurbanın başında bekleme, üşüşme durumları gerçekleştikçe ister istemez o günlerde vebalı hastanın başına bu kostüm ve maskeyle dikilen veba doktorunun doktordan çok leş yiyen kargayı görsel olarak işaret etmesi daha mümkün geliyor bana...Oh be cümle bitti!
Pagan tanrısı Odin'e dünyadan haberler getiren kuzgunları Huginn(düşünce)ve Munin(hafıza) bir yana Eskimolar, Bazı Kızılderi kabileleri ve Şamanlarda insanların kuzgunlar tarafından yaratıldığına inanılmaktaymış! 

Göz yerleri camlı olan bu maskenin içine karabiber veya başka baharatlar, kurutulmuş bitkiler konuyor böylelikle nefes yoluyla burundan mikrobun bulaşmasına engel olunacağına inanılıyordu. Ama onlarda bir bir ölmekten kurtulamıyordu. Nostradamus da bu veba doktorlarından biriymiş! Yıllar önce izlediğim filmden hatırlıyorum! Bir de Dan Brown'un "inferno"su-"Cehennem"i var ki orada da bu Kara Ölüm Maskelerinden bahsediliyor ...
Maske setinin İnternette  43 dolar satış fiyatı var farklı parti kostümleri gibi alıp bir partide giyebilirsiniz...

11 Aralık 2015 Cuma

İklim-1-

Vücud ikliminin sultânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin
Bu cism-ü na-tüvânın cânı sensin
Efendim derdimin dermânı sensin

                -Hacı Arif Bey-
*natüvan: Farsçada zayıf, güçsüz, korumasız...

"tineola bisselliella"-güve çifti tülümüzün üzerinde biraz önceki malum yorgunluklarını atıyor ama sırtları birbirlerine dönük! Niye bu mesafeli olma durumu derken zaten sırtları birbirlerine dönük çiftleştikleri geliyor aklıma...Sanırım çiftleşme sonrası uçup ayrı yönlere gidecek ve birbirlerini unutacaklarını gösteriyor bu duruş!





Farklı yarım kürelerde, farklı iklimlerde yaşayan bizlerin birer iç iklimi de var...37 derecelik vücut sıcaklığından, ortamlara uyum sağlamaya çalışan metabolizmamızdan bahsetmiyorum! Yaşadığımız coğrafyaların  engebeli yeryüzü şekillerinden; kırışık, buruşuk, kabartma fiziki haritalarına yansımasından da bahsetmiyorum mecazi anlamda hayatın engebelerine uyum sağlamaya çalışırken düşe kalka kanattığımız dizlerimiz gibi yaralı yüreklerimizden, asla eskisi gibi olamayacak psikolojilerimizden bahsediyorum...İklim denince meteoroloji geliyor hemen akla...Günlük yaşamak zorunda bırakılan bizler için ancak bir ertesi günün havasının nasıl olacağı önemli. Zira bütün her şey "yarın ne giysem"üzerinden kurgulanıyor...Malum bir de daha geniş bir zaman dilimi mevsimler üzerinden bize okulda öğretilenler var; yazları açık renk, kışları koyu renk giymek gibi...
Havadan devam edecek olursak, güneşten, buluttan, hava ve sudan saatlerce konuşabiliriz... Tüm mutsuzluğumuzun sebebi havadır bize kalsa... Bulutlar alçak olunca içimizde bir kasvet...Başımız yüksek basınçtan ağrımaz ise alçak basınçtan ağrır. Eklemlerimiz havadaki yağmur bulutlarından dolayı sızlar, kar yağmadığı için mikroplar ölmüyordur... Lodos eser sobaları söndürürken aile ocaklarını da söndürür. Poyraz eser tekneler denize açılamasa da ama ve fakat balık bol olur. Çölden rüzgarlar, yağmurlarla doğa için bereketli çöl tozları gelir ama biz yeni sildiğimiz camları, yıkattığımız arabayı düşünürüz.
Velhasıl sıcaklık, nem, rüzgar, yağış ve basınçladır aslında tüm işlerimiz. Makro klima içinde mikro iklim derken asıl olanı unuturuz ; kendi iç iklimimizi...İnsan doğasının gerekleri varken ve bu gereklilikler yerine getirilse bir türlü getirilmese bir türlüyken peki ne yapmalı ya da yapmamalı?Kendimizi ne kadar, nereye kadar dinlemeli?
Vücudumuzu çok dinlersek hastalık hastası olmaktan, "mıymıy"lığa giden yolda emin adımlar atmış oluruz. Ruhumuzu, duygularımızı, sezgilerimizi dinlersek de mantık işlemez olur...ikisi bir arada olanlar makbul olsa da bu tarz ; dengeli insanları bulmak çok zor. Bu yüzden patates ve ketçap yakıştırması, iyi polis-kötü polis benzetmeleri, tencere kapak misalleri verilir. Çiftlerden biri diğerinin eksik yanını tamamlarsa kazara falan! Ah ve Vah!
Sınırsız İstekler, ebedi yaşam- genç kalma, hareket halinin hiç bitmeyeceği gezip tozma yaklaşımlarından ötürü insanoğlu rasyonel egoist olmaktan öteye gidebilecek midir acaba?!  "BOŞ LEVHA" dolabilecek mi? Kazandığımız tecrübeler ve deneyimlediğimiz yaşamın bize getirdikleri ile "bir bilinçlenme" gerçekleşebilecek mi?
Kimileri dertlerine derman olarak bir başkasını görse ve iklimini ona uydurmaya çalışsa da tam olarak uyum sağlamayı, ayak uydurmayı herkes beceremez; bunu yapmaya çalışırken ya tikler oluşuyor, ya kendi iç ikliminde fırtınalar kopuyordur. Ya tarifsiz duygular denizinde boğuluyor ya da yüreği harman yerinde savruluyordur.
Hepimiz benzer biçimde nefes alsak da nefes alıp verişimizin farklı ritimleri vardır. Bunu birbirimizin ritmine uydurmaya çalışsak da bir süre sonra o fark yeniden ortaya çıkacaktır. Hepimiz mecbur kaldığımızda belli oranda zorluklarla baş etmesini becerebiliriz ama başına buyruk olmayı, kendi istediğimizi ve bildiğimizi de yapmayı severiz... Çünkü bizim iklimimizi oluşturan ve bizi biz yapan şeyler tam da bunlardır. Bir çoğumuz mutsuzluktan belli oranda beslensek de, fakir edebiyatını benimsesek de kim bilerek ve isteyerek mutsuzluğu tercih eder? 
Buyrun "burdan yakın"!

7 Aralık 2015 Pazartesi

kısa...

sonundaydı baharın
istasyonda
paslı rayların
dibinde
öylece
uçuşurken metal tozları
geldik göz
göze
...
ben ve kertenkele...














3 Aralık 2015 Perşembe

“Sebebi”-2-




yelken gibi
yırtıl
fırtınanın orta yerinden
kırıl
ayna gibi
düşüp elinden
kaderin
olmakmış
yüz parça
ismimi hecele
yeniden 
öğrenir gibi

sarıl
sımsıkı 
boynuma
umut 
bana
unut
sonra …

"sebebi"-1-


yeşil”de boğulur gibi
kulaç atmadan bırak kendini
yamaçlarda güçlen
açacak
gonca bir rüzgar gibi
eğilip bükül
ama kırılma
usulca süzül  sonra
maviden laciverte
yorgunluğundan uykuya
kollarının arasından
kuştüyü bulutlara
koca tepeler, dağlar diye
büyüttüğün
taşların üstünden atlayıp
vakitsizce
uyan
yanağında ılık bir
öpücükle
şehrin göbeğinden
sabahlarına uzan...