30 Aralık 2014 Salı

"Eşik"

En son sergimde yaşadığım olaylardan sonra biraz küskündüm( aç parantez: bilenler biliyor!-kapa parantez)... sonra ne olduysa bir anda üstümdeki bu duyguyu atıp eski yılı uğurlarken hiç olmazsa bir şeyleri hayata geçirebilmiş, bir şeyler üretebilmiş olmak istedim... bunu görürsem yeni yılla birlikte daha çok şeyi gerçekleştirme isteği ve gayreti gelir dedim...Levreği tavada görürseniz bol bol balık tutar ve yer, leyleği havada görürseniz bol bol seyahat edersiniz düşüncesine benzer bir durum ya da yeni yıla girerken kapının önünde, evin eşiğinde "nar" kırmanın bereket getirmesi gibi!
Gelelim sergi içeriğine; sergi siyah beyaz fotoğraflardan oluşuyor ve yıllar önce karanlık odada filmi ve  kontrastlığı zorlayan banyolar yaptığımız, "agrandizör"de kart baskıları sırasında uyguladığımız gibi bir iki tekniği yıllar sonra "Photoshop"da uyguladım...
İşte bir iki örnek ve sergiyle ilgili bilgi yazısı... 





SERGİYE DEĞGİN
Yaşamın her alanında ve hayatlarımızda eşikler vardır… “Eşik”;  başlangıç yeri, başlangıç noktası ya da o noktanın yakınıdır… Özel bir etki verecek bir uyarının ya da bir imlemin olabilecek en küçük değeridir. Kimi zaman  hedeflerimiz için EŞİKLERİ aşmamız gerekir, kimi zaman da o değer aşıldığında bir takım olumsuzlukları da beraberinde getirir… Bir tepkinin başlamasında, ortaya çıkmasında etkili olan ruhsal, fizyolojik noktadır eşik… Acı eşiği, ağrı eşiği gibi eşikler dayanıklılığımızı, sınırlarımızı gösterir bize… Bir olayın olabilmesinden önce ulaşılan değer ya da seviyedir eşik…
Ve ışığın da bir eşiği vardır… Görme duyumunun gerçekleşmesi için mutlak surette ışık gerekir. Işığın az olduğu durumlarda belirsizleşir her şey; gözümüz adapte olmaya çalışır… Fazla olduğunda ise tüm detaylar kaybolur; gözümüz kamaşır… Seçiklik her iki durumda da bozulur… Görsel alanın farklı zonları arasındaki aşırı kontrasttan dolayı oluşan kamaşmayı hissettirmek (relatif kamaşma)isterken bu fotoğraflarda kontrastlığı kullandım,  kimi zaman IŞIĞIN EŞİĞİNİ zorladım… Kontrastlığı ve siyah beyazı tercih ettim. Siyah beyaz fotoğrafın rengi kontrastlıktır… Fotoğrafta renk ayrımı olmadan farklı elementleri göstermeniz kontrast olmadan imkansızdır. Fotoğraf siyah beyaz olduğunda zihin şekilleri eşleştirerek tanımlayacak renk bilgisini kaybeder. Bu da dokunun çok daha önemli hale gelmesine neden olur…

Eski “serigraf” baskılara, “fotogram”lara benzer bir etkiyi elde etmek için öncelikle kontrastlığı yüksek fotoğrafları seçtim ve Photoshop’da uyguladığım efektlerle bazı detayları yok ederken bazılarını öne çıkardım… Özellikle kullandığım “threshold”; “ışık eşiği”ni ayarlamama yardımcı olurken serginin de adı oldu: “EŞİK”…30 yılın içinden seçme fotoğraflar…


29 Aralık 2014 Pazartesi

Yaşamak Direnmektir

                                   
(Son sergim "Eşik" de kullandığım bu fotoğraf  "Mimoza" Kısa Film setinden -2010-Ümit Çırak

Ölünceye kadar cevabını arayıp bulamayacağımız soru şu: "Hayatın anlamı ne?"
Zaman zaman varlığımızın nedenini unutup hayatın "yapay etkinliklerine" dalıyoruz... tüketim, tüketim... yine tüketim... kendimizin de tükendiğini hissediyoruz zaman zaman... normalde sahip olamayacağımız şeyler için borca giriyor, kartlara yenilerini ekliyor ve tatminsiz , amaçsızca bir yarışın içinde bulup kendimizi, yarışı bir amaca dönüştürüyoruz!

MEVLANA'NIN dediği gibi; Hayat bir nefestir; aldığın kadar.
Hayat bir kafestir; kaldığın kadar. Hayat bir hevestir; daldığın kadar...

Gardımızı çok çabuk düşürüyoruz olumsuzluklar bizi yıpratıp örselemiş bunca sene... ama hala ayakta ve hayatta isek bir duruşumuz olmalı yatay konuma geçip ebedi uykumuza dalmadan!

Zor bir yıldı bir öncekinden belki de daha zor ama bakın işte geride kalıyor anlamlı, anlamsız tarihler, rakamlar olarak... hatırlanacak, kolay unutulmayacak sevinç ve acılar, neşeli anlar kadar kasvetli saatler ve kabuslar... hepsi geride... 
Yeni başlangıçlar, beklenti ve dilekler, küçük umut ve sevgi kırıntıları bizi ayakta ve hayatta tutmaya devam edecek...

Tüm dostlarıma "diledikleri gibi" bir yıl diliyorum! Yeni bir yıl yenilenme şansı versin bize... şapkamızı önümüze koyup bir "muhasebe"sini yapalım hayatımızın... Mecbur kalmayalım şartlara,imkansızlıklara... çünkü insan olmak onurlu, huzurlu bir şekilde "kendin" olmak,  kendin olmandır... kendi düşüncelerin, isteklerin ve amaçların olmalı; her gün yenileri olmalı yoksa o kadar çabuk siliniriz ki! İnisiyatifini kullanabilmen lazım! Olumsuzluklara boyun eğmen ya da  bir şeylerin arkasına sığınarak yaşaman "insan"a yakışmaz! 
Fakir edebiyatı, yakınmalar, memnuniyetsizliklerin kaynaklarını tespit edemeden genellemeler, tam ifade edemeden mızmızlanmalar ama en kötüsü "kocaman susmalar" bir de etliye, sütlüye karışmadan yaşayanlar, sormayan, sorgulamayanlar... 
O zaman "üstümüze vazife mi?" diye sormadan vazife edinelim; örneğin sokaktaki yamuk elektrik direğinin yamukluğunun düzeltilmesini!

Yaşamak direnmektir; her türlü baskıya ve gerilimlere rağmen çözümsüz ve sessiz kalmamaktır... her gün yeni sürprizleri heyecanla beklemek kadar her gün yeni hedefler koyabilmektir!

Hayatın anlamını aramak yerine hayatı anlamlı hale getirelim! 
Tüm dostlarıma "diledikleri gibi" bir yıl diliyorum! 

17 Aralık 2014 Çarşamba

Denge-düzen-2-

Equilibrium, balance...Dengeyi sadece cisimler üzerinden değil insan üzerinden yorumlarsak; insanın dışarıdan herhangi bir kuvvet etki etmediği müddetçe denge halini koruması söz konusudur... Denge halini bozmaya çalışan kuvvetlere karşı koyan kuvvetler varsa, dengesi bozulduktan sonra tekrar denge haline gelebiliyorsa o zaman "kararlı bir denge"nin varlığından söz edebiliriz...Hepimizin dengesi fiziksel anlamda olduğu kadar mecaz anlamda da bozulur... önemli olan tekrar denge haline gelebilmek, dengeyi sağlayabilmek.

Seçme özgürlüğün varsa o zaman dengedesin ve “insan”sın! Kendi düşüncelerin varsa, inisiyatifin( karar verme yetisi ve yetkisi)varsa...




İşin traji-komik kısmı "denge yaratmak" adına... arı-kovan bağışlama!!!!!!!!!
 ICA: İnşaatı gerçekleştiren firma (İbrahim Çeçen Yatırım Holding A.Ş)


Kaybetmeden bulamazsın kendini arada sırada unutma! Bir çok şeyin değerini kaybettiğinde anlarsın; kaybolabilecek  bir orman varsa etrafında o zaman hala  çevrende bir denge var demektir… GİT VE BİRAZ KAYBOL! 
3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu projesinin kilometrelerce geçeceği ormanlık alanlardaki ağaç kesimlerini düşününce, olup bitenleri çaresizlik içinde seyredenleri...kaçacak yer arayan hayvanları, arıları...% 90 azalan ve %10'a düşen verimi, streslenen arıları... Böylesine "despot"lukla (dominus-kyrios-efendi)kurulmak istenen düzende dengeden söz edebilir miyiz?

Zayıflıkların varsa, zaafların insana özgü, hayallerin varsa hala insansın… dengen gider gelir arzular, istekler ve gerçekler arasında. Şehir ceryanı gibi sürekli değişen duygular içeriden gelse de  en nihayetinde mutlak olarak bir dış etki sonucunda bozulur dengeler... 

amaçların varsa… "öteki" olsan da insansın… kendini tekrarlasan da , coşkuların, hayal kırıklıkları, başarısızlıklar, başarıların varsa… açlık kadar tokluğun, varlık kadar yokluğun, çelişkilerin, emin olduğun kadar yanılmaların varsa insansın… ve "kararlı dengen" seni ayakta tutar...  

düşünüyorsan, kendini ya da başkasını dinlemek için susabiliyorsan, başkasını duyabiliyorsan…  Arada bir üşüyor, düşüyor, düşüp dizlerini kanatıyorsan… rüzgara, soğana ve biber gazına maruz kalman dışında gözlerin yaşarıyorsa, burnunun içi yanıp, yüreğinin köşesi burkulup… o zaman hala insansın!

düzene boyun eğmeden kendin dışında diğerlerinin de hakkını savunabiliyorsan, kendini başkalarının yerine koyabiliyorsan, ekmeğini bölüp paylaşıyorsan...insansın! Bırak her şeyi kontrol etme desem, dünya, doğa, yaşam dengeler desem yalan...ama bu şekilde de kontrol manyağı olma tehlikesi var! PARALEL YAPILAR, İLLÜMİNATİLER Mİ BOZUYOR DENGEYİ VE DÜZENİ YOKSA UZUN ZAMANDIR KOKAN BALIĞIN BAŞI MI?Yeni dünya düzeni, monarşileri yıkmayı, dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırıp, sosyal düzeni yok ediyor mu? Edecek mi? 
Aslında Modernizmin insanın var oluşu ile ilgili  etik ve metafizik sorunlarını çözemeden yerini Postmodernizme bırakması günümüz toplumlarının; dolayısı ile bireylerin geldiği noktayı açıklar. Postmodern toplumlarda bireyin kendi özgür iradesiyle yaptığı tercihlerin  ön plana çıkması normal olanı ama dikta rejimine meraklı olanlar, tek adam olma  ve herşeyi kontrol etme peşinde üzerimizde baskı kurarken bu ne kadar mümkün...
GERÇEKLERİ GÖREBİLİYOR OLMAK - GERÇEKLER ACI DA OLSA- GÜZEL DENEBİLİR Mİ? KOLAYLAŞAN HAYAT VE ALTERNATİFLERİN ÇOĞALMASI BİZİ DEĞERLERİMİZİ,DENGEMİZİ KORUYAMAMAMIZA VE KAYBETMEMİZE GÖTÜRÜYOR!

Yine de bunca beton ve asfaltın dışında toprağa basabiliyorsan… başını kaldırıp bulutlara bakabiliyorsan, trafikten 3 saatte çıkamadığın halde eve varırken yağmurda ıslanıp hala gülümseyebiliyorsan "kararlı bir denge"desin... bravo hala normalsin! 

16 Aralık 2014 Salı

"saf-2"



*Baştan çıkarıyor beni düşünceler; düşünce suçu işlemeye… yaramın derin olduğu kadar derin düşünceler… güneş kan kaybediyor hızla yükselirken gökte…

 *“ölüm de kendi yokluğuyla parıldıyor” diyor Jean Baudrillard … yokluk varlığın karşıtıysa bu akışta hüz<ünlü bedenlerimiz sorgularken hem varlığı hem yokluğu tüm saflığıyla… kimse ölüp bir yere gitmez; enerji sürekli dönüşür durur… budur işte hem sebebi hem sonucu her şeyin…

* teknoloji hem  hayat verir hem de alır bize her gün defalarca bizden ama bedenlerimize bir şey olmaz gözle görülür… ruhumuz elden gider! Fethettiğimizi zannederken bir sürü kalp, bir sürü kale sonra birden tersine döner ibre… gelsin yenilgiler, sürgünler… 

*işbaşı yaparız fabrikada; her yer bir fabrika… soğuk metaller elleri yakıyor, nefret dolu sözler yürekleri… intihar ederiz kaçmak için her gün kök salamadığımız için ağaçlar gibi… “hoşça kal” deriz sevdiklerimize aptalca yaptığımız şeyler gibi bir çırpıda…

*baştan çıkarıyor tutkular… çocukça yalanlar söyleyip önce biz inanıyoruz kendi söylediklerimize … değiş tokuş ediyoruz  renkli cam bilyelerimizi, pamuklu kumaşlara sarıyoruz kırılgan anılarımızla birlikte… çöle dönüşürken yürekler tüm ufuk çizgileri eğriliyor… eğiliyoruz ritüellerde tanrı ya da yerine koyduğumuz güçler önünde…uzay bükülüyor, zaman kırılıyor tırnaklarımız gibi her gün… her gün sobeleniyoruz bu saklambaç oyununda…

*Katıksız sevgide boğulan var mı hiç? Gerçek evriniyor… sevgi yerini nefrete bırakıyor… kayıtsız kalıyor suç ortağımız yıkılan  sırçadan kulelere… peşi sıra kelimelerin dudaklar kayıtsız kalıyor… gözler  hem suç ortağı hem şahit… kayıtsız kalıyor bu yok olup giden saflığa… Tüm varisler mirasyedi olmak için ellerini ovuşturuyor...

*benden öteye gidiyor nefesim... benden öteye kelimelerim... sonra gerisin geriye geliyor rüzgarla; belkide kimse almak istemediği için! Bazıları hiç nefes almıyor, bazıları hiç konuşmuyor... belkide korumak için o anın saflığını, havanın temizliğini kirletmemek için...işte böylesi hayatlar da var...saygı duymak lazım ama o beyinlerin içindeki düşüncelere de bir şekilde ulaşmak lazım...

* safça inanmak istiyoruz "susan" kişinin gizemli olduğuna ...belki daha çekici... derken aslında anlıyor sonra karşısındaki koskoca bir "hiç" miş, koca bir boşlukmuş; derinlik değilmiş onun içini dolduran... 

15 Aralık 2014 Pazartesi

"saf"!


*Küçük prens de büyüdü ve kirlendi dünya… Ne cehalet, ne asalet… hiç birine yer yoktu bu dünyada aslında ama "sefalet" göbek adı diye kondu milyonlarca çocuğa!

*En iyisi çifte su verilmişidir çeliğin... ama bize  dediler en iyisi "çifte sürülmüş”üdür ineğin..."öküz"den daha fonetik! 

*Tarafsızdım ilkin… Sonra tutarsız oldum kendi kendime sorgularken kendimden öte dünyayı… tuhaftım ama tasasız başlangıçta… Ne başındaydım  ne ortasında ne de sonundayım derken  sonunda taraf oldum bir başıma! Belki de bilmiyordum 10 saniye sonrasını ama yaşamaya mecbur hissediyordum bu boktan dünyada küçük –güzel kırıntılar adına… 

*Cevapları aradım durdum; bulduğum hep hayal kırıklıkları… Sevgisiz  halkalardan oluşmuş, menfaat zincirleriyle örülmüş çoktan seçme-siz gerçek dedikleri… 

*Düzen dediğim benden öte sömürü düzeniydi… Kültür dediğim tüketim kültürüydü… HEPİMİZ ARAÇ OLMUŞTUK BU DOYMAK BİLMEYEN DEV GIRTLAĞI DOYURMAK ADINA!  “Caps lock” açık kalmıştı… fark ettim düzelttim... Bu kez harfler küçüldükçe küçüldüpuntolarda yok olup gitti tüm düşünceler!

*Narına yandım… Narayamanın Türküsü… çok bilindikler ile hiç bilinmeyenlerin denklemi… hayali kahramanların peşinde iç savaş gerilimi… 

*Saftı başlangıçta her şey… Saftık ama asalak ve salak olarak saflara ayrıldık… Çelişkileri soluduk birlikte...her şey gibi artacağına azaldık; yenilenmedik ve bölündük kontrolsüzce hücreler gibi... kontrolsüzce…
*Bulut yoktu bu gece gökyüzünde… Yıldızları yorgan yapıp yattım parmak izlerime…

10 Aralık 2014 Çarşamba

Yansıma-2-

Projection: Yansıma-yansıtma... 
Reflection: Akis, yansıma-yansıtma...

Görme olayı ışıkla başlar... Işık görsel nesnelerin bize yansımasını, dolayısıyla görmemizi sağlar. Işık kaynağından çıkan ışık ışınları etrafımızdaki cisimlere çarparak gözümüze ulaşır. Bazen ortam değiştirir kırılır bazen cisimlere çarpar yansır...
Yaşam bize yansır; içindeki güzellikleri her zaman olmasa da yansıtmaya çalışır...biz de kendimizi yansıtmaya çalışırız kendimiz olmayı başardığımız ölçüde...bazen de kırılırız ışık gibi,bazen yutulur, soğuruluruz yine ışık gibi...
"Üzüm üzüme baka baka kararır" sözü de bir anlamda "yansıma"yı anlatır aslında; yaşadığımız çevrede duygu ve düşüncelerimizi karşılaştırırız, birilerinden etkileniriz...Olumlu ya da olumsuz yansımaları alır, bazen eleştirir bazen de taklit ederiz.
Bu gün derste perdeye bazı fotoğraflar "projekte" ettik(yansıttık) ve "konsept" fotoğrafları çektik öğrencilerimle... Farklı kimlikleri yansıtırken kendi kimliklerinden pek fazla ödün vermediler... sadece bir şapka ile ya da bir şapka, bir dürbün ile bir süreliğine bu eğlenceli oyuna katıldılar. Kendilerine teşekkür ediyorum! 











4 Aralık 2014 Perşembe

yansıma-1-



Travis'ın Jane'i(Nastassja Kinski) ayna arkasından izlediği seks salonunda iki yansımanın buluştuğu görüntü... Filmin 20 dakikalık bu uzun sekansı sinema tarihinde iletişimsizliği, yalnızlığı ve mutsuzluğu en başarılı şekilde görselleştiren sahnelerin başında gelmektedir.(Wim Wenders-"Paris Teksas"-1984)Görüntü yönetmeni: Robby Müller... Wenders ve Müller 10 yıl önce buna benzer bir yansımayı "Alice in the cities"-"Alice Kentlerde" filminde de kullanmıştı... Philip(Rüdiger Vogler), Polaroid'in o yıl piyasaya çıkan SX-70 makinesi ile sürekli fotoğraf çeker ve parlak yüzeyli poloroidin üzerinde Alice ile yansıması buluşur... Aynalar ve yansımalar, yaratıkları derinlik ve anlamlar bir çok yönetmenin filmlerinde karşımıza çıkar... ama bazılarında saplantısal olarak... 



                 Wenders 1987 "Wing Of Desire"-1987








Orson Welles'de hem "Citizen Kane"-1941, hem de "Lady from Shanghai"-1947 filmlerinde kullanır ayna ve yansımaları...

Platon, döneminin yansıtmacı sanat anlayışını küçümsemek
için kullandığı ünlü benzetmesinde sanatın en köklü teorisini de
unutulmayacak bir cümleyle ifade eder: "Al eline bir ayna. Tut dört bir yana. Yaptın gitti gitti güneşi, yıldızları, dünyayı..."

Psikanaliz çalışmalarında ayna, birçok bulgunun ortaya çıkmasına
kaynaklık eden bir nesne olarak dikkat çekici işlev üstlenir. Gündelik hayatın adeta vazgeçilemez eşyalarından olan ayna, bir takım davranış bozuklarının ve ruhsal hastalıkların tespitinde psikoloji uzmanları için hareket noktası oluşturur... 

Ayna arkadaşımız-dostumuz mudur yoksa düşmanımız mı? Bize her zaman gerçekleri mi gösterir? Ne olduğumuzu, nasıl olduğumuzu tam olarak bize gösterebilir mi? Gerçeği mi çoğaltır yoksa daha ilk yansıtmasında mı başlar yalan söylemeye? 
Aynanın nereye tutulduğu, neyi yansıttığı kadar  nasıl yansıttığı da önemlidir. Ayna, sırtı sırlanmış bir cam olsa da
Odağına, yüzeyine göre gösterdiği ile gördüğü arasına mesafe girer... Suretimi yansıtır bana ona her baktığımda ama hangi "ben"i bana! Bu hal ve görünüş hem  bugünde ve gelecekte olmasını istediğim hem de geçmişte olanın ve aslında aynaya baktığım andaki "olduğum" halimin toplamıdır...

"Ona ne olduğunu gösterdiğinde adam daha iyi olacaktır"
-Anton Chekhov-



Coen kardeşlerin "Big Lebowski"- 1989 yapımı filminde Jeff Bridges için durum biraz farklıdır... aynada  "yılın adamı" olarak Time Dergisine kapak olur!

 Narsisizm( özsevi) sözcüğü Eski Yunan mitolojisindeki Narkissos’tan gelir. Mitolojiye göre, Nympha’lar (su perileri) olağanüstü güzel genç bir adam olan Narkissos’u arzularlar ama o, onlara hiçbir ilgi duymaz. Nympha’lardan biri olan Ekho (yankı) ona aşık olur ve ona yaklaşmayı dener. Narkissos’tan aşkına karşılık bulamayan Ekho, utanç içinde kaçarak, ardında dağlarda yankılanan sesini bırakır. Bunun üzerine Tanrılar, Narkissos’u karşılıksız bir aşkla cezalandırmaya
karar verirler. Narkissos, suda yansıyan kendi görüntüsüne aşık olur ve kendi görüntüsüne kavuşmak isterken kendisini yansıtan suda boğulur. Nympha’lar, Narkissos’un boğulduğu yerde de nergis çiçeğini bulurlar.



2 Aralık 2014 Salı

Denge-düzen-1-


Lewis Hine, "Empire State" Binası inşaat işçilerini çekmek için o yüksekliğe onlarla beraber çıkmıştı 1930...O yıllarda New York' un bir çok gökdeleninin  inşası devam ediyordu(1920-1935)...





Allah muhafaza, mazallah ya "muvazene"lerini kaybetselerdi! Hayatta kalmak için çalışmak, tehlikeli işlerde kelle koltukta hep çalışmak ve sürekli dengelerini korumak zorundalardı... Günümüzde benzer biçimde yaşamlar hala devam ediyor... Kimileri yerden onca yükseklikte çalışmak zorundayken kimileri mezarı olacağı toprağın yüzlerce metre altına giriyor her gün ölüp ölüp diriliyor ya da dirilemiyor..."Devlet büyükleri"o ölü canlardan rakamlar olarak bahsediyorlar! Makineler insanların yerini tam olarak alamayacak desek de işlerini kaybediyor binlerce İNSAN! Dün yine cep telefonlarına gelen mesajla işten çıkarıldıklarını öğrenen Soma'daki 2831'in üzerindeki işçi, en iyi bildikleri ve kuşaklardır devam ettirdikleri mesleklerinden başka ne yapabilir?

Hem de bu iş yokluğunda ve çok daha olumsuz şartlarda ve ucuza çalışabilecek bir sürü göçmen varken yurdumda! Yatağan Santral ve maden işçileri de 443 gündür direniyor benzer bir akıbete karşı... İnsanın"dengesi" bozulmaz mı, isyan etmez mi bu hükümete, yardakçılara, peşkeşçilere?




Dünyanın çivisi çoktan çıktı biliyoruz ama bu her şeyi kolay kabullenmeli anlamına gelmez... Babamın kullandığı bir laf var: İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez. Zira bu terâzi o kadar sıkleti çekmez." Ziya Paşa söylemiş... 
eşşek alim olmaz taş taşımakla tekkeye
adam insan olmaz gitmek ile mekkeye

erbab-ı kemali çekemez nakıs olanlar
rencide olur dide-i huffaş ziyadan

kem asla necabet mi verir hiç üniforma
zerduştü palan giyse eşşek yine eşşek

ehli keyfe keyif verir kahvenin kaynaması
eşşeği yoldan çıkarır sıpanın oynaması

idrak-i meali bu küçük akla gerekmez
zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez

ainesi işidir kişinin lafa bakılmaz
kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde...


Hepimizin bu olumsuz ülke şartlarında ve gelecek kaygısıyla dengemizi yitirmemiz içten bile değil!




Elin adamı da sırf spor olsun diye neler yapıyor! Hadi sahilde hava atmak için yapması bir yere kadar kabul edilebilir ama bunu dağ zirvelerinde yapanlar var! Anlaşılacağı üzere denge sanat, aynı zamanda da sağlam sinir işi!





1 Aralık 2014 Pazartesi

Nesne yerleştirme-düzenleme...

Simetromani... Simetri hastalığı ya da takıntısı, bir çeşit "obsesif kompulsif" bozukluk! 
Her şeyin belli bir simetride olması sanki bir zorunlulukmuş gibi!
Yaşadıkları alan içerisinde her şeyi kendilerine göre düzenlemek istemeleri yanlış bir şey mi? Bunu hepimiz yapmıyor muyuz! Düzendeki bir değişikliği algılayıp yine eski düzenine getirmek özellikle ev hanımlarının bir takıntısıymış gibi görünse de hepimizin bir düzen anlayışı var; ne kadar düzensiz ve dağınık görünse de!
Simetriden yoksun, çarpık kentimiz  İstanbul'da binaların birinin içeride diğerinin dışarı çıkıntı yaparak aynı hizada olmaması, yolların ip gibi gitmemesi- düz olmaması, yamuk yumuk direkler vs.vb.. gibi normal karşılanabilecek görüntüler simetri takıntılı insanları huzursuz etmeye yeter... Evde kumanda kullanıldıktan sonra aynı yere konmalı, çekmecede çatal kaşıklar birbirine karışmamalı, resim çerçeveleri büfede aynı açıyla durmalı, duvardaki tablo yer ile 90 derece açı yapmalı... Eşyaların ufacık-azıcık bir sapma yapmadan aynı yerde görünümlerini ve varlıklarını devam ettirebilmeleri için sanırım durdukları, bulundukları yüzeylere, zeminlere çarpı işaretleri koymak en iyisi... 
Gelelim "nesne yerleştirme"ye... Enstalasyonun yerleştirme sanatı olduğunu düşünecek olursak aslında yaptığımız her düzenleme; bir "sofra kurma" bile bu sanatın sınırları içine girer. Vitrin düzenlemelerini oldum olası sevmişimdir... konsepte göre gerekli nesneler bulunur, sette dekor hazırlanır gibi... yapay bir düzenleme olsa da bittiğinde her biri bir hikaye anlatır... Kullandığımız eşyalar bizim yaşam biçimimizi, zevklerimizi, hayattaki tercih ve beğenilerimizi, eğitim, kültür ve sosyal statümüzü yansıtacak göstergeler olur; ruhumuzun inceliğini ya da kalınlığını anlatır...her eşya, her nesne kullanıldıkça daha fazla hikaye biriktirir... kiminle ne kadar vakit geçirirse ondan izler taşır!
İşte size kişilerin yaşam biçimi ve zevklerini , kolleksiyonlarını, hobi ve  ilgi alanlarını gösteren "nesne yerleştirme" fotoğrafları... Sadece fotoğraf çekme amacıyla düzenlenmiyorlar; müzelerde sergileniyor bu çalışmalar... ben de öğrencilerimle böyle bir çalışma başlattım yakında bir sergimiz olacak!



İki basit deneme! Aşağıdakiler başkalarının çalışmaları...