30 Mayıs 2012 Çarşamba

cin-net...amok koşucusu

Cinnet geçiren kişi; çılgın, sapıtmış, deli gibi, kontrolünü kaybetmiş, aklını yitirmişçesine koşuşturan, insanları öldürmek amacıyla sağa-sola saldıran, "Amok (amuck) koşucusu", gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren gibi ifadelerle anlamlandırıImaya çalışılır.... Malezya kültüründe eskiden beri katletmeye yönelik çılgınlık durumunu tanımlayan “Amok koşucusu” ve Filipinler'de kullanılan “juramentado” ifadesi mevcuttur.
"Amok koşucusu" antropolojik kaynaklarda “ağır ruhsal bunalım ve şiddetli öldürme isteği” olarak tanımlanmıştır...Malay mitolojisine göre; amok koşucusunu yaratan şey; kişinin içine kötü ruh ya da şeytan kaplanının ruhunun girmesi ve onu ele geçirmesidir. O çağda bu tip davranışların kaynağını böyle bir ruhani sebebe bağlamak doğaldı belkide...ama günümüzde de "cinnet" kelimesinin içindeki "cin" gibi kişininde içine cin girdiği düşüncesi söz konusudur...Bununla ilgili yazmaktan kaçınsam (tırsmak!) da fazla ayrıntı vermeden kısaca değineceğim...yıllar önce bendeki olağanüstü olumsuz, tahammülsüzlük ve  agresifliğe varan davranışları bilimsel olarak çözememiştik...bir gün bir yardım aldım ve şöyle bir teşhis koydular: "içine cin girmiş bir insanla birlikte olmuşsun!"...Özellikle  "net" bir cinnet ve amok koşucusu durumu falan söz konusu değildi....ve bundan kısmen kurtulmam mümkünmüş (birlikte olduğum ve yardım aldığım kişi adlarını vermiyorum)...denedim ve yeniden eski halime tam olarak olmasa da döndüm...insanın bir yanı inanmak istiyor, diğer yanı istemiyor... gerçekten tarif edilemez ve o dönem mantıkla açıklanamaz bir durumdu...şimdi ise fazla kafa yormamam gerektiğini düşünüyorum... yine de yarayı ve kafayı kaşımadan duramıyorum işte!




İntihar, Stefan Zweig'ın zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavramdı. Yaşamanın bir anlamı kalmadığını anladığı anda yaşamına kendi eliyle son verebileceğini daha üniversite yıllarında söylemişti. İlk evliliği sırasında karısı Friederike'yi kendisiyle birlikte intihar etmesi için zorlayan, sonra bu düşüncesinden vazgeçen Stefan Zweig, yıllar sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ikinci karısıyla birlikte yaşamına son verdi. Yazar, önceki intihar girişimlerinden vazgeçmiş olsa da korkularını, romanlarındaki ve öykülerindeki kahramanlara yaşatıyor. Amok Koşucusu'nda yer alan öykülerin ortak izleği de intihar. Kendi yaşamından ya ada tarihteki gerçek kişilerin yaşamlarından kesitler katarak yazdığı bu öykülerde Stefan Zweig'ın duyarlı kişiliğini, olağanüstü gözlem gücünü olduğu gibi sayfalara yansıttığını görüyoruz. Yazdığı öykülerin en başarılı örneklerinin yer aldığı bu kitapta, bir uzun öykü olan Amok Koşucusu bir baş yapıt. İnsanı en güçsüz, en savunmasız yönleriyle ele alıp, insan ruhunun en derin katmanlarına inmeyi bilen, bütün bunları son derece canlı, ayrıntılı, çok yönlü bir anlatımla kaleme alabilen, okuru gerçekten etkileyebilen bir yazar Stefan Zweig. Yazdıklarının üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına karşın, öykülerinin, romanlarının bugünkü kuşaklar tarafından da aynı ilgiyle okunması, onun kalıcı bir yazar olduğunun en büyük kanıtı. Amok Koşucusu'nun bu yeni çevirisinde, daha önceki basımda yer almayan öyküler de bulunuyor.


Psikiyatri Profesörü Jin-Inn Teoh, 1972 yılında yayınladığı makalesinde; Amok davranışının tüm dünyada görüldüğünü, farkın sadece metodlar ve kullanılan silahlarda olduğunu bildirmekte... Teoh’a göre kültür tek başına Amoku açıklamada yetersiz kalmaktadır. Kültür ve silahlar saldırıların kişisel özelliklerinin oluşmasında etkilidir. Yüzyılın son çeyreğinde, şiddet araştırmalarının kayıtlarının tutulmaya başlanması artışın endüstriyel toplumlarda daha fazla olduğunu göstermiş...
Geçmiş yıllarda gazetede okuduğum bir olayı şöyle aktarayım...adam sabah evden çıkarken karısına kıymalı kuru fasulye yapmasını söyler... adam kıyma parası bırakmış mı bırakmamış mı hatırlamıyorum...yoksa  kadın kıyma parasını çocuğa süt parası mı yapmıştı?...neyse adam eve gelir...kuru fasulye yapılmıştır ama kıymasız...adam karısı ve çocukları öldürür...sonra kemeriyle kendini asar! 
Yazmış mıydım!?...Benzer bir olay da Yalova'daki apartmanımızda yaşandı: karşı komşu yaşlı Hasan amca 85'li yaşlarda yine aynı yaşlardaki Nuriye teyzeyi baltayla parçaladıktan sonra gazı ve aygaz fırınını açıp kafasını içeri sokmuş...günler sonra bulmuşlar!!
"Dissosiyatif" bozukluklarla şiddet birlikteliği vardır... cinnet kelimesi ile tanımlamaya çalışılan tablonun bütününe semiyolojik anlamda( göstergebilimsel) bir "dissosiasyon" olarak değerlendirilebilir....
"Disosiyasyon", normalde bir bütün oluşturan ve bilinçli farkında olma fonksiyonunun erişebildiği algılama, duygular, anılar ve kimlik gibi mental süreçlerin; birbirinden ayrılmasıdır... Dürtüsel şiddet ; zihinsel, emosyonel ve davranışsal bir durumdur, ruhsal bir hastalığın parçası olabilir, bir kontrol bozukluğudur, kişinin davranışlarını sınırlamadaki acizliğini tanımlar. Dürtü kontrolünün bozulduğu kişilik bozuklukları ve sizofrenik spektrum bozukluklarında dürtüsel şiddet görülebilir. Algılanan bir tehditle birden ortaya çıkar...Belli bir kişiye yönelebilir ve tehdit kaynağının sembolik ya da gerçekten ortadan kaldırılması söz konusu olabilir!. Basında sık sık cinayet-intihar"cinnet" kelimesi ile tanımlanmaktadır. Aile içi şiddetin uç noktası olarak kabul edilir.
Kişiler  cinnet durumundada "varsanımlar" (halusinasyonlar) yaşayabilmektedirler. Sanrılar (hezeyan, deluzyon) yani gerçekte olmayan ama olduğuna kesin bir şekilde inanılan düşünceler içinde olabilmektedirler. Bazen de depersonalizasyon ya da derealizasyon gözlenebilmektedir( olağandışı, kendi özelliklerine uymayan davranışlar gösterme)  Şizofreni hastalarında ise kontrol edemedikleri içsel bir ses ya da dürtü onları böyle eylemlere girişmeye yönlendirebilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder