29 Nisan 2015 Çarşamba

kayıp zamanın izinde...

















İki hareket arasındaki süredir zaman... Bazen iki fotoğrafın arasında  "kayıp" olandır bazen de iki fotoğrafın arasında yaşanmışlıktan "kâr" kalandır...
Felsefe kavramı olarak ise : oluş, gelip geçiş, değişme ve süreklilik biçimi; dönüşü olmayan bir doğrultuda birbiri ardından gitmedir... 
İlerleyen saatin akrep ve yelkovanını bir araya getirip uzaklaştırır tıpkı sevdiklerimizle bize de yaptığı gibi...Oradan oraya koştururuz vaktinde olmak için işimizde,randevumuzda,  evimizde; saatlere bağlı yaşar ve saatleri kaybederiz yollarda... Ölçülebilen "nesnel zamanın" izleri  ve değişim yıllar içinde  daha net biçimde belirginleşirken bizi daha çok hissedilen "öznel-psikolojik" zaman bağlar günlük yaşamımızda...
Sevdiğimiz şeyleri yaparken,sevdiklerimizle, kendi isteğimizle bulunduğumuz yerdeyken yavaşlar akışı zamanın...Aksine "ömür törpüsü" haline gelir metazori durumlarda...Kirli bir nehir gibi akarız sokaklardan caddelere zamanla kol kola...

Zaman en değerli şeydir zira geri getirilemez...O yüzden kıymetini bilmek gerekir! Nefesini ensemizde her an hissetmesek de hayatımızı ona göre planlar, programlarız...Balığa çıktığımda, müzikle uğraştığımda "zaman mefum"u tamamen yok olur gider... Onunla birlikte kafamın içini kemiren kurtçuklar; günlük sorunlar da...
Çoğu sevdiğimiz şeyi zamansızlıktan yapamayız, ket vurur unutmak zorunda kalırız... sevmediğimiz bir işte bir de fazla mesaiye bıraktırılırız. 
Bazen saniyeler, bazen dakikalardır ihtiyaç duyduğumuz; sırf bu yüzden trenler kaçmış, yaşamlar yitirilmiş,olanlar olup bitmiştir...geriye döndürülemez... Çocukken sokakta oynamaya doymamışken evden seslenenlere " beş dakika daha" derdik...Şimdi ise işimizde gücümüzde askerde şafak sayar gibi dakikaları, saatleri ve günleri sayıyoruz ve "o beş dakika"nın özlemini çekiyoruz!    
Proust, bir sanatçı olarak görevinin, "içimizde yaşayan geçmişi" ortaya çıkarmak olduğunu söylemiş... Kafamdakiler bazen hiç bir mecrada karşılık bulamıyor... çoğu zaman içimde kalıyor ve geçmişe ait oluyor;  içimde yaşayan geçmişe... Bu günden sonra işte "o geçmişi" ortaya çıkartmak için daha fazla caba sarf edeceğim... Kayıp zamanlar diye baktığım o geçmişin kazanımlarının bilincinde olacağım...Yumağı sarmayı zaman zaman bırakabilirim ama tamamen bırakmamam!
Bergson'un dediği gibi geçmişimiz peşimizden gelir; izlediği yol boyunca topladığı şimdiyle durmadan kabaran bir yumak gibi...

22 Nisan 2015 Çarşamba

"yansıma" ya da yansımama...

"Bir" şey yapmasan da birşey oluyor... senle de sensiz de... senin etrafında ve senden uzakta da... olmaya devam ediyor... başlıyor ve bitiyor... bakakalıyorsun çoğu zaman çaresiz... olmayan olmuyor, olan da senin dualarınla olmuyor; olan olması gerektiği için oluyor..."oluş"un kaderi bu!
Bazen emeğinle, bazen tesadüflerle... çoğu zaman arkasına sığındığımız" kader" ile oluyor..  farkında olmadıkların yanı başında ve dünyanın bir ucunda olmaya devam ediyor, sonuçsuz kalıyor bazen... gelecek için korkuyorsun bu günü yaşayamadan...Zaman noktalama işaretlerini koyuyor bir bir kendi cümlelerine ... 

...bunun farkındaydı çocuk ve kendi cümlelerini kurmak için elektomanyetik  radyasyondan yeleğini çıkardı; arınmak için Cep telefonunu ve kablosuz ağları kapadı... "tükenmez" diye satılan ne zaman tükeneceğini bilemediği tek kalemini çıkardı cebinden... sonra bir de sayfaları dolup bitmek üzere olan not defterini... korkuyordu; ya kalem biterse... ya düşüncelerini kağıda mühürlemeye sayfalar yetmezse!
Önce "unutmayı" yazmayı denedi... sonra "hatırlama"yı... ama hatırlayamadı yazacaklarını... yüzünün umut dolu yarısı düşerken diğer umutsuz, somurtkan yarısının yanına " simetri" bu dedi işte! 
Yağmurun şehirlisini yazmayı denedi; "asit yağmurları" sayfaları eritti! Sessizce seslendi kendine daha önce yazılmış sayfaların arasından belki duyar diye... ama duyuramadı...
Açlığı yazmayı denedi; henüz "tok"tu! Tokluğu yazmayı denerken utandı... soğuğu yazmayı denerken ter bastı, sıcağı yazmak isterken titredi.... Dev bir "hızar"ın sesi derinden derine ismini bilmediği ağaçlarını buduyordu düşün ormanının sanki... cama çarpan dolu tanelerini anlamaya çalıştı... nisanın 23'ünü ve mevsimi... pencerenin önünde birbirlerine sokulmuş uyur gibi duran o küçük taneleri aldı eline erimeden... sonra pencereyi örterken kendi yansımasını gördü camda; artık "çocuk" değildi irkildi!
















Kimbilir ne zamandır  "o" çocuk değildi?! İçindeki çocuğu öldürdüklerine dair ihbarlar almış ama asılsızdır diye inanmamıştı... Şimdi 50'ye merdiven dayamış yansımasını alıp hiç bir şey yazamadan odadan çıktı gerisin geriye... Hayat kendi hikayelerini yazıyordu; yani bildiğimiz tüm o hikayeleri!

Zaman noktalama işaretlerini koyuyordu kendi cümlelerine... Saygı duymak lazım yazabilene; şerefine hayat... Biraz zamansız oldu ama "zaman" bu kadeh de senin şerfine!

10 Nisan 2015 Cuma

Denge-Düzen-3-

Şu günlerde Adalet ve Hukuk sistemini ve "İlahi Adalet"in varlığını sorgularken kendimizi "İlahi Komedya"nın sayfaları arasında mı buluyoruz? Aslında komedya denince illaki gülmek gerekmiyor! Özellikle hepsinden çıkartılacak dersler var... İnsan karakterinin gülünç ve eksik yanlarını anlatan komedya türüne "karakter komedyası", toplumun gülünçlüklerini anlatanlara "töre komedyası", olayların merak uyandıracak şekilde işlendiği eserlere "entrika komedyası" adı veriliyor... Biz de hepsi bir arada "traji komik" vaziyette! Yuttuğu sineği öldürmek için zehir içenden tutun da "atla, atla" tezahüratına uyup çatıdan atlayanlar mı istersiniz, düğünde istek şarkısı yüzünden çıkan tartışmada 22 yaralı mı istersiniz, halay kavgasından 1 ölü mü..."Bonzai"den tutuklanan "Uyuşturucu ile mücadele derneği" başkanı mı...Hepsi bizi anlatıyor... Dengemizi nasıl kaybettiğimizi, "ağlanacak halimiz" den"güler hale"gelecek kadar cozuttuğumuzu... 

"İlahi Komedya", Dante'nin 14yy.de yazdığı ve asıl adı "Commedia" olan bir eserdir... Daha sonraları Boccaccio başına "ilahi" eklentisini getirmiş(Divina Commedia).
Eser yaşam sonrası kurgusal bir seyahati içeren Hristiyanlıkla ilgili bir çalışmadır. Cehennem, Araf ve Cennette geçen  seyahat ile ilgili bu epik şiirde Dante cehennemi- "İnferno" bölümünde politik bir tabiatta tasvir eder-Siyasi hasımları ve bazı papaları ve bazı dostlarını da bu ortamda tasvir eder... Şu an Türkiyem de buna benzer bir görünümde...Dante’nin tasarladığı Cehennem, dibine doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur, iç içe geçmiş dokuz daireden  oluşur. Merkeze doğru günahları daha fazla olanların cezaları da ağırlaşır...Küfür ve yalancılığa sapanlar ve en iç kısımda buzun içine hapsolmuş "şeytan" vardır.(  Ateşte yanmak yerine Ortaçağ'da buzun içinde acı çekme daha sık kullanılmaktadır). Cezayı veren Tanrı değildir; insanlar bu cezaları yeryüzünde sürdükleri yaşamla kendileri belirlemiştir...
Dante, cenneti ise sürekli bir devinimin, büyük bir hızın, insan gözünün algılamakta zorlandığı bir ışığın egemen olduğu bir yer olarak tasvir eder...Cehennem’de, Araf’ta çeşitli zorluklarla karşılaşan Dante, Cennet’te de inanç, umut, sevgi konusunda birer sınavdan geçer... Gezinin sonu yaklaştıkça, sözcükler de bellek de görülenleri aktarmaya kifayetsiz kalır:

Çünkü isteğine yaklaştıkça akıl yetimiz,
öyle derinlere dalar ki,
izleyemez olur onu belleğimiz

Cennete yolculuk, doğum anına doğru bir dönüştür aynı zamanda...

Bu kavramlara değişik dinlerde anlam yükleme işi tüm insanlığın ister istemez böyle bir beklenti içine girmesine neden olmuş!Biz dünyamıza geri dönüp son duruma göz atalım! 

Adalet eşitlik değildir!
Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanmasıdır adalet... Haklarını kullanabildiğin ve Hukuka güvenerek yaşayabildiğin sürece bir çok kişi ile aynı haklara ve eşitliğe sahip olabilirsin... Tabi "teori" ve "pratik" arasında farklılıklar olabiliyor! Toplumun farklı kesimleri arasındaki gelir düzeyi ve hayat standartları farklılıklarından tutun da, hak ettiğimizi düşündüğümüz ama karşılığını (bir küçük övgü bile)alamadığımızda, aldatıldığımızda(hem birey olarak bir başkası tarafından hem de toplumca sürüleri tarafından...), kaybedilen bir maçtan tutunda karartılan geleceğimize kadar bir çok zamanda ve alanda "ilahi adalet"i arar bir gün de mutlak tecelli edeceğini ümit ederiz....


2010 yılında tez çalışmam için düzenlediğimiz çizim! 

İnsan hayatı bir yolculuktur..."Kahramanın yolculuğu"... Ama bu yolculuğun kazandırdıkları kaybettirdikleri ile sonunda varacağı nokta "ölüm"dür... Çünkü faniyiz her birimiz! Ama insan olarak güzel ve mutlu; hakettiğimiz gibi yaşamaktır hayalimiz... "İnsanlar iyi şeylere layiktir".... Ama "insan görünümlü bazıları" dışında!

Cennet ve Cehennem hatta Araf var mı bilemem! Bildiğim bir şey varsa o da bu dünyanın hepsini içinde barındırdığı... 
Biz dünyayı; Cennetimizi yeterince koruyamadık... Dünyamız cennetten cehenneme benzer bir görünüme bürünmenin, iklimler değişmenin, kaynaklar tükenmenin, insanlık "medeniyet" denen  gelişimin getirdiği tüketim ile tükenmenin eşiğinde... Daha ne kadar dayanır tüm bunlara yaşlı dünyamız bilemem!Dengeleri bozan "biz"iz! Dolayısı ile tüm bunların sonucunda dengesi bozulan da biz olacağız! 



1995 yazında Akkuyu Nükleer Santrali protestosunda el ele insan zinciri oluşturmuştuk...Mücadele etmiştik... Bu güne kadar kurdurmadık, kurdurmayacağız...


Şehrin, Şehirlerin her yerinde milyon dolarlar harcanarak yürütülen bir kampanya var! Şimdi temeli atılsa 7 yıl sonra faliyete geçecek "Akkuyu Nükleer Santrali"nin   Rus­ya ta­ra­fın­dan Mer­si­n’­e yaptırılması planlanıyor... 
Reklam filmini yorumlamak istemiyorum... İnanmak isteyene rengarenk,gülen çocuk yüzleriyle  bu afiş yeterli...

"Yarın radyoaktif olacağına bugün aktif ol!"