"İki tür sessizlik vardır. Sözün sessizliği ve sesin sessizliği... ikincisi bizi çok daha derinden etkiler"
Jean Baudrillard
Sözün sessizliği, sözün bittiği yerde ortaya çıkar... kelimelerin yetersiz kaldığı durumlarda... ya da zaten durum, duruş, bir yüz ifadesi, bir görünüm anlatıyordur her şeyi... sessizlik olayın dramatikliğini her zaman vermeye ve güçlendirmeye hazırdır. Çaresizlik içinde susarız, söylemek istediğimiz o kadar çok şey varken... susarız ukalalık etmemek, pot kırmamak adına... susarız deneyimsiz olduğumuz durumlarda "şimdi ne söylenebilir"diye kendimizi çekip...çekiniriz ondan bundan... bazı durumlarda susmak kabullenmek midir yoksa tartışmadan kaçmak mıdır? Saygıdan mıdır susmak, sessiz kalmak?
Cehaletten midir, korkudan mı? Yoksa susmak gerçek cevap mıdır?
Her durumda farklı örnekleriyle karşılaştığımız gibi biz de bu suskunluğu katılırız zaman zaman...
"Sus Gönlüm..
Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin
Hayırlısının olacağına İnanarak sus..
Her Susuşun bir Cevap Olsun..
Her Susuşun Sabrın Olsun..
Her Susuşun ”Dua”n Olsun..”
Hz. Mevlana güzel söylemiş; söylemiş de tevekkül içinde kaybolup giderken bazı gönüller bazıları da bundan istifade edip at koşturmasın dilediğince!
17 Mayıs 2013 Cuma- "farazi işler, afazi ve suskunluk sarmalı" adlı yazımdan yine alıntı yapıyorum ...
Afazi, beyindeki konuşma merkezlerinde meydana gelen bir hasar sonucunda konuşma, konuşulanı anlama, adlandırma, tekrarlama, okuma veya yazma gibi becerilerin kısmen ya da tamamen kaybıdır.Elisabeth Noelle Neuman, "insanlara görüşlerini savunmakta kullanacakları sözleri, argümanları medya veriyor" diyor...
İnsanlar kendi bakış açılarına uygun, düzenli bir biçimde tekrarlanan ifadelerle karşılaşmayınca dilsizleşirler...Kelime dağırcığı medyaya bağlı olarak fakirleşir, klişe ve stereotip kullanımı gitgide tembelliğe alıştırıyor, alternatif düşünme yeteneği körelir...ve korku girer bir de işin içine...
Çağdaş toplumların bireylerini yalnızlık korkusu yönlendirir... Başkalarıyla ilişki yokluğu, görüşlerin çeşitliliğinden habersizliğe ve egemen olarak algılanana bağımlılığa götürüyor; medya bunu sonuna kadar kullanıyor...-Arada bir bazı konularda!- getirilen "Yasaklar" toplumu daha da bilgisiz ve bilinçsiz hale getiriyor!
Bilmemek en iyisi;bilirsen, görüp duyarsan ya da okursan düşünürsün , düşünürsen uyanırsın, uyanınca bir görüşün olur ve sorgularsın...
Gündemi belirleyen medyanın "alımlayan kitle"ye ne hakkında nasıl düşüneceklerini bildirmesi ve düşünce sınırlarını çizmesine izin vermeyin ama dünyadan-olup bitenden de uzak kalmayın!
"Suskunluk Sarmalı", Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen bir siyaset bilimi ve kitle iletişim teorisidir.
Bir kişinin-grubun savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun (okulda, sınıfta, fabrikada, soyunma odasında, orduda, yemekhanede, belediye otobüsünde-metroda, akraba ziyaretinde, hastane koridorunda vs.) "genel-geçer" kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer.
Kişi fikrinin (veya kendi fikrine yakın görüşlerin) toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezerse, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlar!
Kendi görüşlerinin toplum nezdinde "kabul görmeyeceğini" bilen ama ve fakat kaybedecek bir şeyleri olmadığına inanarak veya inanmayarak, bir şeyleri değiştirebileceği inancını canlı tutanları da sayarsak "sarmalın" içinden sıyrılmayı başarır... her zaman azınlıkta kalacağının farkında olarak görüşlerinden taviz vermeyen kişi ya da grupların varlığı işte bazıları tarafından arzulanan bu sessizliği-suskunluğu bozar!
Facebook ve Twitter da mahkeme kararı ile ilgili kapatma gerçekleşip; erişimlerin engellenmesinden ve herkesin kendi suskunluk sarmallarına dönmesinden önce bir şeyler yazayım istedim... umarım birilerine ulaşır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder