"Başı öne eğilmiş mutsuz ve umutsuz insanların yukarıya;çocukken sıkça yaptığımız gibi göğe bakması dileğiyle!"
demiştim başka bir yazımda
...
"küçükken saatlerce onları seyre dalar, zamanı unuturduk... yumuşak çizgiler daha çok hayvan figürlerini çağrıştırır; kedi,köpek,koyunlar, balinalar derken bazende tunçtan insan heykellerine, komik suratlara benzerler... sürekli canlı ve değişkendir onlarla manzara...
Onlar da yaşar,ölür ve yeniden yeniden doğarlar... dağların başına taç olur, vadilerden rüzgarla nehir gibi akarlar...masallarda "küçük beyaz bulut", "yalnız bulut","sevdalı bulut" gibi isimlerle karşımıza çıkarlar... Amerikan Kızılderili isimleri gibi" diye devam etmiştim yazmaya...
"Her geçen gün biraz daha silikleşen insan yüzlerini bulutlara benzetiyorum; ufacık bir rüzgarla durmadan değişen, tam bir şeye benzetip birilerine göstermek isterken birden dağılan bulutlara… Bulutlar hiçbir yere ait değildir, görüş alanımız içindeki gökyüzüne bile… İçine gökyüzünü de alan bir fotoğraf çek; oraya ve o zamana ait olurlar! O anın içinde dondurulmuş, o çerçevenin içine hapsedilmiş... bulutlar hiçbir göğe ait değildir. Sen bulutlara bakarsın bulutlar sana… Sonra seni bırakıp, unutup giderler orada... Gökyüzü senin için iki gözün açıkken baktığın aralık kadardır; bulutlar içinse kat edilecek daha çok yol vardır"...(20 aralık 2011 "Farkında olmak" adlı yazımdan...)
Şimdi ancak o zamanlarda çektiğim bulut fotoğraflarına bakıyorum! Sürekli bir koşuşturma içinde yapmam gereken o kadar çok şeyi içeride; masa başında gerçekleştirirken dışarıda bulunduğum kısıtlı saatlerde kafamı kaldırıp göğe bile bakamıyorum...Eskiden mutlu bir "bulut fotoğrafçısı"ydım...Şimdi artık göğe bakamaz oldum...
Eski paylaşımlardan sonra "bulut" ve "fotoğraf"tan bahsettiğimize göre tarihte biraz daha geriye giderek başkla bir yolculuk yapalım...Yıl 1839..."Paris Bilimler Akademisi"nde, 7 ocak da, Fransız
bilim adamı Luis François Arago, fotoğrafın icadını resmi olarak açıklıyor... diğer yanda Paul Delarouche fotoğrafın icadı ile “ bugünden itibaren resim ölmüştür” hükmünü
veriyor... Şurası bir gerçek ki Fotograf, güzel sanatlar için büyük bir adımdı ve modern çağın bir
parçası olacaktı...Ama durum biraz değişikti!"Daguerreotype" adı verilen fotoğraf tekniğinin görüntüyü
sadece bir kez oluşturulabilme; yani tek ve “biricik” olma özelliği varken Henry Fox Talbot’un negatifi keşfetmesi ile fotoğrafın birden çok üretilmesi söz
konusu oluyordu... Bu gelişme ile artık fotoğraf güzel sanatların tekil ürünlerinden
farklı olarak, mekanik üretimin konusu olacaktı… Fotoğrafın mekanik olarak
doğayı kopyalamasının yanı sıra yine
mekanik olarak "yeniden üretimi", teknolojik bir keşif olan fotoğrafın sanattan
daha çok sanayinin bir parçası olması sürecini pekiştirmekteydi... Yeniden üretim
ile sanat yapıtı evlerimize kadar girecek ama sergilenmiş orjinalin aurası da yitecekti... Fotoğraf ve sinema bu sürecin içerisinde yer almaktaydı... Sinema, ses ve
görüntüyü birleştirerek gerçekliği yeniden üretirken, fotoğraf da kendini
özellikle yazılı basında gerçekliği çoğaltarak varlık buluyordu… Ama “fotoğraf" ile Paul Delarouche'un “ bugünden itibaren resim ölmüştür” hükmü gerçekleşmemiş ve resim sanatı yok olmamıştır! Van Gogh ve Ayvazovski'ye bakın ve görün çizdikleri bulutlarla birlikte!
Buradan bir iki farklı çıkarıma varabiliriz: İlk çağlardan bugüne insanlar gerçekliği her zaman farklı
şekilde algılamıştır; çünkü gerçek sürekli olarak değişir. Fotoğraf gerçekliği en
hızlı alımlayan bir sanattır ama o da
yaşadığımız sistemde ve gerçeklik düzleminde bunu bütünüyle başaramaz! Üretim
ilişkilerinin değişmesiyle beraber insanların gerçekliği algılayışı da
değişmiştir... Kapitalizm gerçekliği neredeyse ortadan kaldırmış, insanları kitle
kültürünün içine sokmuş, istemediğini sistemin dışına atmıştır… Tüketim gerçeğin
yerini alırken yapay mutluluklar yaratılmıştır.
Bu sistemde mutlu olmak için
gerçeğin farkında olmamak gerekir…
Hamlet -Şu buluta bak deveye benzemiyor mu biraz?
Polonius -Vay canına, tıpkı deve gerçekten...
Hamlet-Bence sansara benziyor.
Polonius-Evet,sırtı sansar sırtı.
Hamlet-Yoksa balina mı?
Polonius-Çok benziyor balinaya…
W. Shakespeare
Bu konuşmalarda Polonius’un tarzını dalkavuk olarak
değerlendirebiliriz. Ancak bu konuşma bir gerçekliği barındırır. Yaşamda her
şey değişir. Yeryüzünün en hareketli ve en değişken yapılardan birisi olan
bulutlar ise sürekli şekil ve yer değiştirir. Hamlet’in deveye benzettiği
bulut, sansara daha sonra da balinaya dönüşebilir… Tıpkı bizimle birlikte değişen, dönüşen dünyamız
gibi…