Tek renk değildim... hem renk, hem sesten koca bir duvardım... bazen bükümlüydü dilim, bazen çatallı, akıcı derken yarım yamalak ağızlara sarardı hecelerim, kekelerdim korkudan, ama şarkı söylemeye başlayınca çözülürdü... çözülürdüm, dizlerimin bağı gibi, usulca bir kuytuda ağlarken...hem yoktum hem vardım; hem çok hem de azdım... bir yandan fısıldarken diğer yandan bağıran düşüncelerimle... "neme lazım" desem de, "otur yerli yerinde şükret; karışma etliye sütlüye"; pratikte olmadı, olamadı... durumlar ve duruşlar dedim durdum ama duruşum da eylemdi...bir yandan korkuların kucağında vakitsiz alı konan, yasaklanan, yedi kat sarılıp muska yapılanlarla eşdeğer bildiklerim, öğretilenler, öğrendiklerim, kaybettiklerim; kutsal ve din dışı, totem ve tabu...yine yalnız başımayken gülümsediğim; sadece benim bildiğim ne varsa... hiç saklamadım. Ne bir ağacın kovuğuna, ne yastığın altına, ne kilitli çekmeceler içinde günlüklere. Sırlarım aynanınkiler gibi kolay dökülmezdi sadece, ayna gibi kırılmasam da lanetli olan bendim galiba!
Yalnız değildim ama yanımda kimse yoktu...tek renk değildim, rengarenktim ve bir o kadar da ahenkliydim aslında; çünkü bana soracak olursanız o dönem bir şairdim. "Sen de mi şair oldun?!" dedi babam ve hem bana hem kendine küfür etti; "eşşoğlueşşek"... olsun hiç gocunmadım, devam etmek için kararlıydım inatçıydım tam bir keçi gibi; "günah keçisi" yapılsam da, çarmıha gerilsem de, çelmelensem, aza indirgensem, dizginlensem de...tüm heveslerim budandı, tüm sevdiklerim kutsanırken, lanetlenmiş memleketin tüm kaleleri zaptedilmiş, tersanelerine girilmişti...
"onlar ki asit yağmurlarıyla kutsandılar"!
Gerçek hakikatin çocuğuydu hem de tükürüklü ağızlardan taşan "orospunun çocuğu"ydu yaftalanan benim gibi..ve babasını hiç bilmeyen bir piçti... hiçti !
Bir gün bir kitap buldum sahaflarda; hiç kitap okumamış babamın kitabı! İlk baskının son kitabı üzerinde fotoğrafı vardı(ne alaka)...önce rüya sandım. Baktım kesintisiz devam ediyor hikaye; yaşadım! Hiç bir şey ifade etmedi zira yıllarca varlığını bilip yüzünü doğru dürüst hiç görememiştim. Suyun üzerinde birlikte taş sektirmemiştim. Gece horultusunu duyardım...Sabahları kapının önünde okula giderken gitgide şişen içki göbeği yüzünden ayakkabılarını anneme bağlatırken hatırlıyorum onu... Kitabın kapağı maviydi hem de kırmızı horoz ibiği gibiydi kırmızısı ama mavisini tarif edemem çünkü benim değildi... o kitabı almak abesle iştigal etmekti belki ama aldım. Şimdi başucu kitabı yaptım! İçinden tek bir sayfa okudum. Zaten içinde bir sayfa vardı!
Hem kurban hem sunak olmak işte böyle bir şeydi sanırım ama kahin değildim...Baba ya da "dada" eklektik ve şizofrenik, frengili...ayağımın altına basan ve düşen "muz"du tastamam. Na mütenahi, şuursuz ve fütursuz ikiz elli, her birinde birden fazla tokat tomurcuklanmış!
Anneme üzülürdüm ama yıllarca kerevizi patates diye yedirdiğini hatırladıkça...(susuyorum) sorduğum sorulara hiç tatmin edici cevaplar alamamışım...uyutmak için yıllarca dizinde sallaya sallaya sulandırdığı beynimi kurutmaya çalışıyorum, kötü alışkanlıklarımdan kurtulmaya...onu da hiç affetmedim galiba!. Sinestetik bir estetik anlayışı içinde debelendim durdum hem renkleri savurdum hem de kendim savruldum notalarla...ölsem de gam yemem sesleri gördüm ya sonunda.
Şeker kamışı tarlalarından yürüyorum belki kekremsi tatlardan sonra buruş buruş olan dilim, damağım, ağzım tatlanır diye... Sözcüklerime yansır belki ardından...
Kırmızı üzerine beyaz, beyaz üresine kırmızı puantiyeli mantarlardan şemsiyeler zamansız bir geçit töreninde...bu da bir rüya olsa gerek diyorum ama pek de emin değilim!
Zamanın geri döndürülemez akışı içinde kırışan çarşaflar gibiyiz; ters yüz edilmiş bir yastık kılıfı içinde yuva yapmış "hamster"larız şu dünyanın büyüklüğünü düşününce. Bazı durumlar sonsuza kadar böylece ya da öylece sürme niyetindeyken boşluğu da boş yere işgal ediyor gibi...tıpkı bazı düşüncelerin zihnimize yaptığı gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder