27 Şubat 2015 Cuma

"Basınca karşı"


Bir yüzey üzerine etkide bulunan dik  kuvvetin, birim alana düşen miktarıdır "basınç"... Bir kişinin 80 ile 100 arasında bir G kuvvetine, yani "yerçekimi" kuvvetinin 80 ila 100 katına maruz kalması beyin sarsıntısı geçirmesine yetecek bir miktarken mecazen bu basıncın çok daha fazlasına maruz kaldığımızı söylemek yanlış olmaz bugünkü şartlarda... Yüksek seviyelere ulaştığında G kuvvetlerinin etkileri yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

Bu sabah Cevizlibağ'ın o derin grisinde ofise ulaşıp başka bir grilikte kaybolmadan önce bir kuş sesi kafamı yukarı kaldırmama neden oldu; daha doğrusu sağladı! O ses bir "Alaca Ağaçkakan"a aitti ... Tek tük kalmış ağaçlardan biri; bir kavağın üstünde dişe dokunur bir şeyler bulmak için vakit geçiriyordu... Yiyecek bulduğunun göstergesi bir ötüşün ardından gagalama işlemine seri biçimde devam etti...fotoğraf makinemi almadığım için biraz da küfür ederek kenara, yan açıya geçip biraz seyrettim...Sonra uçtu gitti; çölde bir serap gibi bir anda kayboldu... Bu günlük mesajı almıştım!
Mesaj neydi peki? 
Her nerede ve nasıl;hangi şartlarda bulunuyor ve yaşıyorsan illaki bir basınca maruz kalacaksın! Doğuştan şok emici bir fiziksel donanımın yok ama BU HAYATI KATLANILABİLİR KILACAK,BASINCA KARŞI DURMAN İÇİN, BASINCI  AZALTACAK, DENGELEYECEK KÜÇÜK ŞEYLERİ FARKETMEN İÇİN BÜYÜK RESMİN İÇİNDEKİ DETAYLARA BAKMAK GEREKİYOR! 
Büyük resim çirkin gelebilir ama içinde küçük muhteşem detaylar var!
Bugün bir ağaçkakan, yarın bir martı, öbür gün bir kedi, daha sonraki gün yaşlı, tatlı sert bir teyze, nereden geldiği belli olmadan seninle bir yerlerde sohbet etmek isteyen tonton bir dede, gözleri pırıl pırıl parlayan ayakları çıplak bir çocuk...   
Bir ağaçkakan ağacı her gagalayışında 1.200’ü bulan bir G kuvvetine maruz kalıyormuş... Ağaçkakanın kafasının şok emici yapısını oluşturan dört kısıma bakacak olursak bu şoku nasıl tolere ettiğini anlayabiliriz...Sert olmasına rağmen esnek bir gaga,kafatasını çevreleyen, kemik ve elastik dokudan oluşan dil kemiği(dilin kemiği varmış!), kafatasının ortasındaki süngerimsi kemik ve beyin-omurilik sıvısının bulunduğu, kafatasıyla beyin arasında normalden küçük olan boşluk...


Bazı ağaçkakan türleri ağacı saniyede 22 kez gagalayabiliyormuş... Bravo!

23 Şubat 2015 Pazartesi

"Eşme", eşeleme toz olur!



Tamamen çağrışım üzerine...Suriye Eşmesi...

Önceki gece operasyonu ve "Eşme" çağrışımla bana Cem Karaca'nın "Peynir Gemisi" şarkısını anımsattı... "Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur"... biraz geriye gittim; Yıl 1987... Darbeci ile darbe mahsulü birlikteliği yaşanıyor; "asmayalım da besleyelim mi-netekim" ci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, "benim memurum işini bilir","ben zengini severim" diyen Başbakan Turgut Özal...Çivisi çıkmaya başlayan Türkiyem...Türk Vatandaşlığı' ndan çıkartılan şarkıcı Cem Karaca, Türkiye'ye dönüyor...Özal döneminde yolsuzluk, rüşvet artmış, PKK Özal'dan güçle almış başını yürüyor... Cem Karaca da yeni albümde inceden bazı konulara "dokunduruyor"!


Peynir Gemisi

Laf ile peynir gemisi yürür mü a canım yürür mü?
Öküz altında buzağı büyür mü a canım büyür mü?
Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur

Gelen ağam giden paşam, ver şu inegi bende sağam
Alan razı satan razı, yok mu eden doğru kelam?
Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur

Ne sihirdir ne keramet, el çabuklugu marifet
Sabrın sonu da selamet, doğdun sabret ölürsün sabret
Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur

Bağdattan geri dönermiş yapılırsa yanlış hesap
Bağdat'ı bilmem, çarşıya uymuyor evdeki hesap
Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur

Suya gider susuz gelir, bankalardan faiz gelir
Bu değirmenlerin suyu, nerden akar nerden gelir?
Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur

Karaca'm olma avanak, çuvala sığıyor mızrak
Dön önüne haline bak, bir mum al da derdine yak
Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur 

Günümüze dönersek;GEÇMİŞTEN DERS ALINMADIĞINI, BİR SÜRÜ "DÜZEN"İN O GÜNLERDEN GÜNÜMÜZE UZANDIĞINI, KATLANARAK ARTTIĞINI, DALLANARAK BUDAKLANDIĞINI VE YENİ İÇ GÜVENLİK PAKETİYLE DE TÜM BU GERÇEKLERİ DİLE GETİRMENİN(DEŞMENİN-DEŞELEMENİN)İMKAZSIZLAŞACAĞINI GÖREBİLİYORUZ!
Yurt dışındaki tek vatan toprağı Süleyman Şah Türbesi boşaltıldı ama sen sus... Her şeyin planı, hazırlığı  çok önceden yapılmış... bilmediğimiz ilişkiler, anlaşmalar, gizli saklı ittifaklar, küçük-büyük tüm hesaplar... sonrasında bize bakmak, bakakalmak kalıyor. Bu hesapları anlamaya, anlamlandırmaya çalışma! Eşme eşeleme toz olur, deşme deşeleme söz olur!

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
*Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması: Süleyman Şah Saygı Karakolu’ndaki manevi değeri yüksek ecdat yadigârı emanetlerin Suriye’de ortaya çıkan güvenlik sorunları ve askeri zaruretler nedeniyle, Türkiye’nin hakları saklı kalmak üzere geçici olarak yine Suriye topraklarında bulunan Suriye Eşmesi köyüne taşınmak üzere Türkiye’ye getirildiği belirtildi...
------------------------------------------------------------

*"Eşme" Köyü,  hukuki olarak Suriye topraklarında ancak mevcut urumdan dolayı PYD kontrolü altına alınan bir bölge konumunda...Önceki gece ise TSK’nın operasyonuyla Tahliye edilen Süleyman Şah Türbesi, geçici olarak Suriye toprakları içerisinde bulunan "Eşme" bölgesi’nde olacakmış... 

Suriye ile Türkiye arasında problem olan mezar Osmanlının İmparatorluğunun temelini atan Kayı boyunu Anadolu'ya getiren Süleyman Şah'ın mezarıdır. Süleyman Şah, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu ve Osman Gazi'nin dedesi, Ertuğrul Gazi’nin babasıdır ve Kayı Boyu beylerinden birkaç kişi ile Caber’e giderken Fırat Nehri’nde boğularak ölmüştür... 

20 Şubat 2015 Cuma

"Mağara alegorisi"



..."İnsanları, ışığa açılan uzun bir girişi olan, yeraltı mağarası gibi bir yerdelermiş gibi düşün. Çocukluklarından beri oradalar, kıpırdamasınlar diye ayakları ve boyunları zincire vurulmuş, zincirleri yüzünden etraflarına bakmak için başlarını bile döndüremiyorlar ve sadece önlerini görebiliyorlar."...
Platon- "Devlet"

Mahkum edildikleri o mağaradaki insanları  "günümüz Türkiyesi" ndeki dar bir görüş içine mahkum edilen, at gözlüğü taktırılan,  yıllardır uyutulan, masallarla avutulan, gözleri boyanan ve beyni yıkanan kitleler olarak düşünebiliriz...hatta net biçimde de düşünmeliyiz! Asıl sorun bu kadar yıldır doğru diye kabul ettikleri yanlışları onlara göstermenin ve gerçekleri kabul ettirmenin zorluğu! Ama imkansız değil!

Ülkemde  gelecekleri, ışıkları çalınarak karanlığa mahkum edilenleri düşününce bu alegori geliyor akla... Diğer yandan boş yere aydınlatılan "Kaçak Saray" da müsrifçe harcanan elektriğin karşılığı 1.140.567 lira bizlerden çalınıyor...

 











"Mağara alegorisi"nde  mağara içinde sadece önlerini görebilen insanlar nesnelerin gerçek doğasını bilmeden suretlerini görerek, sadece gölgelerden haberdar olarak yaşamak zorunda kalmışlardır... Bu insanlar dünya üzerindeki cahil ve kolay manipüle edilebilen kitleleri temsil eder. Mağaradan kurtulmayı başaran filozof ise nesnelerin gerçek doğasını bilen, değişmez gerçekleri kavrayabilen kişidir.
İlk başta mağaradan dışarı, güneşe çıkan kişinin parlak ışıktan gözleri kamaşır... ve gördüğü fiziki nesnelerden sonra kafası karışır...ama gözleri alışıp ışığın-aydınlığın altında her şeyi açık seçik ve net biçimde görüp kavramaya başlar.

Artık o mağaradan çıkma zamanı... ya da içeridekileri çıkartma zamanı! içeridekiler kendi inisiyatiflerini kullanabilecek durumda değiller; çünkü ebedi karanlığa mahkum edildiklerinin farkına varamayacak kadar mahkumlar ve gerçekleri göremeyecek kadar algıları bozulmuş...yeni olan her şeyden korkan, kaçan ve kötüleyen haldeler...sağlıklı düşünemiyorlar; çünkü sürekli etki altıda işleniyorlar, beyinleri yıkanıyor türlü saçmalıklarla... üç kuruşluk kömüre, elektriği olmayan köyde dağıtılan çamaşır makinesine, makarnaya, market alışveriş çekine ve benzeri maddi yardımlara tamah ettiler, hala ediyorlar; çünkü açlar ya da aç gözlüler!

Şu an "gıda maddeleri fiyat artışı"nda dünya dördüncüsü olmayı başardık! Biraz daha beklenirse kim bilir ne birincilikler gelecek!


Alegori devam ediyor; bu kadar karanlık düşünceler saçan ve insanları karanlık bir geleceğe mahkum eden bir partinin isminin "AK" ve sembolünün  bir ampul olması...

İnsanları ayırmayı hiç sevmesem de şu an bunu yapmak istiyorum! % 50 diye bizi ayıranlar bizim geleceğimizi ve ülkemin geleceğini bu ve benzeri şekilde etkileyemeyecekler!

Son olarak  bu insanların varabileceği son noktayı- bugünlerde üzücü örneklerini yaşadığımız gibi- görüyoruz... İlkel yanların, dürtülerin tam da mağarada yaşayan insan örneğine uygun biçimde cahilce,vahşice, şiddetle yüklü biçimde dışa vurumunu görüyoruz...
















Nurlar içinde yatın! Hiç kuşku olmasın o "nur" lar tüm ülkemi yıkayacak ve gelecek aydınlanacak!

12 Şubat 2015 Perşembe

BÜYÜK İNSANLIK
















BÜYÜK İNSANLIK

Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
                                        tirende üçüncü mevki
                                        şosede yayan
                                        büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
                                        yirmisinde evlenir
                                        kırkında ölür
                                        büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
                                        pirinç de öyle
                                        şeker de öyle
                                        kumaş da öyle
                                        kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
                                        sokağında fener
                                        penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
                                        umutsuz yaşanmıyor.


NAZIM HİKMET -7 Ekim, Taşkent, 1958
...

600 LİRA MAAŞA MECBUR OLAN 22 MİLYON KİŞİ
YOKSULLUK SINIRINDA 29 MİLYON KİŞİ
ÇIĞ GİBİ  BÜYÜYEN İŞSİZLİK
HEPİMİZİ SARAN
YARIN KORKUSU...
TEK ADAMLI YASAMA-YÜRÜTME-YARGI
YIKILAN DEĞERLER
YOK OLAN DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER
SATILAN  SÖMÜRÜLEN ÜLKEM
SATIN ALINAN OYLAR, KİMLİKLER
ÜSTÜ ÖRTÜLEN YOLSUZLUKLAR
KARARTILAN DELİLLER
 ...
ÇOĞUMUZUN GÖRDÜĞÜ, BİLDİĞİ GERÇEKLER...
AMA UMUDU VAR BÜYÜK İNSANLIĞIN
UMUTSUZ YAŞANMIYOR!







11 Şubat 2015 Çarşamba

gerçekler, çelişki ya da paradoks

"Çelişki":Söylenilen sözlerin, yapılan davranışların birbirini tutmaması, tenakuz, paradoks...(TDK Sözlük)
Paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasıdır. Paradoks teriminin karşılığı olarak  Türkçe'de "yanıltmaç", "çatışkı" ve "çelişki" sözcükleri kullanılmaktadır.
Çelişki,mantıksal bir hata bulunmadığı halde aynı önermenin birbiriyle zıt en az iki sonucu bulunması durumudur. 
“Bu cümle yanlıştır” cümlesi bilinen"paradoks" örneklerindendir.  
Önerme olarak doğru olan cümle aslında “bu cümle yanlıştır" diyerek bir yanlışlığı gösterir; hem doğruyu hem de yanlışı aynı anda belirtir...
Aşağıdaki iki cümleden ilki alttaki cümlenin yanlışlığını,alttaki ise üstekinin doğruluğunu işaret ederken bir "çelişki" oluşturur.

              Aşağıdaki cümle yanlıştır. 
              Yukarıdaki cümle doğrudur.

insanın, dış dünya hakkındaki şeyleri algılayabilmesi ve onlar hakkında yargıda bulunabilmesi doğal olandır. Bu "biliş"i getirir.
Fakat bu algılama ve bilişin sağlıklı olamama durumu da var!žGörüntüler anlamlı yüzeylerdir. Bir çok hallerde dışarıda olan bir şeyi gösterirler. Görüntüleri dondurulmuş olaylar olarak görmek yanlıştır; görüntüler olayların durumlara çevrilmesidir.
Görüntüler, insan ve dünyası arasındaki dolayımlardır("mediators"-arabulucu, uzlaştırıcılardır). Görüntülerin anlamı onların yüzeylerinde yatmaktadır; İlk bakışta algılanabilir... Ancak bu aşamada ele geçirilen anlam yüzeyseldir. Eğer söz konusu anlamın derinliklerine inmek istiyorsak, bakışımızı görüntü yüzeyinde gezdirmemiz ve soyutlanmış boyuttan tekrar bir araya getirmemiz gerekecektir ama gerçeğe görüntü yüzeyinde bakışını gezdirmek ile de ulaşamayabiliyor insan!

Yukarıdaki fotoğraf ile ilgili bir çok önermede bulunabilirim ama bir tanesi doğru: otomobil "Yedikule Surları" önünde 2 yıldır park etmiş, terk edilmiş durumdayken zamanla dış etkilere maruz kaldı... bu etkilerden biri bir akşam gençlerin taş atarak camlarını kırmasıydı. İlk bakışta herkes tarafından ulaşılacak anlam camın taş tarafından kırıldığıdır. Ama taş kendi başına oraya ulaşıp camı kıramaz... taşın da biri tarafından atılması gerekir- fotoğrafta bu bilgi yoktur.Biri kalkıp bunun altına istediği önermeyi doğruymuş gibi yazıp bize öyle olduğunu düşündürebilir, kabul ettirebilir!
Başka bir önerme: "Kadraj"ın dışına çıkabilsek ve daha yukarılarını görebilsek belkide binanın mermer kaplamasından düşen bir parçanın işidir diye yeni bir sav ortaya atabilecektik... Ama buna gerek kalmadı; kafanızı boş yere yormamanız için ben size anlattım! Tıpkı gördüklerimizin ötesinde yazılanlara inanma eğilimimize bağlı gazetelerde resim(fotoğraf)altı yazıların yaptığı gibi!İster inanın ister inanmayın. Benim anlattıklarım ile gerçekler arasında bir çelişki olabilir; nereden bileceksiniz?

insanlar davranışlarına ve düşüncelerine  inançlar, tutumlar ve gereksinimlerine göre yön verirken tüm bunlar kişiliğimize yansır... Daha sonradan yeni eklenen veriler bizim "doğru" diye bilip kabul ettiklerimizle çatışırsa ortaya "biliş-sel çelişki" çıkar...


Bazıları  duyduklarına, okuduklarına körü körüne inanmak istemez...gözleriyle şahitlik ettiğinde ancak tam olarak gerçekliği ve doğruluğuna inanır ama her görünen ve her okunan gerçek gibi görünse de hakikat farklıdır! İnanır ve kaydederiz...bazen de inandığımız için "kazanabilir" ya da "kaybederiz"!



İnandığımız ya da inanmak istediğimiz şeyin yanlış olmasını istemeyiz; bu yüzden bazı durumlarda gerçeklerle yüzleşmek yerine aksini ispat edebilecek olanlardan kaçmayı tercih ettiğimiz de olur...Öğrendiğimiz yeni bilgi, ya da görüşümüzü tehdit eden karşı görüş "yokmuş" casına davranarak kendimizi kandırmaya devam ederiz... 
Diğer bir boyut ise kişi  savunduğu görüşe karşı olan görüş ya da kişilere karşı saldırganlaşması,hatta partisinden "birileri"nin gerçekleştirdiği;  belgelerle ispatlanmış her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı görmezden gelmesi ya da önemsememesi(ne kadar bildik bir durum!)...
"Bilişsel Çelişki"-"Bilişsel Uyumsuzluk"( Cognitive Dissonance) kuramını ortaya koyan Leon Festinger'e göre; bireyler inançlarını korumak için, karşı görüşleri sansür ederler. Sadece inandıkları değerleri seçerler ve onları korurlar. Eğer bu karşıt görüşler arasında seçme zorunluluğu varsa en iyisini değil, kendisiyle en uyumlusunu seçerler...  

Davranış ve düşüncelerimiz çelişkiye düştüğünde içsel ve dışsal gerekçelendirmeler(internal-external justification)ile  uyumu sağlarız.Hepinize "sayım suyum yok" diyerek uyumlu bir yaşam diliyorum!

hesapta olmayan şiir































Kafka'yı düşündüm
bugün
sanmayın
nedensiz
uçlarda yaşıyorduk
kutuplaştırılmıştık
hepimiz
dönüşmek istemeden
dönüşmüştük
bir bir
hiç hesapta yoktu bu şiir!

9 Şubat 2015 Pazartesi

bakış boşluğu...
















"başı boş"luğumdan
derken
bakış boşluğumdan taştım
mercimek köftesinden
oluyormuş şimdi adaklar!
anlamak mümkün değil
ve ağlamamak!
çoğaldığımı gördüm
biraz önce iki ayna arasında
çoğalan "yalnızlığım"dı aslında
bu yüzden kırdım
yalnızlığımı
oysa
her kırıktan
tekrar tekrar yansır oldum ya!
...
tavandaki çatlağa bakıyorum şimdi
uzayıp giden
boylu boyunca
"oylum"larımda seyirtip
suskunca
gözyaşlarımın kıvrımlarında
boğuluyorum
bir kez daha...

şimdi altını çiziyorum
okumadığım cümlelerin
bu yüzden raflar bomboş
kitaplarla...

5 Şubat 2015 Perşembe

Düşünce suçu-2-






















seni "senle" aldatmak
ayaküstü
iki arada bir derede
elle yazılmış bir şiirin
titrek harfli kelimelerinde...

seni "senle" aldatmak
küflü bir yalının
kuytu kayıkhanesinde
saklı kalmış
"Ayvansaray" bir teknenin
tuzdan ağarmış
küpeştesinde...

gözyaşlarımdan ayraç yaptığım
o romanın
"son" sayfasında belki...

belki de
sırtüstü yatıp
bulutları seyrettiğimiz  o tepede...

düşünce suçu işlerken
kendi kendime
boş bulunup
yazıvermişim
işte!
okudun bak
hatta bitirdin sayılır
bunlar son mısralar
suça ortak olabilirsin
eğer istersen
sen
de...

Albatrosun ölümü!

Ne zaman sokağa çıksam bir sürü evsel atığın; uçuşan poşetlerin, cips ambalajlarının, pet şişelerin arasından, pencereden çöp bidonuna nişan alınmış ama isabet ettirilememiş poşetlerden patlayarak dışarı saçılmış çocuk bezi ve pedlerin arasından bir slalom yapıyorum... çöp kutusu, bidonu ve konteynırları yerine tüm bu atıklar sokaklarda ayaklar altında... 

Ne zaman deniz kıyısına insem ağlıyorum! Yaşar Kemal'in yıllar önce yazdığı roman gibi" Deniz Bitti"! Plastik atıklar yüzen adalar gibi akıntıyla oradan oraya seyahat ediyor, sığlıklarda, sahillerde, koy ve dalgakıranlarda yolculuklarını tamamlıyor... aslında dışarıdan bakıldığında ilk izlenim bu; oysa bu plastik atıklar oradan oraya yüzmeye devam edip daha küçük parçalara bölünerek deniz canlıları ve yaşamını denize bağlı olan diğer canlılar için ciddi bir tehlike oluşturuyor.
Aç martıların denizin üzerinde yüzen beyaz bir poşet için kavga ettiklerine çoğu kez şahit olmuşumdur... yenmeyecek bir çok şeyi yuttuklarına da!
Okyanusların heybetli kuşları Albatroslar da bu tehlikenin göbeğide... Okyanuslarda akıntılarıyla dolaşıma giren binlerce ton (270.000 ton) atık, 5 trilyon 250 milyar yüzen plastik cisim ölüm saçıyor. Bilim insanları incelenen atıkların yüzde 90’ından fazlasını oluşturan mikro-plastiklerin, kimyasal zehirleri topladığını; daha sonra bu maddelerin balıklarla diğer deniz canlılarının besinlerine karıştığını kaydediyor. Girdaplarla parçalanan bu plastik atık parçaları okyanusun her yerine dağılmış durumda...

80'li yıllarla birlikte hayatımıza giren ve her gün kullanımı artan bu maddelerden vazgeçmeliyiz!
  

28 Ekim 2011 Cuma tarihli, Nature Morte serimin ilk yazısına geri dönüp alıntı yapıyorum...

                   nature morte -1-

                Zonguldak Limanı-2006 Kışı...

nature morte-ölü( ölmüş)doğa, still-lifestilleben, natura morta…
Natürmort, resim ve fotoğraf sanatında;  konularını canlı varlıklar dışında kalan nesneler, hareketsiz doğa öğeleri, çiçekler, meyveler, küçük hayvanlar gibi vs. vb.den alarak işleyen türdür. Bu tür kompozisyonlarda kullanılan nesneler simgesel bağlantılar açısından da önemlidir…

















Denizlerde görülen kirliliğin neredeyse yarısı insanoğlunun karadaki faaliyetlerinin  sonucudur… Endüstriyel deşarj (petrol, boya, deterjan, ağır metaller, kanalizasyon...), pet şişe, poşet gibi plastik-polimer maddeler; doğada çözünmeyen katı atıklar (plastik suda ancak bin yıl içinde çözünür), madencilik ve denizlere dökülen genel evsel atıkların yarattığı sorunlar… insanoğlu tarafından ortama bırakılan petrol hidrokarbonları deniz canlılarının besin zincirinde önemli etkiler yaratmaktadır. deniz dibinde yaşayanlar hareketsiz veya sınırlı hareket edebilen midye, istiridye, karides ve bazı dip balığı türleri, aşağı doğru çöken petrolden etkilenerek kitle halinde ölmektedirler. Plastik maddeler kuşların, balıkların, deniz memelilerinin derilerine ya da midelerine yapışır kendilerinin ve besledikleri yavrularının ölümlerine sebep olur, petrol ise denizle atmosfer arasındaki oksijen alışverişini engellediği için deniz eko-sisteminde toksin özelliğinden dolayı toplu balık ölümlerine sebep olmaktadır. Yüksek miktarda petrol sindiren balıklar, besin zincirindeki bir üst canlı-deniz memelileri, deniz kuşları ve insanlar tarafından yenildiğinde zehirlenmeye hatta ölüme neden olurlar.


Fotoğraf: Cüneyt Gök- Cevizlibağ-YYÜ terasında... 4 şubat-2015
Albatros'a dün Üniversitenin terasındaki su birikintisinde rastladım... daha doğrusu su birikintisinin kendi Martıdan hallice olduğu için  ben Albatrosa benzettim( çok küçük bir ayakkabı müdahelesiyle)... ve oradan da daha önce de değindiğim bu konulara geldik işte!

3 Şubat 2015 Salı

Biraz estekik, biraz da matematik!

·      

Çağdaş görsel sanatçı Angelo Musco'nun sürrealist ve kavramsal çalışmaları yüzlerce, binler hatta milyonlarca "insan vücudu"nun- "nü" modellerin fotoğraflarının çekim aşamasında ve dijital ortamda kurgulanması, çoğaltılması ile oluşuyor... Sanatçı farklı projeleri için beden ve beden kümelerini çoğunlukla stüdyo ortamında fotoğraflıyor.

Angelo Musco, insan bedenini  yeryüzünün kıvrımlarıyla bütünleştirirek yeryüzünün üzerindeki, içindeki uyumu bize gösteriyor ve doğadan kopan, onun bir parçası olmaktan uzaklaşan "insan"ın özünü yeniden hatırlatıyor...  
İtalyan sanatçı, Barok sanatını çağdaş sanat içinde yeniden yorumlarken  bizi sürekli kıvrılan bir sonsuzluğun içinde,  hem kendi bedenimizin hem de yeryüzünün dehlizlerinde bir yolculuğa çıkarıyor. 

Evrenin  ve evrenlerin temelinde ve düzeninde "simetri" kavramı yatar...

Mimari doğa temaları işlerinin özünü oluşturuyor; yeraltı evreni,yumurtalar, yuvalar,karınca tünelleri, örümcek ağları, ağaç kökleri ve gövdelerinde, kovanların , petekler gibi yapısal formlar içinde ya da o formları oluşturan, bütünleyen, amniyotik sıvılarda yüzen çıplak bedenler... 





  



Angelo Musco’nun fotoğraflarındaki bedenler sürekli dalgalanan bir madde denizine gömülmüş bedenler bazen balık sürüleri gibiler
  










Bazı çalışmalardaki üst üste yığınlar oluşturan insan bedenleri Nazi esir kamplarındaki toplu katliamlardaki manzaraları da anımsatıyor!








İşlerinin Escher ve "Borgesvari"  matematiksel bir yaklaşımı ve örüntüleri barındırdığını, biraz kasvetli ve tekinsiz olduğunu da söyleyebiliriz!






Daha önce paylaştığım Alman sanatçı Claudia Rogge de kavramsal çalışmalarında insan bedenini ve çıplaklığını, Angelo Musco gibi bilgisayar ortamında  simetriyi, çoğaltmaları kullanır...






Spencer Tunick ise,çok sayıda nü model kullandığı sanatsal çalışmalarını reel ortamlarda; genellikle dünyanın çeşitli bölgelerinde, büyük şehirlerde bilgisayar desteği almadan bir "enstalasyon" olarak gerçekleştiriyor...

Femen'in protestoları, Hayvan Hakları koruyucularının protestoları... hepsinde beden yine "ifade aracı"...