18 Haziran 2014 Çarşamba

talihsiz hikayeler 1-2-3-...


-I-

Son bir kaç aydır elleri ağrıyordu... yeni başladığı parafin banyosunun pek işe yaradığı söylenemezdi ama hiç olmazsa- hastahanede de olsa- evin dışında bir iki sohbet edip, bir iki lafın belini kırıyordu... Burnunun içine yapışıp kalan parafin kokusuna alışıp bağımlı hale gelmişti neredeyse! O gün aynada kendiyle karşılaştı...Yıllardır saçını boyamıyordu..."ben böyleyim, boyasam ne olacak ki" diyordu hep... sonra aynada yılların yorgunu gövdesine, kırışıklıklarına baktı... ama aynada kendini tam olarak görebileceği yer kalmamıştı kenarına köşesine sıkıştırılan rahmetlinin fotoğraflarından...
Oğlunun ölümü üzerinden üç ay geçmişti neredeyse... Ortanca oğlu elinde biletlerle içeri girdiğinde karar verdi saçlarını boyamaya... dışarı  çıktı ve  rahmetli oğlunun sevdiği renk saç boyasını  aldı, eve döndü...  ya kendini daha iyi hissettiğinden biraz özen gösterme sırası gelmişti ya da kafasını dağıtacak her şeye  balıklama atlıyordu unutmak için üzüntülerini...  Boyadıktan sonra "o" renk nedense  patlıcan moruna dönmüştü; nasıl çıkarım o kadar insanın içine diye düşünürken "olsun oğlum bu rengi de severdi" diye teselli etti kendini... sonra da gecenin en dikkat çeken 73' lüğü ben olacağım diye...
Ertesi akşam Arkeoloji Müzesinde sergilenen " Saraydan kız kaçırma" operası boyunca  kendine güldü durdu; herkesin saçı boyaydı ve galiba bu senenin moda rengi "patlıcan moru" olacaktı!

 -II-

Köşebaşında, eski yıkık evin medivenlerinde her akşam muhabbet ediyor, ederken de volüm ayarı yapmıyorlardı... at gibi kişneyişlerin arasında sokaktan geçmekte olan insanlar refleks olarak karşı kaldırıma doğru yönleniyorlardı ister istemez... ama bu insanların dışında her akşam ısrarla kaldırım değiştirmeyen biri vardı...  o  mahalle delikanlısı grubun içinden bir genç ile kesişiyordu her akşam iş dönüşü...
O akşam delikanlı arkadaşları ile cigarayı erken sarıp çoktan "papiklemiş" kafayı da erkenden tütsülemişti... zaman mefrumu ortadan kalkınca saatin kızın geçme saati olduğunun farkında olmadan kendi aralarında tükürük ve balgam yarışına girmişlerdi... sıra bizim delikanlıya gelince gırtlağından garip seslerle söktüğü balgamı kafasını da savurarak ileri doğru fırlattı... "patlat yeşili" tabir ettikleri balgam;  kütlesinin verdiği avantaj ve kafa savurmanın kazandırdığı korkunç  ivme ile  bira dökülerek oluşturulmuş çizgiyi geçerek her akşam ısrarla sokağın o tarafından geçen kızın burnu açık yazlık ayakkabısının" burun" kısmında patladı...
delikanlı kazandığı yarışın mutluluğunu yaşayamadan kız burnunun dibinde bitmiş;  eliyle ayakkabısını işaret ediyordu... Delikanlı kaşındı, kemledi kümledi... tam  başı önde yarım ağız özür dileyecekken kız delikanlının boynuna atlayıp "vayyy! ne atıştı ama... harikasın!" cümlesini patlattı... delikanlı önce kızın dalga geçtiğini ve biraz sonra da aşağılama cümlelerine başlıyacağını sandı... ama kız gerçekten de delikanlının performansından etkilenmişti!

-III-

Adam her gün bir bardak kahve ve yanında bir sigarayla sabah keyfini yapmazsa bir türlü kendine gelemiyordu... Kantinde bulaşık suyu kıvamında sade kahve üç liraydı... sonra  espresso'yu keşfetti... çok sertti ve o da üç liraydı... muhabbet artınca aynı fiyata bir parmak olan  espressonun da miktarı arttı... aynı fiyata duble espresso derken sonunda tam dolum espressoyu üç liraya içer oldu... kantinci kızla aralarında bir şey yoktu ama potansiyel bir ilişkiyi canlı tutma adına her iki taraf ta memnundu...
Bir sabah "kahveci güzeli"ni göremedi kantinde... onun yerine bakan bir "yarma" vardı.. Çekinerek sordu... kız artık orada çalışmıyordu; çünkü kantin el değiştirmişti... Adam kızın gidişini ve kantinin el değiştirmiş olmasını çabuk atlatıp bir espresso söyledi... Kantindeki "yarma"nın  pis pis sırıtarak sarfettiği "bizde ekspres o, ekpres bu yok... Bizde Türk kahvesi var işine gelirse! " cümlesi işte o zaman acı gerçekle yüzyüze getirdi adamı... Adam kendini toparlayıp Türk kahvesinin fiyatını sorma cesareti gösterdi... cevap 7 lira olunca yıkılmış bir halde "bari üstüne soğuk bir şeyler içeyim" dedi. Bir kola istedi... cevap: "bizde kola mola yok... bizde  soğuk içeceklerden  demir hindi şurubu, loğusa şerbeti, açık yayık ayranı var"!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder