22 Ağustos 2013 Perşembe

7 kollu deniz yıldızı hikayesi...

1-Bilim TeknikBiliminsanları  neredeyse iki yüz yıldan bu yana deniz yıldızlarının neden  5 kollu olduğunun cevabını bulmaya çalışıyordu.
Almanya’daki Münster Üniversitesi biyoloğu Marc de Lussanet şimdi doğru cevabı bulduğundan emin. Evolution & Development dergisindeki yazısına göre, yavru denizyıldızları bir müddet suda serbest dolaştıktan sonra, bir süreliğine bir vantuzla zemine tutunuyorlar. Şimdiye kadar bu vantuzun nereden geldiği bilinmiyordu.  O, bu vantuzun körelip yok olan altıncı kol olduğuna inanıyor...

Denizyıldızları örneğin denizlalesi ve denizhıyarı gibi derisi dikenliler sınıfındandır. Bu tür hayvanlar larva döneminde simetrik yapılı olmalarına rağmen yetişkinlikte bu simetri bozulur. Şimdiye kadar yetişkin hayvanın, yavrunun sol tarafından büyüdüğü sanılıyordu, bu süreç sırasında da larva bu yapıdan ayrılıyordu.

Halihazırdaki bilgilere göre larvanın beden yapısı tamamen bozulmakta. Ancak De Lussanet yapının kalıcı olduğunu fakat bazı değişimlerin yaşandığını söylüyor. İlk önce karın tarafı bedenin sağ tarafından uzaklaşıyor. Bunun ne zaman meydana geldiği, denizyıldızı fosillerinden anlaşılmakta. Bedenin sağ tarafından zemine tutunabilmek için bir sap uzuyor. Beş kol kalıcı oluyor ve bunlar yetişkin deniz yıldızında genelde karın tarafının ortasında yer alan ağzın etrafında sıralanıyor, diyor De Lussanet.
4 Nisan 2011

2- WİKİPEDİA- Onarımsal yenilenme; vejetatif üreme sırasında ya da yaralanmalarda vücudun eksik kısımlarının tamamlanmasıdır. Örneğin bazı eklem bacaklılar, balıklar, amfibiler de genellikle genç dönemlerde yitirilen üyeler yenilenebilir. Bunun en bilinen örneği, kertenkelelerin kuyruklarını yenilemesidir. Çoğu omurgasız hayvan, vücudunun tamamını yenileyebilir. Örneğin deniz yıldızı orta diskten parça alınması koşuluyla, kopan bir kol tüm vücudunu tamamlayabilir. Halkalı solucanlar, ortadan bölündüklerinde arka kısım ön tarafı, ön kısımsa arka tarafını tamamlayabilir.
  • Omurgasızlarda mezoderm ve mezoglea tabakası bulunur. Bu tabaka içerisinde embriyonik hücreler vardır. Bu tabakayı taşıyan canlılardan ayrılan bir parça eksik kısımları tamamlayabilmektedir. Örneğin; deniz yıldızında kopan bir kol ana gövdedeki hücreler tarafından tamamlandığı gibi ayrılan kolun içerisindeki hücrelerde koldan yeni bir gövde oluştururlar.
  • 3-ocak 2012 Radikal-
    WASHINGTON - Plos Biology dergisinin bu haftaki sayısında, söz konusu canlı türlerinin ilk kez 2010'da Güney Amerika 'nın güney burnu ile Antarktika kıtası arasındaki bölgelerde denizaltı robotlarıyla yapılan incelemelerde bulunduğu belirtildi. 
  • Okyanus altında yaklaşık 2 bin 500 metre derinlikteki bu karanlık bölgelerde, sıcaklığı 380 dereceyi aşabilen sıvı püskürten kaynaklar bulunuyor. 

  • Keşfedilen türler arasında, deniz şakayığının birçok türü, ahtapotlar ve canlı organizmalara veya kayalara tutunan midye türlerinin yer aldığı belirtildi. Bu fotoğraf internetten aşağıdakiler benim!



Bayram sabahı Küçükkuyu'da, balık avım bittiğinde bir de ne göreyim: sepetimedeki balıkların gözleri yerinde yoktu...ve sepetin içinde aşağıdaki bu 7 kollu vardı! Önce inanamadım...sonra rejenerasyon sırasında bir oluşumdur dedim!? Fotoğrafladım ..sonra bir çocuk gelip oltasının dağıldığını, oltayı arkadaşından ödünç aldığını söyledi..."eğer deniz yıldızını geri atacaksan bana ver...ben de arkadaşıma verip kendimi affettireyim" dedi...verdim gitti!..anlaşılan bu ciddi bir keşif olacaktı! 

Fotoğraflar: Küçükkuyu Liman- Ağustos 2013-Cüneyt Gök




İda'da bul beni!



























yoksam buralarda
şehrin sokaklarında arama boşuna
gök kuzgunların mavi kanadında bulursun beni
halkalı kumruların ötüşünde
orfozun taşında
denizin kıyısında
çakıllar arasında...
derinlerde bir istridyenin içinde
kekiğin baş döndürücü kokusunda
Ege'nin bir sabahında
limana giren kaçak bir rüzgarda...
toprağın içinde
bir zeytinin gövdesinde
yaprakların üstündeki çiğ de
bulursun!
gerçek ile düş arasında
bir dağın;
İda'nın
yamacında
baş ucundaki kitapta
bir hikayede bulursun beni;
iyi bak!
..

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Küçükkuyu'dan sahil fotoğrafları-1-








Tarihi yüzyıllar öncesine dayanan zeytin ağaçlarının süslediği, dünyanın en fazla oksijen yoğunluğu bulunan yerlerinden birisi olan, antik yerleşim yerleri, şelalesi, tertemiz denizi ile cennet vatanımızın saklı cennetlerinden birine, Ege’nin başladığı yere; Küçükkuyu’ya  bir yolculuk yaptık...bir kaç bölümde fotoğraf ve yazılarımı paylaşacağım ama özetleyecek olursam buraya yerleşmeye karar verdik! Bayram nedeniyle biraz kalabalıktı ama o kalabalık benim yaşadığım sokağın kalabalığı kadardı!Bir hafta gibi bir sürede apart bir pansiyonda kaldık...kendi yemeklerimizi kendimiz yaptık ...arada iki defa da dışarda balık yedik.Pazardan sebzelerimizi, yeşillikleri aldık, bol bol balık tuttum ve herhalde 5 litre zeytin yağı ve 10 kg domates tükettik...koca demet kekiği her şeyin üzerine serpe serpe bitirdik! Bol bol yürüdük, ciğerlerimizi temiz havayla doldurduk...yalın ayak gezip elektiriğimi attım biraz olsun ve ayaklarımın altı hiç kirlenip tozlanmadı...İstanbul'a dönünce evin zemininde bir karış toz oluşmuştu bir haftada!.. 
Küçükkuyu’da; tertemiz doğasında yürüyüşler yapabilir, serin sularında keyifle denize girebilir, tarihe tanıklık eden köylerinde gezintiye çıkabilir, deniz kıyısında balık ziyafeti çekebilir, yöresel yemeklerinin tadına bakabilirsiniz. Kaz dağlarının nefis havasını taşıyan kaçak rüzgarlar, bereketli deniz, sakin hayat ve "yavaş şehir" olmaya aday bir belde!
Yavaş Hareketi (ingilizce: Slow Movement), hızlı modern hayatı eleştiren ve hayatın farklı alanlarında (yeme biçimi, ekonomik hayat, insanlararası ilişki vs.) hız ve modern tüketim kalıplarını dönüştürecek bir kültürel değişimi savunan toplumsal harekettir.Hıza dayalı şehir konseptinin alternatifinin savunulduğu bir yaklaşım biçimi. İlki İtalya'nın Toskana eyaletinin Chianti şehrinde "Cittá Slow" adıyla başlatıldı. Kelime kökeni İtalyanca"Citta (Şehir)" ve İngilizce "Slow (Yavaş)" kelimelerinin birleşmesiyle türetilen Cittaslow, "Sakin Şehir" anlamında kullanılmaktadır. Süreç içerisinde İspanya, Portekiz, Avusturya, İngiltere, Polonya ve Norveç'de "Sakin Şehir" konseptini benimseyen şehirler artmaya başlandı.
Sakin şehir kavramı içerisinde şehir merkezlerinde araba kullanımı yasaklanmakta, McDonalds's şubeleri ve süpermarketler kapatılarak daha yaşanılır kentler oluşturulmaya çalışılmakta, toprağın işgali yerine kullanımının geliştirilmesinin yerel politikalarla desteklenmesi, bölgelerin kültür ve geleneklerinin korunulması, yerli üretimin teşviki sağlanmakta...

"incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler II"

Daha önce de "incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler" adı altında yazmaya başladıklarım -ki belki de doldurur!_ pek anlaşılmadı diye düşündüm...her nesne ve canlı bize esin kaynağı olabilir, başka şeyleri çağrıştırabilir; hele hele hikayeleri olanlar...mesela incir (ficus carica.)...hepimiz görmüşüzdür; kurutulmuş yapraklar üzerine  benim de denediğim gibi resimler çizile gelmiştir ama bu işi başka boyuta taşıyanlar var...


Yapraklarındaki süt, "incir sütü" olarak bilinir ve halk arasında siğillere karşı kullanılır. Türün taze yaprakları ise, lapa halinde yaralara karşı tedavide halk ilacı olarak kullanılagelmiştir. Meyvesinin  ise bir çok canlı için besin değeri yüksektir. Adem ve Havva incir yaprağı kullanmış mıdır bilinmez ama çizimlerde karşımıza  öyleymiş gibi çıkabilir!..













İncir yaprağı yerine "asma yaprağı" daha kullanışlı demiştim; denemeden bilemezsin!!!

Farklı cins, muhtelif boyutlarda ve doğal olarak bulabilirsin! 




Kız kulesinin hikayesinde de incir geçer: Bizans döneminde M.Ö. 24 civarında bir gün bir falcı, krala kızının yılan sokması sonucu öleceğini söylemiş. Kral da bunun üzerine yılanların ulaşamayacağı, denizin ortasındaki bu kuleyi, kızını içinde yılanlardan koruma amaçlı inşa ettirmiş. Kız, kulede yaşamaya başlamış. Bir süre de yılan sokmasından korunabilmiş ta ki ona getirilen bir incir sepetinde yaprakların altında saklanmış olan yılan çıkıp onu sokuncaya kadar...




Bir de film çekilmiş  bu yıl: "Süper İncir"...Tarih öncesi bir dönemde yaşayan Seikilos intihar etmeye karar verir ve bunun öncesinde Mısır'dan çağırdığı ustalara kendisini ve öldürdüğü aşkı Euterpe mumyalatmaya karar verir. Aradan geçen binlerce yılın ardından Ege bölgesinde yaşamakta olan bir çoban, mezarı kazara açtığında Seikilos beklenmedik bir şekilde canlanır. Gözlerini açtığında ebedi aşkını mezarında bulamayan Seikilos onu aramaya başlar. Bu sırada yolu Mustafa ve Hatice ile kesiştiğinde ilginç bir macera başlar. 
Kerem Sarı'nın yazıp yönettiği filmin başrollerini Volkan Baş, Zafer Kaya ve Ece Yentür paylaşıyor.

Bahçemizdeki zavallı incir ağacı her şeye rağmen - rüzgarda ortadan kırılmasına rağmen-meyvelerini bize sunmayı başardı...biz derken konu komşu ve kuşlar, böcekler işte...serçe, sığırcık, baştan kara ve papağanlar...(papağanlar körfez savaşından etkilenip tüm Avrupa'ya yayılmış ve uyum sağlamış İstanbul'da olduğu gibi Londra'da da on bin civarında yaşadığı sanılıyor)... dalları yorgun, gövdesi yorgun, yaprakları sıcaktan kavrulsa da o nefis meyvelerini, "yemiş" lerini yemeye devam ediyoruz!







Balık mevsimi , av yasağının kalkmasıyla birlikte bolluk içinde geçecek diye ümit ediyorum!..boş tezgah çekmeyi sevmem önce balıkçıların tezgahlarında da incir yaprağı güzel bir altlık olarak karşımıza çıkar sonra gelsin balıklar!..

18 Ağustos 2013 Pazar

Kutsal meyve, Refika ve Adatepe...

Ege kıyılarında emeklilik hayalleri kuran dört arkadaş eski bir Rum köyü olan Adatepe'de ev almış önce sonra zeytinlik, ardından da geleneksel yöntemle zeytinyağı elde edebilecekleri bir fabrika sahibi olmuş...Türkiye'nin ilk zeytinyağı müzesi de burada kurulmuş...

Adatepe'nin sembolü olan Refika'ya gelince; bu Rum güzelinin adı "Refika" olarak anılmış ama kimse gerçek ismini bilmiyor!.. Köyün hem Türkleri hem de Rumları çok severlermiş Refika'yı...güzelliğinin yanı sıra çok neşeli bir kızmış. Düğünlerde şarkı söyler, çok da güzel dans edermiş. Yalnızca Adatepe'de değil, Refika'nın güzelliği ve iyilikseverliği çevre köylerde de dillere destanmış. 


























Zeytin zamanı Refika'nın çalıştığı tarlalarda köylüler hem zeytin toplar hem de Refika'nın şarkılarını dinlermiş. Düğünlerde mutlaka Refika başmisafir olarak çağrılır, şarkı söyletilir, dans ettirilirmiş. 
Büyük çoğunluğu Hıristiyan olan Adatepe Köyü'nde Türklerle Rumlar yıllarca barış içinde bir arada yaşamış. Ama Birinci Dünya Savaşı tüm Anadolu'ya olduğu gibi Adatepe'ye de felaketler getirmiş. İki halk arasında başlayan soğukluk giderek karşılıklı çatışmaya dönüşmüş. Yaşanan tüm kargaşaya rağmen Refika'yı yine de Türkler çok sevmeye devam etmişler. 
Savaştan sonra Türk ve Yunan hükümetleri karşılıklı nüfus değişimine karar verince Refika da mübadeleyle Yunanistan'a giden Anadolu Rumlarından olmuş. 
Ayrılışı Türkler arasında büyük üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde onun türküsü okunup onun adına danslar edilmiş. Bu gelenek Adatepe Köyü'nde hâlâ sürüyor... 
" Daha sonra Sakız Adası'na yerleştiği ve Yunanistan'ın ilk güzellik kraliçesi seçildiği yönünde efsaneler anlatılan Refika; Mübadeleyle giden Adatepe'nin Rum güzeli...şimdi bir fabrikanın kapısında, bir zeytinyağı şişesinin, bir sabun kalıbının üzerindeki fotoğrafıyla anayurduna dönmüş, doğup büyüdüğü topraklarda yaşamayı sürdürüyor...


Hikayenin diğer bölümü:


Muhacir Ali köyde yiğitliğiyle tanınan yavuz bir delikanlıymış. Refika’nın zeytin karası gözlerine o da vurulmuş hanidir. Ali, O’nu sakınır saklar olmuş her gözden..ve söz vermiş Refika evlendikten sonra bir tek Ali’sine şarkı söyleyeceğine.Köyde başka bir kalp daha çılgınca Refika için atıyordu; hem evli hem çocuklu bu adam söz dinletemez olmuş kalbine ve güzeller güzelinin yollarına çıkar olmuşu sanki tesadüf etmiş gibi. 
Refika görür, görmez gibi yapar, duyar, duymaz gibi yapar,bilir,bilmez gibi yaparmış o köylünün ilgisine...
Kimsenin zarar görmesini istemeden öylece sessiz kalmış günlerce haftalarca...bir gün yine takıp sepetini koluna tutmuş zeytinliğin yolunu. Göresi gelmiş muhacir Ali’yi...

Ağır adımlarla kahvenin önünden geçerken gözleri Ali’yi aramış, ama O yokmuş...Yüreğine tarifsiz bir korku saplanmış...Civarda yankılanan üç el silah sesi Refika’nın içini yakmış. Ahali sese doğru koşmuş. Yerde uzanan bedenin etrafını sarmış uğultular. Refika kalabalığı yarıp bakmış yerde yatana... Neyse ki Ali değilmiş  ama o yollarını gözleyen köylüymüş...Yitip giden o ümitsiz köylüye mi, yoksa bir daha hiç kavuşamayacağı muhacir Ali’sine mi üzüleceğine şaşırmış? Jandarmalar geldiğinde köyden kimse muhacir Ali'yi söylememiş  Bir daha da  Ali’yi gören olmamış...Bu olanlardan sonra Refika  artık eski "Refika" değilmiş... Ne bir tebessüm o güzel yüzde, ne bir şarkı  o bülbül seste... Ali’nin aşkı kor gibiyken kalbinde hep şu sözler dökülmüş dilinden: "Güzellik başa bela bahtın güzel olmayınca!"...
I. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı yaşanırken Yunan işgalinde Adatepe’de bir Rum yüzbaşı görmüş Refika’yı. Savaşın sonunda Yunan terk ederken yurdu, yüzbaşı kafasına koymuş Refika’yı. O’nu da alıp arkasına bakmadan gitmiş. Bir daha güzeller güzelini gören olmamış. 

Yıllar sonra, 1940-50 yılları arası, bir gün elinde çantasıyla ağır adımlarla köy meydanına bir kadın gelmiş. Ağaç altında oturan bir köylüyle konuşurken köylü onu zeytin gözlerinden tanımış. Elbet yaşlanmış Refika ama O hala çok güzelmiş. Eş dostla sohbetlerle hatıralarla birkaç gün geçirmiş Adatepe’de. Geçmişteki kötü şeylerden hiç konuşmadan...Çoluk çocuğa karışmış, Sakız adasında yaşarmış bunca zamandır. Giderken bu sefer herkesle teker teker vedalaşmış Refika...










Türkiye'de türünün ilk örneği olarak Zeytinyağı "Fabrika - Müzesi" 2001 den beri yerli yabancı on binlerce ziyaretçi ağırlıyor.
Zeytin ve zeytinyağının kültürü o kadar derinlere iniyor ki, yazılmış tüm kutsal kitaplarda çeşitli şekillerde ifadesini buluyor. Ülkemizde bu kadar eski ve köklü bir kültürü olmasına karşın, bu ürüne ilişkin yazılı ve görsel malzemelerin yok denecek kadar az olması, Adatepe Zeytinyağ Müzesi'nin doğuşuna gerekçe oldu. Küçükkuyu'daki tarihi "sabunhane" binası restore edilerek, bir yandan kuru baskı tarzında zeytinyağı üretimine devam edilirken, öte yandan civar köylerden toplanmış zeytin, zeytinyağı ve sabun üretimine ilişkin çeşitli araç -gereç ve aksesuarlar fabrika binasında sergileniyor.
















Müzede eski zeytinyağı presleri, zeytin toplama aletleri, taşıma ve saklama kapları, çeşitli folklorik objeler görülebilir. Aynı zamanda geleneksel usulde zeytinyağı sabun yapım tekniği de açıklamalı olarak sergilenmekte...

2 Ağustos 2013 Cuma

İki fotoğraf ve soru işaretleri???????


                           
                                "Beşyol" metrobüs üst geçidinde özür!



  Kendimi kapakta gördüm sanki!?...  
  profilden sadece benzerlik!
 Yandaki sayıdaki de Phil Collins o zaman!


İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler !..

Çizimlerde karşımıza çıkan ve özellikle "bir bölge"yi kapamak amaçlı kullanılan bu incir yaprakları  hiç kaşındırmaz mı!? Bu nedenle yanlış çizile gelmiş olabilir asma yaprağı yerine diye düşünüyorum...






Karşı cins, cinsellik beynimize kodlanmıştır...sen düşünmesen de bilinç altında hep vardır...
geçen gün pencereden arka bahçedeki incir ağacının yaprakları dikkatimi çekti ve bir iki deneme yaptım...aslında en güzeli kurbağa ama henüz çizip deneyemedim...