28 Haziran 2013 Cuma

İleri Demokrasi














apartmanda yaşamaya benzer
"ileri demokrasi" ve ötesi...
şehrin göbeğinde ya da varoşunda
en az beş katlı bir "apartımanda"...
her katta üçer çocuktan
en az" beş hayatlar"
her dairede biraz "susturulmuşlar"
"suskunlar"
ama hepsi bir ülkenin içinde...
zaman zaman konuşur
zaman zaman atışır
çoğu zaman selamsız sabahsızlar
"magazin dedikodusu"ndan öteye gidemeyen korkular...
en üst daire biraz farklı
istediğinde halısını silkeler
istediğinde mangalını yakar
gelen gideni eksilmez
kapının önünde
arkasına basılıp ezilmiş
ayakkabılar
...
suyu rutubeti saymıyorum
plastik çöp kovalarına dikilmiş asmaları üzümleri
tavanı çökertti geçen gün...
tepemde terlik tokyo
takunya şıpıdak
ayaklarını sürtenler
sağ daire
sol daire
aşağıdakiler
velhasıl hepsin "üstünde"
apartman yöneticisi
ileri demokrasinin ötesindeki
 "küçük t" bey
diktatörlüğü
ileri demokrasinin "kör düğümü"
yönetici toplantısında duyulan yeni sesler
karıları dirsekle dürter...
sessizlik yine...
paralar toplanır
çatı onarılır gibi yapılır
kanalizasyon açılır gibi...
birbirinden memnunmuş gibi yapan sahte yüzler
komşunun kızartma kokularını defetmeye çalışırken
mutfak boşluğundan kapuska kokuları sarar evi
apartmanda yaşamak gibidir ileri demokrasi...
ve ötesi
merdiven altında onarımlardan arttırdığı paralarla
kasa kasa kolaları stoklar bizimki
su faturası fazla gelecek diye


bahçeyi sulatmayan zihniyet
bir bakmışın bahçeye
kasa kasa çiçekler alıp diktirmiş bir sabah...
demek istiyorum ki;
diyemiyorum ama bir yer var biliyorum
duyuyorum "dönence"...





Dün çoktan döndü buralarda
Ve ben simsiyah bir gecenin koynunda
yapayalnız bekliyorum
Duyuyorum, görüyorum bir gün gelecek dönence biliyorum

Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
Görüyorum dönence
Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
Biliyorum dönence
Çatlamış dudağımda ne bir ses ne bir nefes
Uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor
Duyuyorum dönence

Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
Görüyorum dönence
Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
Biliyorum dönence
Çatlamış dudağımda ne bir ses ne bir nefes
Uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor
Duyuyorum dönence

Duyuyorum biliyorum görüyorum dönence
Dönence gün dönende dönence
Bir gün gelecek dönence biliyorum

ne tatlı yöneticimizdin sen
"küçük t bey"!!!!!!!
kısa devreeeeeeeeeeeeeeeeee!!!!!!!


26 Haziran 2013 Çarşamba

Dünya ve hayat



Hayat bir nefestir, aldığın kadar.
Hayat bir kafestir, kaldığın kadar.
Hayat bir hevestir daldığın kadar...
[Mevlana Celaleddin Rumi]

Bu gün radyoda  "Dünya" yı dinledim Mercan Dede'den..."oturur öyle bir ağlaşırız kıskanır kahkahalar" diye bir cümle geçiyordu içinde...
düşündüm "evet" dedim içimiz kan ağlarken yaşamımızı devam ettirebiliyoruz...ağlanacak halimize güldüğümüz de olur...bazıları gülüyor, kahkaha atıyor...kimi ise ağlıyor sessiz ve derinden...içten olabildiğince
kimseyi incintmeden
kendi içimizde yaşırız
incinerek
acıları içimizde soğurarak
yarını karşılarız
ama coşkuları 
el ele, kol kola birlikte yaşarız...
biteviye tekrarlar içinde bizi yaşamaya iten ne varsa
hatırla
karar verme ve seçim yapma korkularını aş
en önemlisi haklarını bil ve koru!

Mercan Dede' sitesine ne kadar da düşünceli bir biçimde yazmış; paylaşayım o zaman!


Sevgili Dostlar,
Yeni albümümüz Dünya’nın çıkışı ile birlikte sizlerle paylaşmak istediğimiz web sitemizi, Türkiye’mizde yaşanan ve hepimizi yürekten üzen, kaygılandıran ama aynı zamanda umutlandıran olaylar sebebi ile bekletmekteyiz.
Yaşlı, genç, kadın erkek tüm kardeşlerimizin sağlık, güvenlik ve ifade özgürlüğü gibi temel haklarının korunması süreci şu an insanlığa saygılı olan herkes gibi bizim de ilk önceliğimizdir.
Eğer sevgi, barış, muhabbet ile var olan, özgür bir dünyada yaşayamayacak isek o zaman "Dünya"  albümünün ne önemi kalır?
Sabrınız, desteğiniz ve anlayışınız için müteşekkiriz.
Mercan Dede ailesi

18 Haziran 2013 Salı

ekin kargası ve penguenin eti mübah mı?!

Başka bir canlı olabilseydim, bir martı, bir yunus ya da bir karga olmak isterdim mesela...emin olun bu günlerde "insan" olarak yaşama, yaşam mücadelesi verme ve  "insan"olarak kalabilme çabasını düşününce daha az tehlikeli bir yaşam biçimi diyorum...
Evet bir hayvan olarak hor görülüp, vurulup yenilebilirsiniz belki...ama  insan yiyen "yamyam"ları da unutmayalım!
Dün blog da "sayende" diye yazmıştım...farkında olup da bunu bir türlü açık edemediğimiz, hep birlikte dillendiremediğimiz günler geride kaldı bir anda birilerinin "sayesinde"...içimize düşürülen ateş, nefret ve düşmanlık tohumlarının, filizlenip büyümemesi gerektiğini dile getitmiştim...buna göz göre göre izinvermek olmaz! Pek okunmamıştı-uzun yazılar zaten pek okunmuyor ama ben yine de yazıyorum işte!-insanlar ya çekindiler ya da anlamadılar dedim...biraz açayım o zaman...Bir karga olsaydım dedim; leş kargası değil ama«Ekin kargası» Corvus Frugilegus- karga ailesinin faydalı bir üyesi...ama o da yanlış anlaşılıp, yanlış isimlendirilmiş! öyle ki ben de bu güne kadar yanlış bilmişim...Tarlalarda zararlı böcekleri yer ama bunu yaparken tarlada ekine zarar verdiği düşünülür ve çiftçiler tarafından hoş karşılanmaz...o zaman bu ekin kargası olma işi yattı!
Direkt olarak ekin yememesine rağmen, ekinlere zarar verebilecek canlıları yese de "Ekin kargası" adı niye verilmiştir?! Durup bir düşünmek lazım!Dün yazımda o sevgi tarlalarındaki nefret tohumlarını filizlenmeden yiyen bir ekin kargası olayım desem de; işin içinde dualite vardı...o tohumları yesem ben nefret ile dolu olacaktım...yemesem o tohumlar filizlenecek ve büyüyecekti...ayrıca bir ekin kargası olarak vurulma tehlikem var dı ama ekinleri yediğim için ve beni yemelerinde bir sakınca olmadığından bir de bu sefer beni yiyenlere geçecekti bu "nefret" belki de... yani çıkışı olmayan bir kısır döngüydü.. Neyse bir süreliğine olmayı yakıştırdığım ekin kargasına geri dönelim. Davranış itibariyle akrabalarına benzese de, onlardan da daha ürkek, buna karşılık daha zararsız ve daha sosyaldir. Yürüyüşü ve uçuşu onlarınki kadar hafiftir. Zekâsı ise onlarınkinden geri değildir. Üstelik daha arkadaş çatılışıdır ve kendi kadar güçsüz küçük karga ve sığırcık gibi kuşlarla bir arada görülebilir. Bu tür esaret hayatında öteki akrabaları kadar eğlenceli değildir, bu yüzden de kafes kuşu olarak rağbet görmez. Buna karşılık, birçok fakir bölgelerde halk yavru ekin kargaları'ının etini yer! İşte her kuşun eti yenmez diye düşünsek de ekin kargasının ki bile "yenir", meyve veren ağaç da taşlanır bu ülkede...
Bir alıntı:!!!!
Dinimiz, insanı maddi ve manevî her türlü zarardan korumak için bir takım kurallar koymuş ve insana zarar verebilecek pis ve kötü olan her şeyi yasaklamış; temiz güzel ve faydalı olanı da helal kılmıştır. (Bakara, 2/168,173; A'raf, 7/157)
Domuzun pis olduğu ve etinin haram kılındığı Kur'an-ı Kerim'de açıkca ifade edilmiştir:
"Allah size ancak ölü hayvan etini (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı." (Bakara, 2/173).
Yaratılışında vahşet ve bayağılık olmayan, iğrenç görülmeyen hayvanların etleri din ölçüleri içinde helaldir, yenebilir. Tavuk, kaz, ördek, zürafa, deve kuşu, bağırtlan kuşu, güvercin, bıldırcın, koyun, keçi, deve, sığır, manda, ekin kargası, tavus, kırlangıç, baykuş, tavşan ve turna gibi hayvanlar, bu kısım eti yenen hayvanlardandır. Serçe ve sığırcık kuşlarını yemekte de bir sakınca yoktur.

Yarasa kuşunun
(yarasa kuşu!?!!!!) yenip yenmemesinde, haram veya mekruh olup olmamasında ihtilaf vardır.
Hüdhüd(İbibik)
kuşunu yemek mekruhtur.

-Nedennnnn?!

Neden martı, balıkçıl helal de İbibik mehruk?! mesela bunları biliyor muydunuz ,ya da  hiç düşündünüz mü?!Düşünün o zaman!

Saksağan, kumru, bülbül, keklik kuşlarının eti aslen helaldir. Ancak bunların etlerini yiyenlerin bir belaya tutulacakları halk arasında söylenti haline geldiği için yenmeleri iyi değildir.

Bu bela ne olabilir...merdiven altından geçmek, kara kedi görmek gibi bir şey mi!? Hiç sordunuz mu bir bilene!?...Keklik yerseniz hayvanın ahı mı tutar, delirir misiniz!?Şafiîlere (Türkiye'de de Hanefîlik'ten sonraki yaygın Sünni mezheptir)göre, kırlangıç, tavus, hüdhüd ve papağan kuşlarının etleri haramdır. Martı ve balıkçıl kuşları ise helaldir.)
Azı dişleri ile kapıp avlayan ve parçalayan, kendisini koruyan hayvanların etleri haramdır, yenilemez. Kurt, ayı, aslan, kaplan, pars, sincap, samur, sansar, maymun, sırtlan, fil, köpek, kedi, keler, tilki, gelincik gibi hayvanlar etleri haram hayvanlardır. Azı dişleri olduğu halde bunlarla başkasına saldırmayan bir hayvanın eti de yenebilir; deve gibi...

Tırnakları ile kapıp avlanan, tırmalayan ve yaratılışında bayağı olan kuşların etleri de haram veya tahrimen mekruhtur. Kerkenez, çaylak, kartal, kuzgun, akbaba, alaca karga, yarasa, atmaca, şahin gibi... Bunlar leş yemekten çekinmezler. Tırnaklı olduğu halde bununla hayvanları avlamayan bir kuşun eti yenilebilir, güvercin gibi...

Yaratılışı bakımından iğrenç olan birtakım hayvanların etleri de haramdır, yenmez: Fare, yaban faresi, akrep, yılan, kene, kurbağa, kara ve deniz kaplumbağası, arı, kara sinek, sivrisinek, köstebek, kirpi, bit, pire gibi böcekler.

Kaç adet pire ya da bitin tadını alabilirim ya da kaç adet ile karın doyurabilirim ki zaten?!
Görülüyor ki, bu haram olan hayvanlardan bir kısmı yırtıcı bir yaratılışa sahibdir, yaratılışında zararlıdır ve bayağılık vardır. Bir kısmı ise iğrençtir ve nefret edilir haldedir. İnsan ise temizdir, mükerrem bir yaratıktır. Bunun için insanlar, bu gibi bayağı ve zararlı hayvanların etlerinden korunmuşlardır.
Besinlerin insanlar üzerinde iyi ve kötü tesir bıraktığı inkar edilemez. İnsanlar kendisi için yararlı olanı ararsa, İslam dininin müsaade ettiği şeylerden yararlanmalı, yasakladığı şeylerden de kaçınmalıdır. Bundan başka selamet yolu yoktur.

Atlar, savaşa yarayan kıymetli hayvanlardır. Bu bakımdan bunların etlerini yemek İmam Azam'a göre, tahrimen mekruhtur. İki İmama göre ise, tenzihen mekruhtur.(İmam Malik'den rivayete göre, ehli merkeblerin etleri mekruh, bir rivayete göre de haramdır. Meşhur olan görüşe göre, atların etleri de haramdır. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre, atların etleri mekruh değildir.)

Rivayetleri bir kenara bıraktık..biliyoruz ki açlıktan insanlar gerektiğinde atlarını yedi...Sur dibinde kaçak at, eşek kesimleri yaşadık yıllarca...Salamın, sucuğun içinde yedik maaşallah!






Yabanî olmayan (ehli) merkeblerin ve anaları merkeb olan katırların etleri haram veya tahrimen mekruhtur. Yabanî merkeblerin ve anaları sığır olan katırların etleri ise haram değildir. Hayvanlar yenme bakımından anaya bağlıdırlar.

!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!


Ayetlerde de görüldüğü gibi, sayılan hayvanların dışında tiksinti vermeyenleri yiyebilirsin. Penguen kosunda yasaklayıcı bir hüküm bulunmadığı ve temiz olan her şeyi bize helal, pis olanı da haram kılındığından, iştahı çeken insanların penguen etini yemelerinde sakınca bulunmamaktadır.
(Devamlı olarak suda yaşayıp barınan hayvanlardan her nevi balık etleri yenebilir, helaldir. Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı bunlardandır. Fakat diğer su hayvanları çirkin şeylerden sayılır, yenmeleri caiz olmaz. Yengeç, midye, istiridye, istakoz gibi olanlar helal değildir, etleri yenmez.

Ne çok günaha girmişiz!


Yine, deniz insanı, deniz aygırı, deniz hınzırı (bunların ne olduğunu bilmiyorum?!!)gibi balık şeklinde bulunmayan deniz hayvanlarının yenmeleri helal olmadığı gibi, avlanmaları da helal görülmemektedir.

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda şu hususu dikkatlerinize sunmak isteriz;

"Eşyada aslolan mübahlıktır. Aksine delil olmayan her şey yenilir ve içilir. O konuyu bağlayan bir hüküm varsa ona uyulur."


Evet...garip ama gerçek! penguen de yenilebilirmiş; iştahı çeken insanların penguen etini yemelerinde sakınca bulunmamaktaymış...
buradan nereye varacağım; Bir takım hükümler, uygun görülen, görülmeyenlere göre sormadan sorguklamadan kabul edilmiş, kural gibi kabul edilmiş, aksine bir davranış sergileyenlere de "tuu kaka" denmiş...
vurun kahpeye filmleri, linçler yaşanmış, insanlara yaftalar yapıştırılmış, hayvanlara sevgiyle bakılmamış(ördeğe, kaza, kediye, köpeğe, eşeğe, koyuna keçiye tecavüz edilmiş!)hor görülmüş(kedi köpeğe tekme)vb.vs...
O GÜNLERE, O GÜNLERİN ŞARTLARINA, YAŞAM BİÇİMLERİNE, İMNANIŞLARINA GÖRE DÜZENLENMİŞ BİR TAKIM KURALLARIN(ABDEST ALMANIN BİLE) GÜNÜMÜZE, GÜNÜMÜZ YAŞAM BİÇİMLERİNE GÖRE   YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ, DÜZENLENMESİ DİLEĞİYLE!ÖNEMLİ OLAN RİTÜELLER DEĞİL NE ŞEKİLDE OLURSA OLSUN BİR İNANCA SAHİP OLMAKTIR KENDİ VARLIĞIMIZLA İLGİLİ...İNANÇLARA YA DA İNANÇSIZLIĞA, İBADET BİÇİMİNE YA DA İBADET ETMEMESİNE, HERKESİN FİKİR, GÖRÜŞ VE YAŞAM BİÇİMİ, SEÇİMİNE SAYGI GÖSTERELİM...
Düşünen ve sorgulayan insanlar olun...kendi bilinciniz, aklınız, mantığınız ve kendi kimliğinizle; özünüzde hep "insan" olarak ve insan kalarak!BU ŞARTLARDA ZOR AMA İMKANSIZ DEĞİL!


 

17 Haziran 2013 Pazartesi

sayende...


Yalanların kuyrukları dolandı
birbirine
öfkenin karası bulaştı
elime
yüzüme
sayende...
aslında senin "yüzünden" derdim nefretin tohumları
sevgi tarlalarında ama bizi bir araya getirdiği için 
sayende diyorum "sayende"...
ister korkuluk koy 
ister tüfekle bekle
ektiklerinin başında
gece gündüz nöbetle
ne yaparsan yap
o tohumlar filizlenmeyecek işte
ister sula, gübrele
Baudelaire'i okusan da açmayacak  "kötülük çiçekleri"
o topraklara ağaç fideleri ekeceğiz
yıllar sürse de
ta ki
dallarında kuşlar, sincaplar
dallarında meyveler yapraklar
ve kitaplar açana kadar...
savaşacağız
gölgesinde...
uykudan uyanmış
güzel yüzlü mutlu insanlar
kötülükten güzellik
mutsuzluktan mutlu anlar damıtmaya
hep birlikte!..



*"Les fleurs du mal"-1857...Yaşamı boyunca kötülük, çirkinlik ve budalalıktan nefret eden Baudelaire, düş gücü ve ironi ile pencerelerinin kanatlarını kapatarak güzel kokuların, renklerin ve seslerin birbirine yanıt verdiği mistik bir dünyaya doğru yola çıkar. Denizlerin ötesinde, gizemli kedilerin ve duygu yoğunluklu kadınların mesken tuttuğu bir peri sarayı kurar, simge ormanlarında dolaşır. Çiçekler aramak için oraya, cehennem’e iner. Kötülükten güzellik, mutsuzluktan mutlu anlar damıtır. Büyük şair, iyinin de kötünün de ötesinde ‘güzel’in varlığına inandığı, unutulmaz dizelerinde coşkuyla bu ‘güzel’i anlatır ve duyumsatır.

13 Haziran 2013 Perşembe

abidik gubidik twist twiste gel aktivist...

"gerçeğin sunuluş, gösteriliş biçimi anlamı belirler ...hakikat ve gerçek arasındaki uçurum ve farklı gerçekliklere inanılması da  da burdan doğar"





Yıllar önce çocukluğumda Öztürk Serengil'in söylediği bir parça vardı...o zaman pikaptan çalıp  dinlerdik  45' liği..."Abidik gubidik twist"... tasasız ve neşeli günlermiş!..  belki de böyle şarkılarla insanlar bir nevi gönderme yapıyorlardı; iyi okumak lazım!..bu gün "o" ilginç parça geldi birden aklıma ve paylaşayım dedim...sonra ben de bir şeyler yazdım peşi sıra..

Abidik Gubidik Tivisit

abidik gubidik tivist tivist
lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist
lap lup laba duba tivist tivist

taksim'de var bir durak
durakta bir cadillac
cadillac'ta bir manyak
tivist yap abi dalgana bak

tiviste gel oooooo tiviste gel
tiviste gel oooooo tiviste gel

çapkın çapkın bakmaya
bana boynuz takmaya
ben karşımda oynarken
sağa sola bakmaya

tiviste gel oooooo tiviste gel
tiviste gel oooooo tiviste gel

lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist
lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist

herkes tivist hayranı
eder bacak bayramı
yorulup oturanlar
çeker soğuk ayranı

tiviste gel oooooo tiviste gel
tiviste gel oooooo tiviste gel

herkes oynar tivisti
dolar salonun pisti
fazla sallanma memo
patlattın apandisti

tiviste gel oooooo tiviste gel
tiviste gel oooooo tiviste gel

lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist
lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist

bye bye yanık kucaklar
çıkar güsel bacaklar
bye bye yanık kucaklar
çıkar güsel bacaklar
bu yüzden değil mi ki?
söner nice ocaklar

tiviste gel oooooo tiviste gel
tiviste gel oooooo tiviste gel

kafa kol gövde bacak
bunun sonu n'olcak?
kafa kol gövde bacak
bunu sonu n'olcak?
sonu ya tımarhane
ya hastane olacak

tiviste gel oooooo tiviste gel
tiviste gel oooooo tiviste gel

lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist
lap lup laba duba tivist tivist
abidik gubidik tivist tivist
o dönem insanların neşesi yerindeymiş!..bu güne de biraz katalım ama gerçekleri çarpıtmadan, satır atlamadan ve unutup, unutturmadan

olmasın varsın kefenim en güzel maviden
mezarımda ne bir isim  ne bir yazı
ama sakın bana yakıştırma
yapıştırma 
yafta...
lobi
tobi
hobi
fobi
bobi
tabi!..
nereden yola çıktığın değil
nereye varacağın önemli

abidik
gubidik
çapulcu
ayyaş mayyaş arkadaş
ne güdülecek koyun kalacak
ne çoban
hem okur
hem yazar
olursan
bir de düşünür  maazallah...
aktivist diyorlar desinler
Cumhuriyetci
Atatürkçüyüm  unutmasınlar
lakin...
vahim durumu
karşılayalım biz yine
halayla
twistle
sakin
sakin...
...
gerçek gerçekten görülebilseydi
olduğu gibi
soytarılar
soykırımcılar
ayrımcılar
safsatanın
şaşasında kimse olmazdı...
düş görenler var gözü açıkken
yalanların kılıfında uyuyanlar
içeriğini bilmediği gazlarla ağlayanlara inat
meydanda parkta yıldızları yorgan yapıp
uykusuz yatanlara inat...
abidik
gubidik
twist
twiste gel aktivist...


8 Haziran 2013 Cumartesi

kebap yanar köz üstte tello push-to-talk...walkie-talkie.. zello

Ne bir hesap ne bir kitap...planlı programlı değildi!  YOO!!! aslında çok kitaplıydı...elden ele okunan, kalpten kalbe dokunan  kitaplar...herkes kitaba aç; hücum etti kütüphaneye Gezi Parkında...  görevli seslendi "elimde Nazımın Şiirleri; iki kitap...herkes "bana bana" diye elini uzatıyor..alamayan üzülmüyor nasılsa aynı kitabı biraz sonra  ya da  bambaşka bir kitapları alabilecek...gönüllü görevli sesleniyor kucaklarını dolduranlara "arkadaşlar kütüphane düzmüyoruz ama  Taksim Gezi parkı Kütüphanesinden hatıra bir kitap alıyorsunuz...izdiham yaratmayın" diye gülümsüyor!!!!!!!!!!!!! Ben de önlerden bir kitabı aldım:"Ara Bölge" William S. Burroughs..."Beat Hareketi yazarlarının da beğenisini kazanmış" katışıksız deneyim edebiyatının peygamber" olarak kabul edilmiş...Yazınsal deneysellik anlamında James Joyse ile derin bağ kuruyor ve 20.yy.'ın  Poe'su, Baudlaire'i olarak nitelendiriliyor..." Konuşmak Yalan Söylemektir" diyor...
Konuşmadan anlaşamayız, iletişim kuramayız ve kendimizi ifade edemeyiz...ama kelimeler de kifayetsiz kalabilir bazen  bu konuşmalarda, bazen vücut dili ya da , bakışlar ve mizah devreye girebilir...davranışlarımız, samimiyet, içtenlik ve fikirlerimiz bazen tam anlaşılamaz...karşıdaki bizi ya da biz karşımızdakini gözümüzde bir yere yakıştırıp, sığdıramayabiliriz...insanız; hiç birimiz mükemmel değiliz...ama bazıları  gerçekten de "konuşarak yalan söylüyor"  buna en iyi örneği baş harfi "Recep" olan yapıyor...hala aynı hava! Tam bir soğuk savaş uzmanı gibi savaşsa da "konuşuyor" işte... o konuşuyor oysa meydanlardakiler "söylüyor" gerçekleri söylüyor..."haykırıyor" bir kez bir kez daha!...konuşmak ile söylemeyi karıştırmamalı! Ağzı olan konuşur!.. ama fikrini "söyler" ve gerekirse isyan eder haykırır.
Bas konuş ve paylaş, tıkla, tweetle, duvarına yaz!..bilmeyene söyle, anlat ve göster!
Konuşmayı dumanlı odayı havalandırmak olarak görülüyor kimileri tarafından ama onlar kendi fikirlerini savunup, insiyatif kullanamıyorlar... baştaki politikacı büyüklerine bırakıyorlar işi...Bas konuş ve paylaş, tıkla, tweetle, duvarına yaz!..bilmeyene söyle, anlat ve göster! Düşünceleri değiştir, korkuları yen! Gerekirse hem kebap hem şiş yansın...bunu çoktan göze aldılar!

Kitaplar hayatımızda bizi baştan, yoldan çıkarabilir, yeni yollara sokabilir , yolculuklara çıkarabilir...yeni ufuklar bizi bekliyor...okuyun, tarihi , gerçekleri, düşünceleri, dünyayı okuyun...lütfen...ve son 11 gündür yazdıklarınızı, yaratıcılığınızla çıkanları okuyun ve geleceğe miras bırakın...
İşte önümde iki kitap daha var biri "Kon-Tiki", diğeri ise Sadun Boro'nun "Pupa Yelken"i...çok değil birer sayfa paylaşacağım bu maceralara atılanların gelecek nesile kazandırdıkları cesaret, mücadele ve sınırların ötesine ulaşabilmeyi...bir kaç fotoğraf ve çizimi paylaşıyorum "rüzgarınız bol olsun"! Nöbetleşe devralın dümeni!




5 Haziran 2013 Çarşamba

"bugün artık yarındır"!

Bu gün öyle duygular içindeydim ki; bir yandan bir tüy gibi hafif hissettim kendimi, diğer yandan malın, mülkün, paranın, maddenin veremeyeceği bir haz ve huzur kapladı içimi....dedim"düş mü görüyorum"!?
Dedim "hiç sarhoş olmamışım geçmişte...onlar "çakır keyiflik" miş!..bu gün tertemiz -biber gazsız havada mutluluktan sarhoş oldum...huzurdan, coşkudan, dostluk ve paylaşımdan...ister düş ister gerçek hiç bitmesin!
Bir biri içine geçen kokulardan, seslerden, gülen yüzleri görmekten sarhoş oldum...(Kandil gecesinde Allah günah yazmasın!) Alkolsüz de sarhoş olunabiliyormuş! Şarkılardan, güzel sözlerden, "kakafoni" olmadan da düşüncelerin  özgürce söylenebileceğini görüp sarhoş...hem de hep bir ağızdan...Bu gün hiç bitmesin..."bu gün artık yarındır"! Teşekkürler gençler ve daima genç kalanlar!











4 Haziran 2013 Salı

Cennet-Cehennem-2-

16 MAYIS 2013 tarihinde Cennet-Cehennem'i yazmıştım...
açılır kapıları içeri doğru
senden
benden
ötelere...
kırılır vaftiz edilmiş
görüntüleri
hüznün
bilgelik sularında...
derinlik arttıkça
vurgun
süngercilerin
kimliksiz damarlarında
kefenler mavi de olsa
huzur yok artık
dönüşün olmadığı kadar
iki kıta arasında
sevgi yok artık
sararmış otlar ve karıncalar
dönüp duruyor etrafımda
kendi kuyruğunu yakalamaya
şeytan...
yok artık bir rüzgar
alıp götürecek
beni senden
seni benden
ne bir adım ileri
ne de geri
hem zaten içeri doğru açılır
demiştim ya
kapılar
buyur eder gibi kaderi...

O gün umudumun kırıntılarını serpiyordum yürüdükçe dönüşte belki yolu bulmama yardım eder diye yine de; ilerledikçe sonra bir korku sardı içimi ya kırıntıları yiğip bitirirlerse diye "kara kuşlar kargalar"...korkular yersizmiş şimdi o kırıntılar yerini fırından yeni çıkmış  kocaman somun ekmeklere  bıraktı...sıcacık ve taptaze...artık bu su durmaz ; boşuna önüne set, çekip baraj kurma!..Öğlesine bir duygu ki tarif edemiyorum...tüylerim diken diken...çevremdeki herkes, arkadaşlarım, öğrencilerim, sokaktaki vatandaş, kadınlarımız, çocuklarımız, eski tüfekler...herkes bu duyguların içinde ve "halkın gücünü" farkettikçe kendini değerli hissediyor; Pek Sayın Başbakanımız'ın çapulcu diyerek değersizleştirmeye çalıştığı kim varsa...
Tencere  tavanın hep aynı havayı çalmadığını  çoktan anlasa da tırmandırmaya devam ediyor çatal dilinden çıkan kontrolsuz cümlelerle...sandığın 10 ay sonraki içi belli! Bir yanda hücreleri öldürürken 21 milyon dolarlık biber gazları , kurşunlar, ölü canlar, isimsiz kahramanlar, yaralılar..."sahra hastahaneleri"...diğer yanda  "O" hala siyasal narsizmin içinde...anlamak mümkün değil bu "halkın hizmetkarı"nı...Yıllarca uyutulmak istenen gençliğimin içi doldu hem coşku, hem öfke... yaratıcı, espirili, paylaşımcı ve mücadeleci bir ruh... Tomalara karşı Poma...Cennet ve cehennem birlikte..."Büyük resmi" görebiliyorum artık...çünkü yetinmiyoruz, olması gerekeni istiyoruz...haklarımızı; insanların hak ettiği ve laik oduğu güzel şeyleri ve geleceği istiyoruz...şu an önce soğan  doğranıyor ve kavruluyor gözler yaşara yaşara... sonra ana yemeğe harç olacak...Ziyafete herkes davetli sevgi ve kardeşlikle!
Evde tutamadığı Türkiye'nin %50 si kendi geleceğini yazacak ve hiç bir şey artık eskisi gibi olmayacak!..
açılır kapıları cehennemden cennete
durmaktır  ayakta dimdik
bir ağaç gibi gövdeli
budur anahtarı özgürlüğün
susmadan, bıkmadan haykırmak
gerçekleri...
kader değil artık
özgürlük konuşacak
dökülecek
bilgelik ağacının dallarından
"güzel " düşüncelerle dolu kitaplar
yarınlarda  mutlu olmak var!

3 Haziran 2013 Pazartesi

TİLKİ VE KÜÇÜK PRENS

-21. BÖLÜM-

...İşte o sırada bir tilki çıkıverdi ortaya.
“Günaydın” dedi tilki.
“Günaydın” dedi küçük prens kibarca. Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.
“Buradayım! Elma ağacının altında.”
“Sen kimsin? Çok güzel görünüyorsun.”
“Ben bir tilkiyim.”
“Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki” dedi küçük prens.
“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”
“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.
“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”
“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”
“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”
“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”
“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
“Bağ kurmak mı?”
“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”
“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”
“Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki.
“Ama bu çiçek dünyada değil.”
Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”
“Evet.”
“Peki orada avcılar da var mı?”
“Hayır, yok.”“Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”
“Hayır. Tavuklar da yok.”
“Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı:
“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni.

Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.
“Gelenek nedir?”
“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki. “Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”
Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.

yetmezz!

Halkım gözünü açtı, uyandı...farkında olanlar vardı, farkındalık arttı...susanlar vardı; artık onların da sesi çıkıyor...etliye sütlüye karışmayan, bulaşmayanları gördüm dün elinde düdük, tencere tava...Üsküdar'dan bile yükseliyordu tencere tava sesleri...yetmezz!
Aman taş olmasın atılan; slogan olsun! Vandalizme varmasın olaylar! Onları haklı çıkaracak, bizi suçlu duruma düşürecek aşırılıklardan kaçalım...orantısız güç ortada ama yılların birikiminin dışa vurumunda öfke patlamasını olabildiğince kontrol edelim!
İlginç görüntüler kadar ilginç cümleler de duydum dün ; bir genci yakapaça yakalayan polislerin arasında seslenenler vardı"çok yormayın, çok  dövmeyin"...sonra gazdan etkilenen bir gence"gel gazını alalım"!diyordu bir başka polis...ezan okunurken arbede duruyor sonra devam ediyor! Birlikte istiklal marşı söylenip sonra çatışılıyor! Gazın önünde, tazyikli suyun önünde korkusuzca duranlar...benim güzel insanlarımın değişik manzaraları yurdun dört bir yanında tepkiler çığ gibi büyürken...hiç de masum olmayan bir kitle kontrol silahı "biber gazı"nın önünde haklı olduklarını bilenler, hakları için yine duracak...tıpkı silahların, süngülerin ve tankların önünde geçmişte duranlar gibi...milyonların arasında kadınlarımızı ön saflarda gördükçe, bu fotoğraflar "bir iki çapulcu "olmadığımızı göstermeye yeter diye düşünüyorum Dünyanın gözünde!..


21 Ekim 1967-Rose Kasmir-Marc Riboud'nun"Flower Power" hareketinin simgesi haline gelen fotoğrafı




60' lı yıllardaki hareketlerde, öğrencilerin, gençliğin  coşkusu ve heyecanı içinde "yaşamı hemen değiştirme" isteği vardı...ama güzel şeyleri oluşturmak biraz zaman alıyor...unutmayalım :"sabırla koruk şarap olur"!... 

2 Haziran 2013 Pazar

Ali yazar, Veli bozar....Keskin sirke küpüne zarar...


Eveet! yıllar geçti yaşlandın, imajın yenilendi,kampanyalar, fotoğraflar, afişler...ama o bakışlar hiç değişmedi yersiz öfke demiştim...ve tarifsiz bir kin, yalancı sinsi ve alaycı bir gülüş...27 Kasım 2012 Salı...şimdi bin küplere, büyüt burun deliklerini, kulaklarında çınlasın tencere-tava milyonların sesi"Tayyip istifa!" Susma Türkiyem! Artık "demir alma vaktin geldi" diyoruz Tayyip... "uğurlar ola bir daha bu limana hiç uğrama"!