Ahmet Muhip Dranas’ın Fahriye Abla şiiriyle kafalar karışmıştı…
"abla" imgesi bir türlü şekillenip oturamıyordu yerine…
sonra Yavuz Turgul bunu başarabilmiş biriolarak insanlığa bir hizmetim olsun diye Müje Ar‘ı filminde oynattı.
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
Bizim mahallede de frapan (çarpıcı)ablalar vardı…kadın kadın giyinen, saçına başına özen gösteren…bir de Allah vergisi bir kalça ve yürüyüş…komşulara farklı gözle bakmak ergenliğin başındaydı tabi…kontrolsüz gücün güç olmadığını henüz bilmediğimiz zamanlardı işte...halının üzerinde oynarken yuvarlanıp misafirlerin etek altına bakmalar, sokakta bir bütün değil de; belli başlı birkaç noktanın dikkatle geçişinin izlenmesi…cinselliği keşfettik de ne oldu…kayıp kıta “Mu”! Fellini bile toprak oldu!..
Asiye nasıl kurtulurdu?! Fatmagül’ün suçu neydi ?!. Tecavüzcü Coşkun tedavi edilip topluma kazandırılabilir miydi?! Bilmiyorum…ama bildiğim hepsi –mış gibi yaptılar…zaten her görüntü bir simülasyondur… (simülasyon:gerçek olmayan gerçeği temsil eden göstergeler)…
Baudrillard Amca ortaya çıkıp; "Porno–hakikiden daha hakiki olduğu için-simülakrın doruk noktasıdır.”dedikten sonra ne söylenebilir?!.gerçek artık sürekli üretilen bir şeydir var olan bir şey değil.Bu nedenle gerçek artık işlemsel bir şeye dönüşmüştür…Simülakr orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyasını anlatan bir terimdir. Simüle edilen veya edilebilen her şey "orijinal"liğini kaybeder…gerçekliğini de bir ölçüde…
Yine Baudrillard Amca. “İkonlara tapanlar, Tanrı'yı övmek adına onu betimlediklerini ileri süren usta insanlardı, ama gerçekte Tanrı'yı simgeleriyle bir simülakra dönüştürürken aynı zamanda onun varlığı sorusunu ortadan kaldırıyorlardı. Her imge, Tanrı'nın varlığı sorusunu sormayı engellemek için bir bahaneydi...”diyor…akla çok makul geliyor.!
Sam Amca hep Sam Amcaydı... I. Dünya Savaşından beri parmağını gözümüze soka soka “Seni istiyorum”diyecek kadar cesur ve açık sözlüyse Tom Amca da bir o kadar-“Tom Amca’nın klübesi”nde- bütün zenciler gibi ahlaklı, yumuşak huylu, inançla donatılmıştı…Ama bu kadar farklı şekilde resmedilen hangisi gerçek Tom Amcaydı?
Abilerim, ablalarım diye söze girip ajitasyonla cebini dolduran bacıları çok gördük ama bir bacı kalfa Tevfik Gelenbe vardı ki ;"yağmur yağarken camdan bakan"ın ta kendisi, Huysuz Virjin’in biraz esmeriydi!..
Mahallede namusu Ağabeyler korur, yan mahalleden biri bizim “bacı”lara göz ucuyla mı baktı…mahallece savaşa gidilirdi… yine mahalle delikanlıları, dayıları var ama eski raconlar yok!..en sonunda dost olunur; kavga yerine mahalle maçları yapılırdı…benim iki ağabeyim de bu tür oluşumların içinde yer almadı ama ben de büyüyünce bir kaç mahalle kavgasında racona uydum…
Racon dedim de; “Delikanlılık ne racon kesmek ne adam öldürmek ne de haraç kesmektir. Delikanlılık akşam olunca evine ekmek götürmektir “…ayrıca “Hanım abla”, “hanım teyze” sözleri racona da , saygıda kusur etmemeye çalışanlara da yakışır…kullanalım, kullandıralım!
“İmgelem imgelem size gelem!"derken sıra teyzelere geldi…Teyzeler saygın insanlardı…yaşını başını almış…eli öpülecek yaşa gelmiş olanlara derdik biz… kimisi inatla "öp elimi bakiim yavrum"derdi kimisi "o kadar yaşlımıyız öpme!" derdi...eski evler yıkılıp apartmanlar olmadan önce bahçelere gidilirdi…apartman olunca da evde "gün"ler...terasa çıkılıp semaverde çaylar bile demlenirdi…hep bize verecek nasihatleri vardı şu teyzelerin,nazara gelince ya bir okuyup üflerler ya da içlerinden biri uzman olduğu "kurşun dökme"ritüelini yerine getirirdi başımızın üstünde gerili çarşafa... hiçbir şeyden memnun olmaz aksi bir insan oluncaya kadar yaşlanıp; uzun bir süre daha teyze olarak kalırlardı…
Wright kardeşlerin kim olduğunu bilmeden simülasyon programında uçak uçuran çocuklara artık “pilot” olabilir diye yazı veriyorlar!..tüm gün bilgisayar oyunları , sanal bir alemin içinde imgeleri farklı şekilleniyor;onların gerçeklikleri gerçek olmayan bir dünya içinde gerçekleşiyor!!
İsimler de imgelerin oluşumuna yardım ettiği gibi hem de bir anda değiştebiliyor. "Şuppiluliuma"yı hiçbir zaman görselleştiremedim ; ta ki Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde, Hitit Kralı 2. Şuppiluliuma'ya ait 3 bin yıl öncesine dayanan bir heykel bulunana kadar...daha önce bir şiirim için "görsel"ilini kullanmıştım...
"Abdullah" deyince akla Çizgi Kahraman, sihirbaz Mandrake’nin yanındaki çam yarması, zebellah geliyor…başında fesi ile bir kas yığını…sonra bir Abdullah daha çıkıyor “Öcalan”… …bir diğer Abdullah ise Cumhurreis...yani sonuçta Fahriye Ablayı bir yerlere yerleştiriyoruz ama Abdullah da durum farklı!
imgeler, semboller, simgeler, inançlar kimileri uzun ömürlü, kimileri ise asit yağmurları altında yorgun ve aşınmış , insanlar gibi ölümlü yapılar…Bildiğim bir şey varsa ;o da gözler yalan söylemez ...gözlere bakın!
Finalde bir şarkı çalalım, motivasyon için: "I believe I can fly Uçabileceğime inanıyorum,I believe I can touch the sky...“yine Wright kardeşleri bilmeden uçma olayı…ama Michael Jordan gerçekten de uçabiliyordu..!"Bu da mı simülasyon!?" dedirterek...