29 Haziran 2012 Cuma

"The Darjeeling Limited"...Wes Anderson



KÜS KARDEŞLER LİMİTED ŞİRKETİ...Kaç sene sonra  bulup izleyebildim sonunda... Wes Anderson'un 2004 yapımı; türkçesi "Suda Yaşam"olan filminden ve "Tenenbaums ailesi"nden sonra... bir türlü fırsat olmamıştı..."The Darjeeling Limited" filminde,bir süre önce Amerika'da babalarının cenazesinde bir araya gelen;görüntü ve kişilik olarak birbirlerine pek benzemeyen üç kardeşin yol hikayesine eşlik ediyoruz...babalarının tamirdeki Porche marka eski spor arabasını cenazesine yetiştirmek isterlersede başarılı olamazlar...dağıttıkları tamirhaneyi ve arabayı eski haline getirecek kadar da disiplinli ve iyi aile çocuklarıdır bu üç kardeş...ama büyük olanın her şeyi programlamak ve diğerlerine söz hakkı vermeme gibi bir özelliği vardır...Anneleri babalarının cenazesine gelmemeyi tercih ederek ve çocukların sorumluluğundan da kaçarak izini kaybettirir! Owen Wilson, Adrien Brody ve Jason Schwartzman'ın canlandırdığı üç kardeş babalarının ölümünden sonra kendilerini bulmak için  Hindistan'a gitmeye karar verirler...Ama büyük olduğunu sandığım kardeş (Owen Wilson)'un gizlediği bir şeyler vardır... Uzun mesafeli yolculuklar düzenleyen "Darjeeling Limited"in trenine binen kardeşler Himalayalar'dan Hindistan'a uzanan huzurlu bir yolculuk planlamışlardır. Fakat şehirli ve güven problemli kardeşler öksürük şurubuyla bile kafa bulmaya çalışıp trene zehirli bir kobra getirince işler karışmaya başlar. Trenin kompartıman görevlisi yılan kaçınca onları trenden atar... Babalarının armalı bavullarını taşıya sürükleye böylelikle  yolları çölden bir köye kadar uzanır...




yolda salla nehri geçerken boğulma tehlikesi geçiren üç çocuktan ikisinin hayatını kurtarır, sonra da köyde misafir edilirler...ölen çocuğun cenazesine katılır ve en son bir araya geldikleri kendi babalarının cenazesini 
hatırlarlar...Annelerinin rahibe olarak bir manastırda yaşadığını öğrenmiş olan ağabey kardeşlerini de onu bulmaya ikna eder...anne bulunur... ama daha önce cenazeden kaçtığı gibi manastırdan ve çocuklarından kaçar...Her yolculuk hikayesi gibi yolun/yolculuğun sonunda erginleşme ve düşünce olarak gelişme ve değişim bu filmde de söz konusu...merak unsurunu devam ettiren, değişik bir mizah anlayışı ile orta hızda bir temposu olan dingin ve doğal bir film... Şarkılar ve müzikler konsepti bütünlüyor...benzer bir sinema anlayışı ve aynı oyuncularla çalışması Jim Jarmusch tadında sahneler ortaya çıkarmış...


1996 yılında uzun metrajlı kült bir film olarak çıkan ve Martin Scorsese tarafından 90’lı yılların en iyi 10 filminden biri olarak lanse edilen"Bottle Rocket" ile tanıdık WES ANDERSON'u...bu filmde de üç arkadaşın bir kitapçı soygunu anlatılıyordu... 
1998 yılında çektiği “Rushmore"” ise Wes Anderson’un özgün tarzını belirleyici filmidir...(kara mizah anlayışı ve sürrealizm)... Filmle bütünleşen inanılmaz müzikler,  gündelik hayat problemleri vardı... 2001 tarihli “Royal Tenenbaums”un...Tenenbaums ailesinin dramını esprili bir şekilde anlatılıyor..kategorize edilemeyler listesinde..
2004 yılındaki “Life Aquatic Whit  Steve Zissou” ise Wes Anderson’un ünlü denizci Jack Cousteau’ya göndermeler yaptığı, kendi bakış açısı ile insan ilişkilerini yansıttığı filmiydi... TıpkıThe Darjeeling Limited  gibi...Dışarıdan oldukça komik gözüken ama hayatla ilgili çıkarımlar yapmanızı sağlayan bir film..."The Darjeeling Limited"filmin başında ve sonunda daha önceki "Life Aquatic With Steve Zissou”'u filmindeki  Steve Zissou’yu oynayan Bill Murray de görünüyor... "o" da anneyi oynayan Angelica Huston , ve  mürettebat Owen Wilson gibi Anderson'un vazgeçemediği oyunculardan...
Filmin başarılı parça seçimlerini de hatırlıyalım; The Rolling Stone'un"Play with Fire" ve , The Kings'in "This Time Tomorrow", "Strangers" ve "Powerman" parçaları...

Bodrum'dan yeni ganimetler...

Başlığa bakıp denizde bir batık ya da karada bir gömü bulduğumu düşünebilirsiniz....bulsam böyle; bu şekilde   alenen anlatır mıyım! Bahsettiğim şeyler Bodrum tatilinden bir kaç fotoğraf o kadar...işte benim hazinelerim!




            "Voyage-Torba"-Duvar Üzerinde  dev metal örümcekler...

Yine aynı çevre düzenlemesi içinde "Damlayan Dev Musluk"...Musluğun ucundaki damla kendi ekseninde hareketli olarak yapılmış
      Bodrum çarşısında "Örümcek Çocuk", "Dansöz-cariye  abla"sı ile çay içmiş!..
Sahildeki Dalış Ünitesinde Tüp ve Yeleği taşıma görevi üstlenmiş manken arkadaş...Voyage-Torba
                Duvarda uçan ve duvardan dışarı taşanlar...Voyage-Torba
                    "Çanlar Kimin için çalıyor"-Bodrum-"Campanella"

27 Haziran 2012 Çarşamba

"Rüya"


"Dün gece rüyamda"... diye hep böyle başlar ve anlatmaya çalışırız rüyalarımızı...oysa çok azını anımsar ve anlatırız...detaylardan çok genel olarak kalır bir çok şey...ama rüyayı yorumlayacaklar için detay önemlidir...o yüzden taze taze anlatın rüyalarınızı...Dün gece rüyamda Ünsal Oskay hocamı gördüm...önce telefonla beni aradı... yeni çıkacak bir dergiye göndermiş olduğum yazıyı bulmuş; derginin yazı işleri müdürünün odasından yazımı bana o güzel ve dingin sesiyle okudu:" Ne anlatır rüyalar hayatlarımızdan başka...her bir hayat zaten başkayken...yaşadığımız her şeyin gölgesidir aslında onlar...belki geçmiş hayatlarımızdaki halimizle...oysa yaşanacaklara gönderme yapar diye düşünür insanlar..."...bu kadarı net bir şekilde kalmıştı cümlelerimin..."şimdi küçük düzeltmelerden sonra baskıya girecekmiş...tebrik ederim!"dedi ve telefonu kapattı... biraz sonra küçük bir kız çocuğu ile kapıdaydı...kalkmış gelmiş...  yanındaki de torunu Zeynep'miş...inanılmaz gençleşmişti!..sanki 45...saçlar uzun ve dalgalı...konuştuk koltuklarımızda karşılıklı ve sımsıcak...Hadi bakalım ne yorum yapılır bu rüyaya!?
Bir gün önce de babam kedi çiftliği kurmuş(gerçek hayatta çiftlik olmasa da evin önü kedi barınağı!)...bir sürü gözleri daha yeni açılmış yavru kedi kucağındaydı...yerde ayaklar arasında dolaşan  yine bir sürü beyaz güvercin...bir önceki gecenin rüyalarını ise hatırlamıyorum...bir ara tekrarlanan rüyalarım vardı...Haseki'den bir ara sokaktan balık pazarı gibi bir yere iner orada palamut, torik, lüfer ne varsa hemen yan taraftaki ızgarada yaptırır yerdim...balıkçıların yerleri, tezgahları ve bu saydığım balıklar bile hiç değişmezdi...sonra bir ara evin döşemelerini kaldırınca aşağısı deniz oluveriyor, oltayı sallandırınca doluveriyordu...arka balkondan bahçeye doğru, kanalizasyon "rögar" kapağının boşluklarından, sokakta yapılan kazıdan kalan çukurun içine hep olta sallandırırdım...şimdilerde bu tekrarlar kayboldu!Uykuda bilinçaltımızda yer etmiş ortak bir rüya vardır...o da düşmek...yüksek bir yerden, uçurumdan...bu sırada refleks olarak ayağımız atar...ya da tendonlarımız gerilir bir anda...bunun temelinde ilk insanların geceleri tehlikelerden, vahşi hayvanlardan korunmak için yüksek ağaçlar üzerinde uyumak zorunda kalmaları...ve tabi ki bununla gelişen düşme korkusu...işte en ilkel benliğimizde yer etmiştir bu düşme olayı...
Tüm sanatları besler rüyalar...tüm insanları!Çözülmeyi bekleyen karmaşık problemler, dedektif hikayeleri, kovalamaca egzersizleri, mahallenin gece bekçileridir onlar...rengarenk uçurtmalar, dirilip gelen akrabalar, sevdikleriniz, korktuklarınız...sürekli canlı tutar sizi hayatın içinde hayata karşı...mesafeler, derinliklerin adı yoktur...her an her şey olabilir...beklersiniz, umarsınız...herhangi bir sebeple uykudan uyanmış olsanız bile rüyaya kaldığı yerden devam etmesi için konsantre olmaya, hemen uykuya dalmaya çabalarsınız!Şekilden şekle girerek en son yüzükoyun kollarınız altınızda ağırlığınızdan uyuşmuş bir şekilde belki uyanırsınız....dikkat ettim ; en yoğun ve ilginç rüyaları "sabaha karşı dilimi"nde görüyorum?!

Bodrum...Bodrum...Torbaaa!




3-4 ay önceden; indirimli tatil avantajı ile torbadan "Bodrum/Torba" tatili çıkmıştı...pek benim tarzım değildi ama deneyip görmekte fayda vardı belki de..."Voyage" Otel ya da Tatil köyü...çok yeni bir tesis olmadığı için çevre düzeni ve botaniği tam anlamıyla oturmuştu...özellikle Begonviller ağaç olmuştu... Okaliptus ağaçlarının üstünde sabahın sessizliğinde arı sürüsünün sesini, karatavuklar, alakargalar, iskete ve bülbülleri dinledik...  ...çevre sakini canlılar arada yüzlerini de gösteriyordu...





İlk izlenimler ve ilk iki gün sakin bir şekilde ne olduğunu anlamadan adapte çalışmalarıyla geçti...açık büfe, her şey dahiller ve güzel bir tekne turu bu adaptasyonu hızlandırdı...Cennet koyunda sonsuza dek kalabilirdim!..deniz oldukça temiz ama tabi ki çok tuzluydu...Torba koyunun sığ sularında ayaklarımızın altında yüzen balıklar avcı ruhumu taciz ediyordu...neyse ki hazırlıklı gelmiştim...olta takımlarını hazırlayıp üçüncü sabah  yem sorununu da şef aşçıdan aldığım çiğ tavuk göğsüyle çözmüş bir şekilde sahildeydim... Sıcak, sabahın 7:00'ında etkili olmaya başlayınca bir iki küçük balığı da denize geri göndererek erkenden döndüm...sinaritler, levrek ve karagözler, çipura sürüleri, isparoz ailesi, kefaller, küpes, sarpa ve tanımadığım bir çok balığın orada olduğunu bilerek hiç olmazsa bir gün daha olta atmam gerek dedim...






Suya daldığımda gördüğüm "pina" lardan(oldukça büyük, kuma saplı yaşayan bir midye türü )üç tane çıkarıp bu kez akşam denizin kıyısında hatta içindeydim...sinarit palazı açılışı yaptı arkasından, melanur, karagözler ve nihayetinde porsiyonluk çipura...yem iş görmüş...zevkimi almıştım...küçükler denize geri iade edildikten sonra geriye bir çipura ve sinarit palazı kalmıştı... onları da Doktor Jimmy adındaki orijinal kişilik-tekne turu operatörüne verdim...biz deniz, çarşı-pazar derken tesis bir anda doluvermişti...çalışanlar hiç bir şeye yetişememeye başladılar, kibarlıkları kayboldu, eller ayaklar birbirine dolandı...kolay değil 1500 kişiye servis vermek...işte dedim "dört günden fazlası zarar"...gerçi tatil havasına yeni yeni girmeye başlamıştık ama...evim evim güzel evim ve Kımbıl bekliyordu bizi!...Bir kaç gündür sürekli gittiğimiz Deniz Müzesi'ne son gün de uğrayıp bir iki deniz kabuğu aldık kolleksiyonuma...müze bence bu tatilin en olumlu keşfiydi...Bodrum teknelerini, Yunanistan yapımı teknelerin modellerini, tekne taşımacılığı ve sünger avcılığı ile ilgili bilgi ve görseller, geniş bir deniz kabuğu kolleksiyonu...

26 Haziran 2012 Salı

Zagor ve Tatil...


Zagor Tenay...Darkwood ormanının efendisi...yıllar sonra Bakırköy'de bir kitapçıda karşıma çıktı...hem de "Tay Yayınları"ndan çıkan  seriler...hiç düşünmeden 30'unu da aldım...artık senelik iznime ve tatile hazırdım...bir haftadan fazla hiç bir şey düşünmedim ve yazmadım...Zagor ve en yakın dostu Çiko "Cico Felipe Cayetone Lopez Martinez ve Gonzales"...(küçük adam büyük göbek);  beni, çocukluğumun yaz tatillerinin sıcağında,sığındığımız o arka odanın serinliğine, öğle sonrası keyiflerine ve düşlerine götürdü...o düşlerde yatağın altında karton kutunun içinde değiş-tokuş yaptığımız diğer "dostlar" da vardı!Şu İtalyanlar işi biliyorlar önce çizgi romanlar, sonra fotoromanlar...bizi yıllarca kilitlemişler!
1800'lü yılların Western-Kızılderili hikayelerinin ötesinde; Jules Verne'nin fantastik ve bilmkurgusal karışımı, gizemli düşsel yanıyla "Zagor" kahramanlara özendiğimiz bir dönemde ilk sıradan girmişti dünyama...



Gök taşıtlarına da bindi, deniz altıya da...çatlak bilim adamlarıyla olduğu kadar başka boyuttan canlılarla da savaştı... hatta uzaylılarla bile!kafasına aldığı darbelerle sayısız baygınlık geçirip kendine geldiği her seferinde ne kadar süre baygın kaldığını çözmeye çalıştı...yalnızken iç ses, düşünce balonları kaçırdığımız parçaları birleştirdi kafamızda...yumruğun sesi, sıyırıp geçen merminin sesi, kırılan bir ağacın, devrilen kayanın sesi bir başkaydı...saldırırkenki narası: "Ahhhyaaak!" bile çok farklı geliyordu..."Swısss" diye uçan taş baltası"Stunk" diye iniyordu kafaya... Pennsylvania'nın düşsel ormanlarından hayal dünyamızı beslemeye gelirdi ya da bizi oraya götürmeye...her macera bizi soluksuz bırakırdı...şimdi aynı heyecan olmasa da farklı duygular var!..asıl ilginç olanı da çoğu macera 35 yıl boyunca hafızada kazılı kalmış!.. 1961 yılında Mister No'nun da senarist ve çizerleri olan Sergio Bonelli ve Gallieno Ferri tarafından yaratılan bu çizgi roman sayısız filme ilham verdiği gibi ülkemizde üç kez Sinemaya uyarlanmış...1970-Zagor, 1971-Zagor Kara Bela ve Zagor Kara Korsanın Hazineleri...



Evet...işte tatil buna derim; bir haftam daha var!...gözlerim o küçücük yazıları okumaktan yorulmuş, gerçek dünyanın sorunlarından kısa bir süre de olsa sıyrılmış bir halde bir sonraki maceranın içine dalmak için...
Bir hafta süresince ailece çıktığımız "Bodrum Voyage" tatilinde, onca yoğun iş ortamından sonra birden bire  tatil moduna giremediğimizi itiraf ediyorum...ama bazı etmenler de bu konuda yardımcı oldu!..Tatile de çok anlam yüklememek lazım...ne güzel hava değişikliği oldu diyelim! Çoluk-çocuk, Dede-Anneanne 1500 kişinin, birbirleriyle her konuda "sidik" yarıştırdıkları ortamlar...orada sıcaktan ve denizin tuzundan pörtlemiş gözlerim şimdi biraz da okumaktan pörtlesin! 




16 Haziran 2012 Cumartesi

Obelix-Oburiks-Hopdediks...Megalit

İki gün önceki "Monolit" yazımdan sonra bugün de başka bir taş geldi aklıma...Genel olarak tarih öncesi taş anıtlar, mezar ya da tapınaklardır. Bu tür mezarlardan geriye, içlerine ölülerin koyulduğu taştan oda ya da bölmeler kalmıştır. Bu tür taş anıtlar megalit olarak adlandırılır. Megalit, Yunanca "büyük" anlamına gelen "megalo" ve "taş" anlamına gelen "lithos" sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşmuştur. Ölülerin gömüldüğü yer alçak ve uzun bir oda ya da galeri biçiminde olduğu için, bazı megalitlere galeri mezar denir ...Bunun dışında geçit mezarlar da vardır...buralara birden fazla kişi gömülürdü...."Megalit",bir yapı veya anıt oluşturmak amacıyla kullanılan büyük taşlara verilen bu ad aynı zamanda Neolitik, Kalkolitik ve Tunç devri uygarlıklarının diktikleri çok iri bloklardan oluşan anıtlara da verilen addır .Dayanak gerektirmeden ayakta duran taşlar; bunlar yalnızken "Menhir" , bir doğru veya daire şeklinde dizilirse "Cromlech" (Kromlek) adını alırlar...Menhir sözcüğü, Breton dilinde "taş" anlamına gelen men ve "uzun" anlamına gelen "hir"den türetilmiştir. Menhirler, dik olarak yerleştirilmiş büyük taş anıtlardır... Kromleklerin en büyüğü ise , Salisbury (İngiltere) yakınındaki "Stonehenge" dir. Stonhenge Bir güneş kültüne özgü bir kutsal (güneş tapınağı)yer olduğu düşünülmektedir... Menhirler çoğunlıkla, Kuzey Fransa'da ve Güney İngiltere'de bulunmaktadır. Ülkemizde de Trakya bölgesi menhirler bakımından zengin bir bölgedir.Canlıymışlar gibi halk masallarına konu olmuş (efsanelerde menhirler doğarlar, büyürler, dans ederler ve ağlarlar) bu dev taşlar 10-12 metre yüksekliklere ulaşabilir ve çoğu mezar taşı, dini bir sembol ve bazıları da tarihî bir hatırayı sonsuzlaştırırlar.
“MÖ 50 yılı. Galya tamamen Roma işgali altındadır..ve yenilmez Galyalıların yaşadığı küçük bir köy işgalcilere hala kafa tutmaktadır...” Asteriks çizgi romanları işte bu "Galya köyü"nde başlar, herkesin katıldığı bir şölenle de sona erer... Ufak tefek Galyalı Asteriks ve onun iriyarı arkadaşı Oburiks’in maceraları bu atmosferde geçer... Dikilitaş veya Obelisk yüksek, daire veya dört kenarlı tepeye doğru incelen taştan anıta verilen addır... Çoğu kez belirli bir şahsı veya olayı anmak için yapılır. Antik dikilitaşlar tek bir taştan oluşurdu (bir monolit). Bizim Obeliks'in taşıdığı gibi...Dikilitaşlar  antik Mısır mimarisinin önemli bir bölümünü oluştur ve genelde çift halinde tapınakların girişine dikilirdi. Dikilitaş güneş tanrısı RA'yı sembolize ederdi... 
Romalılar dikilitaşlara büyük bir ilgi duymuşlardır. Öyle ki bugün Roma'da, Mısır'da kalanlardan çok daha fazla dikilitaş mevcuttur.Neyse biz  çizgi romana ve Galya'ya dönelim;
1959 yılında Fransa'nın en önemli çizgiroman magazini olan "Pilote" sayfalarında başlayan karikatürize bir çizgiroman, ortalığı kasıp kavuracağını ve şöhretini tüm dünyaya duyuracağını müjdeliyordu sanki.  Asterix'i René Goscinny senaryolaştırırken, usta ressam Albert Uderzo'da çiziyordu. Daha sonra Goscinny 1977'de ölünce, çizer Uderzo yola devam etmiş...
Galya'ya gelince; işte bu çigi romandaki o cesur köy minicik, haritalar üzerinde ancak "büyüteç"lerle görülebilecek kadar mini minicik bir köydü...köyün gösteriş meraklısı sevimli şefi Abraracourcix/Toptoriks, elindeki çalgıyı ve söylediği şarkıları neredeyse işkence haline getirip duran Ozaniks, ve diğerleri; köyün büyücüsü Panoramix/Hokusfokus, köyün balıkçısı Palamutiks, şefin çaçaron karısı, Romalı komutanlar, Galyalılarla karşılaşıp pişman olan korsanlar...Romalılara karşı şu meşhur iksiri(büyücü Hokusfokus'un sihirli karışımı)içen aslan kesilir...havada Romalılar uçuşur!










Obeliks-Obelix-Oburiks, Farfaraya aşık, duygusal ve oldukça şişko (iri kemikli)bir galyalıdır..Aperatif niyetine yaban Domuzlarını bir bir götürür...küçükken sihirli iksir kazanına (Devegücütazıhızı iksiri)düştüğü için kendisine iksir verilmez ama her seferinde bu iksirden içebilmek için şansını dener... bu Galyalı karakter Asterix'in en yakın arkadaşıdır. kızıl saçları iki yandan örülmüştür. mavi ve beyaz dikine çizgili pantolonu vardır. ayrıca obelix'in bir mehiri sirtinda taşırken görürüz çoğu zaman onu çizgi romanda....Bu menhiri taşıması gücüne işarettir...Beş, altı insanın taşıyabileceği bir taşı bazen tek eliyle arkada taşır...belkide sürekli savaş halinde oldukları için kendi mezar taşını yanında taşımaktadır!..sevdiği insanlara bunlardan hediye eder! Bir de Köpeği mini mini İdefiks var...unutmayalım!

14 Haziran 2012 Perşembe

Monolit (monolith)





"2001 Uzay Macerası"İnsanlığın evrimi ve gelişimini, kendine "yararı"na olacak aleti keşfetmesini, teknolojinin geldiği son noktada yapay zeka, makine-insan ilişkisi ve nihayetinde makineleşen insanı ele alan bir filmdi...
Stanley Kubrick'in 1968 yapımı"Space Odyssey"filminin temeline yerleştirilen siyah granit blok "Monolit" kainatı yaratan ve düzenini sağlayan bir güç tarafından gönderilmişti...
Filmdeki üç bölümün ilkinde insanın doğuşu ve evrim işlenir...küçük kabileler halinde yaşayan maymun insanlar bir sabah   bir monoliti(yekpare taştan bir anıt)karşılarında bulurlar. Nereden geldiği belirsiz bu pürüssüz taşa dokunduklarında artık evrimin bir sonraki aşamasına geçilmiştir...unutulmaz sahne "havadaki kemik" ile  2001 yılına uzay çağına geçilir...ikinci bölümde bir uzay keşif grubunun ve Hal 9000 adlı bir bilgisayarın, bu sefer ay üzerinde ortaya çıkan ve Jüpiter'e bazı sinyaller gönderen monolit'in sırrını çözmek için yaptıkları yolculuğu anlatır. "Sonsuzluğun Ötesi"adlı son bölümde teknolojinin son raddesinde, kontrolü ele geçirmeye çalışan Hal 9000 isimli bilgisayar; makine olduğundan insan türünün cesaret özelliğini hesaba katamaz...hayatta kalma mücadelesini Dave Bowman kazanır...sonrasında Jüpiter'e ve aslında bilinmeze yapılan inanılmaz yolculukla   hayatın sırrının keşfedilmesi ele alınır....(insanın Jüpiter'in sonsuzluğunda ilerleyip kendi ölümüne şahit olması...)

Tanrı sembolü olarak sunulan bu taş insanlığa yol gösterimişti filmde...işte bir hafta önce Taksim meydanında metroya giderken böyle siyah bir blokla karşılaştım filmdeki "monolit"ten biraz enliceydi...uzaktaydım...aslında pürüssüz ve tek parçamıydı o an dikkat etmemişim heyecandan...ama ilk gördüğüm anda bana filmi hatırlattı...insanlar bakmadan yürüyüp geçiyordu...sonra fotoğraflarken fark ettim;siyah olan onu çevreleyen poşetti...bir iki kişi göz ucuyla baktı "kimse ilişkilendiremedi" dedim herhalde bir şeyle ya da herkes ne olduğunu biliyor!... geçmiş tecrübelere istinaden;insanlara yol gösterecek bir şeyden çok "yollarını saptıracak" bir şey olması mümkündü...nihayet ertesi gün üzeri açılan siyah esraregiz nesne bir monolit değil de bir  mağazanın dev alışveriş poşetiymiş...
2012 "Shopping Fest Odyssey "!..