5 Ocak 2016 Salı

alacakaranlık

















sanrılarıma karışmış
açık sarılar
koyu sarılar...çıldırtan sarılar!
an itibariyle
tökezlediğim patikalar
biraz oyunbaz
biraz da göçebedir ya 
tanrılar 
abesle iştigal ediyormuşum
...belki!
basiretimi bağlayıp
bas bas bağırıyor 
bitmeden gece
vurdum duymazım
oysa
sessizliği sağıyorum ya...
hem geceden
hem kendimden
açık maviler
koyu maviler
boğulduğum derin
lacivertler
çoğul
sensizlikler
ah o 
çıldırtan
şuursuz
fütursuz
yeşiller
yurdundan
vurulmuş
kan kırmızılar
yalazlarında boğulduğum
ateş dikenleri
mor
narin
orkideler
masum pembeler
kaybolduğum
ilerleyen saatler
aynalar arasında
yine çoğul
sensizlikler...
ah o
sanrılarım!

4 Ocak 2016 Pazartesi

Natura


Yukarıdaki fotoğrafta üç evrenin üç farklı sonucunu görüyoruz. Yaşayan, ölmekte olan ve ölü doğayı... İşlevsizleşen, değeri kalmayan artık ölüdür gözümüzde...Çatal ne kadar estetik olsa da artık eskimiş, yamulmuş, paslanmış... hala bir şekilde kullanılabilir ama yenisini almak onu geri kazanmaktan daha kolay geliyor insanlara... haşlanmış bir karides;hala biraz canlı görünüyor olsa da insanın yemesi için tutulmuş, yakalanmış ya da zaten öldürülmüş olan ve son olarak da dalından koparılmış, hala yeşil bir maydanoz dalı hala canlı(hepsi insanlar için)... Estetik geldiği için düzenlenip çekilmiş bir Nature Morte, Still Life fotoğraf ne derseniz... Bize yaşamın ve genel yaklaşımların acı bir özetini sunuyor.


Üzerinde çalıştığım "yeni sergi konum": "Natura"
Doğa içinde her şeyin bir "doğası", yaratılış şekli, biçimi, bir amacı ve özelliği var. İnsan yapımı şeylerde ise insan doğasının farklı "dışavurum"larını görüyoruz...Sonra "ergonomi", ihtiyaçlar, zevkler, beğeniler, estetik, işlevsellik, ucuzluk, kolay kullanılabilirlik, bozulunca, kullanıp bitince kolay atılabilirlik tüm insan üretimlerini şekillendiriyor. Ama niye bütün su firmaları sadece bir firmanın ürettiği%30'u bitkilerden yapılmış pet şişe üretmeye sıcak bakmıyor? 

Yaratılışından sahip olduğu özellikler dolayısıyla insan, her şey üzerinde egemenlik kurmak, her geçtiği yerde izini bırakmak suretiyle yaşamı şekillendirir. Ama bu şekillendirme dünyayı güzelleştirebileceği gibi onun yok olmasını hızlandırarak her geçen gün çirkinleştirebilir de...
Doğal kaynakların sonu gelmez nimetler olarak görerek, düşünen bir varlık olmasına rağmen "düşüncesizce" davranarak tüketir...tüketir... Materyalizmin dibine vurduğumuz, tüketim çılgınlığı ile gereksiz milyarlarca üretimi tükettiğimiz şu günler de aslında kendimizi tüketiyoruz...Doğayı geri getirebilir miyiz?! Ne kadarını kurtarabiliriz? Değil geri dönüşümü kendi doğamızı bile tam anlamıyla bilmezken...















Yaşam üç boyutludur ;uzunluk genişlik ve derinlik. Birinci boyut bitkisel yaşama denk düşer; ikinci boyut hayvansal yaşama, üçüncü boyut ise insansal yaşama uygundur (Borges “sonsuzluğun tarihi”). 
Yukarıdaki fotoğrafta aynı boyutta"birlikte yaşamak"tan söz edebiliriz... Ayak izleri canlı varlıkların bir zamanlar orada olduklarının da kanıtıdır ama silinip gittiğinde başka izlere bakarız!

Karbon ayak izimiz...
insanın yaşamsal, kurumların operasyonel ve üretimsel faaliyetleri ve ürünlerin ise üretim aşamasından tüketim aşamasına kadar çevreye verdiği zararın karbondioksit biriminden ölçüsüdür. Bu döngüyü yavaşlatmak için "bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı"!

Evrende her şey değişkendir ve yaratılışları ya da oluşumlarında kazanmış oldukları bir takım özellikler bünyelerinde bir kanun oluşturur. Suyun ıslak, taşın sert olması gibi... Bu değişkenlik içinde insanın özelliklerinin oluşturduğu olumlu bir kanundan ve "istikrar"dan bahsedemeyiz....zira ayrı bir konu ama insan kötü olma, acımasız olma konusunda istikrarlıdır diyebiliriz.Ying-yang ile bakarsak insanın tabi ki bir tarafı iyidir ama bu tüm insanların iyi olabileceği ya da mutlak iyi oldukları anlamına gelmez. 
İnsanın doğası, yaratılış özelliği dedik durduk geçenlerde bir yazıda gördüm; insanın hayvan ile farkı "edebi" imiş! Bu "Edep"; hayatın her yönünü kapsayan görgü ve ahlak kuralları oluyor... Daha derin baktığımızda her ne kadar bir takım kurallar ile şekillendirilmeye çalışılsa da insanın daha "edepsiz" olduğunu görmek mümkün. Zira doğanın kanunlarına göre yaşamayı başarmış olan hayvanlardır aslında! 
Arapça kökenli "adab" terimi ise çok geniş anlamlıdır ve en uygun doğru çeviri "bir şey hakkında uygun şekilde gitmek (davranma)" olabilir...Ama insan doğaya uygun şekilde davranmıyor, onun suyuna gitmiyor işte.
Sözüm meclisten dışarı; "kimileri" bilinçlenme ve doğa için savaşıyor ama kimileri rakamsal olarak ne yazık ki "diğer"lerinden çok çok az. Her fırsatta söylüyor ve yazıyorum. Hepimiz nesnelere dönüşüyoruz. Teknoloji bizim işimizi kolaylaştırırken bizi işlevsizleştiriyor, becerilerimizi köreltiyor ve duygularımızı yok ediyor.
Evrensel doğruyu ve doğruyla uyumu ya da uyumsuzluğu  ifade etmek için; "fıtratında var", "fıtrata uygun- aykırı","eşyanın tabiatına uygun-aykırı"gibi cümleler duyarız... daha çok olası olan ile ilgili değil de " eşyanın tabiatına aykırı" şeklinde, yakıştıramadığımız imkansız ya da normal şartlarda olması beklenmedik, olanaksızmış gibi görünen şeyleri ifade etmek için kullanırız ... 
İnsanlar artık bir şeylerin doğruluğu ile ilgilenmekten çok sağlayacağı faydayı önde tutuyorlar(Pragmatizm-Faydacılık) Doğru hareket bir şeyin uygulanabildiği ölçüde gerçek olduğu savına dayandırılmıştır. Eğer bir bilgi günlük hayatta işe yarıyorsa o bilgi doğrudur. Yaramıyorsa yanlıştır.Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca eylemlerin sonuçlarıyla değerlendiren ve onlara yalnızca fayda açısından bakan akıma pragmatizm denir.  

Şimdi buradan"eşyanın ruhu"falan konularına girecektim ama bir başka gerçekten bahsedeyim; uzun yazılar, paylaşımlar artık okunmuyor... Ne acıdır ki kısa tutmak lazım!Son olarak şunu diyebiliriz.Dünyanın tüm nimetlerinden yararlanarak tüketiyoruz ama bu tüketme aşamasında kendimize olabildiğince fayda sağlayarak! Sömür sömürebildiğin kadar...sonraki nesillere "zıkkımın kökü" kalsın!