22 Aralık 2016 Perşembe

"çıplak vatandaşlar"


Dünyaya doğal olarak çıplak geliriz ve o günden sonra yapay bir biçimde giydiriliriz. Sağlıklı olmayan kat kat sentetik giysilerle sıcaktan pişer, kurdeşen dökeriz. İsilik oluruz. Elektrik yükleniriz...Çocukken bir izin verseler o an çıkartır atarız... önce bize uygun görülenler giydirilir ve artık onlarla birlikte bir kimlik de yavaş yavaş üzerimize yapışır hale gelir... Bebeklerin en mutlu ve özgür hali herhalde altları, üstleri değiştirilirken ki çıplak halleridir. 
Denize girdiğimizde, suda, duşta, küvette doğal halimize geri dönerken hem hafifler hem de arınırız ama toplum içinde çıplak dolaşmak mümkün değildir artık. Bu deneyimi sadece çıplaklar kampında yaşanabileceğini düşünenler bir gün -hele hele bu günlerde- bir bunalım halinde iken kendilerini soyunmuş bir biçimde sokakta bulduklarında şaşırmasınlar!Şener Şen'in oynadığı "Çıplak Vatandaş"; Orta direk memurun geçim sıkıntısıyla girdiği bunalımı,kendini çıplak bir biçimde sokaklara attığı Başar sabuncu'nun filmini hatırlayın... 
O dönemin meşhur Emmanuelle'i Sylvia Kristel'in bambu koltuktakine benzer pozu ile afişi hep aklımda kalmıştır! 
Gelelim asıl konumuza;
Postmodern kimlik inşasının Temel öğeleri imaj ve görünüştür.İzleme ve izlenme toplumu olarak özellikle sosyal medyada performans sanatı örneklerine benzer görüntülerle daha sık karşılaşmaya başladığımızı ve ülkemin geldiği durumu düşünecek olursak bu günlerde hepimiz birer performans sanatçısına dönüşebiliriz. Çünkü bedenimiz bizim ifade aracımızdır.
“Performance” sözcüğü, gösterme, gösteriş sözcükleriyle beraber "tamamlama" anlamını da içermektedir.Bir sanat yapıtının tamamlanması, seyirci tarafından tamamlanması anlamına gelmektedir. 
Performans, malzemesi yalnızca beden olan, sahne ve görsel sanatlar alanında bedenle yeni ifade biçimleri yaratmayı amaçlayan eylemdir. Modern çağla birlikte, çağdaş sanatta devreye "yaratıcı beden" kavramı girmiş ve gövdenin gerçekleriyle toplumsal alanda bu gerçeklerin doğurduğu çelişkiler de günümüz sanatını beslemektedir.
"Performans sanatçıları insan bedenini, insan cinselliğini öne çıkarmakta,şahsi travmaları ifadeye dökmekte ya da toplumsal cinsiyet ve ırk 
klişelerini çürütmekte kullanılabilecek, alışık olunmadık derecede değişken bir araç olarak görmektedirler." 
(Heartney, 2008)
Çıplak Dünya – Naked World Spencer Tunick



   Daha önce de eserlerini paylaştığım Spencer Tunick, kitlesel (nü)çıplak fotoğraflarıyla ünlenmiş bir fotoğrafçı... dünyanın farklı yerlerinde gönüllü modellerin katkılarıyla 90'lı yıllardan beri projeler üretmekte.Fotoğraflarında kullandığı çıplak gönüllü sayısının fazlalığı nedeniyle modellerin oluşturduğu görüntü soyut bir desen ve "doku fotoğrafına" ve her çalışması bir enstalasyon-yerleştirmeye dönüşüyor.

1700 gönüllü - Münih şehir merkezi-2012Çıplak Dünya – Naked World Spencer Tunick

Yaklaşık 1700 gönüllü, Münih şehir merkezinde. 23 Haziran 2012.


Yaklaşık 5200 kişi, sabahın erken saatlerinde Sydney Opera Binası önünde. 1 Mart 2010.


5200 gönüllü -Sydney Opera Binası-2010


İsviçre- Aletsch Buzulu- Küresel ısınmaya dikkat çeken- Greenpeace kampanyası-2007

İlgili resim

Amsterdam-Europarking otoparkı- 2007


Amsterdam'daki Europarking otoparkında. 3 Haziran 2007.


Çıplak Dünya – Naked World Spencer Tunick

İnsanları Toplu Halde Nü Olarak Görüntüleyen Fotoğrafçıdan 21 İnanılmaz Kare

18.000 gönüllü -Mexico- Zocalo Meydanı-2007  

İspanya- Kursaal Kongre Sarayı ve Oditoryumu- 2006

İspanya'da bulunan Kursaal Kongre Sarayı ve Oditoryumu'nda. 22 Nisan 2006.

Belçika- Stadschouwburg Tiyatrosu- 2005

Çıplak Dünya – Naked World Spencer Tunick


Sea of Hull in in Alfred Gelder Street

People take part in an installation titled Sea of Hull by artist Spencer Tunick


Sea of Hull

Temmuz 2016'da Hull kentinin 2017'de Büyük Britanya'nın kültür şehri seçilmesi şerefine Tunick, Queen's Gardens'da "Hull Denizi" adını verdiği proje için üç bin gönüllüyü 4 farklı maviyle boyanmasını sağladı.Son iki projesinde ise 100 aynalı kadın model ile ve Meksika'da baş aşağı duran modellerle vatandaşı olduğu ABD'de Trump'ı henüz başkan adayıyken eleştirmişti...


"Trump bizim zihnimizi altüst ediyor, sinir bozucu bir histeri yaşamamıza neden oluyor. Bence her şeyin baş aşağı geldiği zor ve çalkantılı bir dünyada yaşıyoruz"
-Spencer Tunick-







16 Aralık 2016 Cuma

"işgal" - "abesle iştigal"

Tek renk değildim... hem renk, hem sesten koca bir duvardım... bazen bükümlüydü dilim, bazen çatallı,  akıcı derken yarım yamalak ağızlara sarardı hecelerim, kekelerdim korkudan, ama şarkı söylemeye başlayınca çözülürdü... çözülürdüm, dizlerimin bağı gibi, usulca bir kuytuda ağlarken...hem yoktum hem vardım; hem  çok hem de azdım... bir yandan fısıldarken diğer yandan bağıran düşüncelerimle... "neme lazım" desem de, "otur yerli yerinde şükret; karışma etliye sütlüye"; pratikte olmadı, olamadı... durumlar ve duruşlar dedim durdum ama duruşum da eylemdi...bir yandan korkuların kucağında vakitsiz alı konan, yasaklanan, yedi kat sarılıp muska yapılanlarla eşdeğer bildiklerim, öğretilenler, öğrendiklerim, kaybettiklerim; kutsal ve din dışı, totem ve tabu...yine yalnız başımayken gülümsediğim; sadece benim bildiğim ne varsa... hiç saklamadım. Ne bir ağacın kovuğuna, ne yastığın altına, ne kilitli çekmeceler içinde günlüklere. Sırlarım aynanınkiler gibi kolay dökülmezdi sadece, ayna gibi kırılmasam da lanetli olan bendim galiba!
Yalnız değildim ama yanımda kimse yoktu...tek renk değildim, rengarenktim ve bir o kadar da ahenkliydim aslında; çünkü bana soracak olursanız o dönem bir şairdim. "Sen de mi şair oldun?!" dedi babam ve hem bana hem kendine küfür etti; "eşşoğlueşşek"... olsun hiç gocunmadım, devam etmek için kararlıydım  inatçıydım tam bir keçi gibi; "günah keçisi" yapılsam da, çarmıha gerilsem de, çelmelensem, aza indirgensem, dizginlensem de...tüm heveslerim budandı, tüm sevdiklerim kutsanırken, lanetlenmiş memleketin tüm kaleleri zaptedilmiş, tersanelerine girilmişti... 

"onlar ki asit yağmurlarıyla  kutsandılar"!

Gerçek hakikatin çocuğuydu hem de  tükürüklü ağızlardan taşan "orospunun çocuğu"ydu yaftalanan benim gibi..ve babasını hiç bilmeyen bir piçti... hiçti ! 
Bir gün bir kitap buldum sahaflarda; hiç kitap okumamış babamın kitabı! İlk baskının son kitabı üzerinde  fotoğrafı vardı(ne alaka)...önce rüya sandım. Baktım kesintisiz devam ediyor hikaye; yaşadım! Hiç bir şey ifade etmedi zira yıllarca varlığını bilip yüzünü doğru dürüst hiç görememiştim. Suyun üzerinde birlikte taş sektirmemiştim. Gece horultusunu duyardım...Sabahları kapının önünde okula giderken gitgide şişen içki göbeği yüzünden ayakkabılarını anneme bağlatırken hatırlıyorum onu... Kitabın kapağı maviydi hem de kırmızı horoz ibiği gibiydi kırmızısı ama mavisini tarif edemem çünkü benim değildi...  o kitabı almak abesle iştigal etmekti belki ama aldım. Şimdi başucu kitabı yaptım! İçinden tek bir sayfa okudum. Zaten içinde bir sayfa vardı!
Hem kurban hem sunak olmak işte böyle bir şeydi sanırım ama kahin değildim...Baba ya da "dada" eklektik ve şizofrenik, frengili...ayağımın altına basan ve düşen "muz"du tastamam. Na mütenahi, şuursuz ve fütursuz ikiz elli, her birinde birden fazla tokat tomurcuklanmış! 
Anneme üzülürdüm ama yıllarca kerevizi patates diye yedirdiğini hatırladıkça...(susuyorum) sorduğum sorulara hiç tatmin edici cevaplar alamamışım...uyutmak için yıllarca dizinde sallaya sallaya sulandırdığı beynimi kurutmaya çalışıyorum, kötü alışkanlıklarımdan kurtulmaya...onu da  hiç affetmedim galiba!. Sinestetik bir estetik anlayışı içinde debelendim durdum hem renkleri savurdum hem de kendim savruldum notalarla...ölsem de gam yemem sesleri gördüm ya sonunda.
Şeker kamışı tarlalarından yürüyorum belki kekremsi tatlardan  sonra buruş buruş olan dilim, damağım, ağzım tatlanır diye... Sözcüklerime yansır belki ardından...
Kırmızı üzerine beyaz, beyaz üresine kırmızı puantiyeli mantarlardan şemsiyeler zamansız bir geçit töreninde...bu da bir rüya olsa gerek diyorum ama pek de emin değilim!
Zamanın geri döndürülemez akışı içinde kırışan çarşaflar gibiyiz; ters yüz edilmiş bir yastık kılıfı içinde yuva yapmış "hamster"larız şu dünyanın büyüklüğünü düşününce. Bazı durumlar sonsuza kadar böylece ya da öylece sürme niyetindeyken boşluğu da boş yere işgal ediyor gibi...tıpkı bazı düşüncelerin zihnimize yaptığı gibi...

1 Aralık 2016 Perşembe

Tell me the reason Why?


Her seferinde görünmez bir el tuttu elimi. Her seferinde sözcüklerimi çaldı. Ne zaman yazmaya kalksam beni engelledi...eskisi gibi yazabilsem belki...belki özgür olabilirim  dedim eskisi gibi...yudum yudum birikenler, içimden taşanlar, duvarları delip geçen düşünceler,paylaşmayınca eksilenler!
Avuç dolusu ilaçlar, yan etkiler için yeni ilaçlar, gereksiz "ihtiyaç"lar için fazladan "mesai"ler, "amitu"( barış yapma) ve "arop" (özür dileme)içinde yaşayan "Masai"lerden öğrenecek o kadar çok şey varken! 

Kulaklığı takıp, yazma girişimindeyim... "Mirage albümü"; Arubaluba, ardından Lady Fantasy de..."Tell me the reason Why?"-cümlesi kafama takılıyor...cevap yok!progresif rock ve gerçekler...

"Camel", Mirage Albümünün kapağında Camel Sigarasının reklamı yapılmıştı...



Camel'i dinlerken Barış Manço çıka geliyor birden  "İşte hendek, işte deve...ya atlarsın ya düşersin...baktın olmadı vazgeçersin" diyor. Sonra Camel paketindeki gizli özneyi görüyorum devenin bacağında... 

İşte o zaman anlıyorum durumun ciddiyetini...hastanın durumu kritik!
Görüntüler birbiri ardına "ark" yapıyor...kısa devre ihtimalim yüksek!
"At izinin it izine karıştığı" bu günlerde, kurunun yanında yaşın da yandığı, içimize, ocaklara "ateş"lerin düşmeye devam ettiği bir ülkedeyiz. Daha neler ile uğraşacağız, neler ile dayanma sınırımız test edilecek ve sınanacak? En son istediğimiz şey herhalde bir savaşın içinde olmaktı; onun da içindeyiz!? 

Bir gün  "Görsel Anlatım" dersinde slayta bir tarih koydum
2 TEMMUZ 1993" ve sordum "bu tarih size bir şey hatırlatıyor mu?" Cevap gelmedi... sonra bir görsel paylaştım; bir kibrit kutusu... "Peki şimdi"? Yine cevap çıkmadı...


Sonra "SİVAS" yazısı geldi diğer slaytta. Bir kişi atıldı. "Sivas yangını"diye...Ben"...Katliamı"
dedim ve sustum... 
Dilimin ucuna gelip de "olağan dışı ve üstü" hallerden dolayı yutkunduklarım...kuramsal dersler, kurumsal etkinlikler de kendim olmaktan çıktığım günlerde, 35 öğrenciden ikisi, üçünün derse uğradığı günlerdeyim...kitap okumayan, 35-40 bin lira okula verip 10 liralık fotoğraf baskısını yaptırmak istemeyen, geçen haftanın önemli olaylarını sorduğumuzda uzaylıların "Türkiye'yi istila girişimi" diyen öğrenciye biraz ip ucu vermek adına ölen bir devlet adamı da vardı hani baş harfi "F" soyadının ilk harfi de "C" diye hatırlatmaya çalıştığımda biraz düşünüp "Aaaa tamam Sibel Kastro" dediği günlerdeyiz...Daha önceki yıllarda İletişim Fakültesinde bir sınavda Marx'ın ve Spencer"ın sosyoloji kuramıyla ilgili bir soruya bir bayan öğrenci "Marks ve Spencer"ın Bağdat caddesindeki mağazasından alışveriş yapıyorum diye cevap yazmış, yine bir fotoğraf çalışması için üç "obje" çekin dediğimde ise yan yana çekilmiş üç "oje" fotoğrafı(evet oje şişeleri de birer obje ama...),sonra temel geometrik formlardan bir küp fotoğrafı çekin dediğimde içinden altınlar saçılan topraktan bir küp gelmişti...Unutulmazlar arasına girmişti bu çalışmalar...yakında "sakallı bebek doğacak" ve dünyanın sonu gelecek!

 
"Goygoyrail" grubunun "trol"ü bir yana kendimi bir"strumpf"a benzetiyorum artık:"Şirin baba"ya... ama suratı biraz asık bu günlerde...
Görüldüğü üzere artık hiç bir şeye konsantre olmak ve baştan sona bir konu hakkında yazmak mümkün değilmiş gibi görünüyor benim için. (Bir başka deyişle, 2011 yılından 2016 yılına kadar düzenli yazdığım bloğumda yayınlanan bununla 681'e ulaşan yazı ve paylaşım kafamı toparlayabileceğim bir tarihe kadar aynı yerde sayacak gibi görünüyor.) Zevkle ve şevkle klavyenin başına oturduğum günlerden sonra bu yazı bile zor geliyor...Umarım bu "bir veda yazısı" olarak kalmaz! Sevgiler herkese, hepinize!