15 Mayıs 2015 Cuma

"Metamorphosis"

Leonie Gené ve Joerg Duesterwald iki vücut boyama sanatçısı... "Metamorphosis" adlı projelerinde insan vücutlarını boyayarak doğanın bir parçasıymışcasına kamufle etmişler... 2008 yılından beri farklı mevsimlerde yaptıkları çalışmalar  takvim olarak ilk kez 2011 yılında yayınlanmaya başlamış... Bu çalışmalarını fotoğraflayan sanatçılar Laila Pregizer ve Uwe Schmida... Görsellere sonradan Photoshop müdahelesi yok!













Anlam Denizi-2-

Anlam sözcüklerle sınırlı değildir... Her sözcüğün bir biçimsel yanı (sesçil ve yazısal yapısı), bir de anlam yanı (biçimin taşıdığı bilgi yanı) vardır...
Bazen sesler anlamı yansıtır; Guguk kuşu ötüşünden alır adını... Türkçe "guguk", İngilizce "cuckoo", Fransızca "coucou", Almanca "kuckuck", Yunanca "kokkyx", Rusça "kukushka", Macarca "kakuk" gibi...










Guguk kuşu demişken ister istemez ilginç hikayesine bağlamam söz konusu... Bu kuşcağız asla kendi yavrularına bakmaz. Gözlem altına aldığı bir başka kuşun yuvasında kendi yumurtasını bırakırken diğer yumurtayı  yok eder! Yumurtasını fark edilmesin diye gözlemlediği kuşun yumurtası renginde yapabilmesi  ikinci ilginç durum... Üçüncü ilginçlik ise yumurtadan çıkan yavrunun diğer yumurtaları sadece kendisinin bakılabilmesi ve hayatta kalabilmesi için aşağı atması... Dördüncüsü ise zavallı küçük bakıcı kuşun kendisinden kat kat büyük bu yavruya bakması! Bu iki kuşun durumlarına anlam vermek ve dilimizdeki "Kuş beyinlilik" deyiminin de  tam anlamıyla anlamını oturtabilmek mümkün değil! "Akıl beyin büyüklüğü, beyin de  vücut ve kafa büyüklüğüyle orantılı" desek bu sefer kaktüs dikenlerini ağaç gövdesindeki deliklerden  kurtçukları çıkartıp yemek için kullanan, Galapagos adasında yaşayan bir ispinoz türüne ne diyeceğiz!

Neyse konumuza dönelim!
Aynı nesne için çeşitli dillerde tümüyle ayrı adlar bulunabilir... Türkçe"kitap", İngilizce "book", Fransızca "Livre", Yunanca "biblos", Rusça "kniga", Macarca "könyv"gibi...
Bazı sözcükler bileşik sözcüklerden oluşabilir;iki sözcüğün ayrı ayrı anlamları birleşerek yeni sözcüğün anlamını oluşturur. Türkçede "eldiven"önceleri "el" ile "tügmek"(bağlamak-sarmak) ın birleşmesiyle oluşturulmuş... "eltügen"  sonra "eldüven"e oradan da eldivene dönüşmüş...
"Eldiven"-"Handschuh" (hand, el, +shoe, ayakkabı)
"Yüksük"-"Fingerhut" (finger, parmak, + hut, şapka) gibi...



"Yüksükotu" ise adını yüksüğe benzerliğinden almış...
Bir kelimenin birden fazla anlamı(çokanlamlı)olabilir; açık, baş, can, dil kelimeleri gibi ...

Eşsesli olabilir, eşanlamlı olabilir,eş yazımlı olabilir ya da hem yazımları hem de söylenişleri benzeyebilir...
Medeniyet-uygarlık,imkân-olanak,sınav-imtihan, mesele-sorun gibi Türkçede eşanlamlı(anlamdaş) kelimelerin birisi genellikle yabancı kökenlidir...

                     -DEVAM EDECEK-

14 Mayıs 2015 Perşembe

Anlam Denizi-1-














DERSİN BİTTİĞİNİ HABER VERMİŞTİ ZİL... AMA AYNI ZİL DERSİN YENİDEN BAŞLAYACAĞINI DA HABER VERECEKTİ BİRAZ SONRA... İKİ ZİLİN SESİ DE AYNIYDI, OKULDA O GÜN VE HER GÜN ÇALAN ZİLİN SESİ AYNI... AYNI UZUNLUKTA, AYNI NOTADA AMA HER ÇALIŞINDA ANLAMI DEĞİŞİYORDU...

(BİZİM ZAMANIMIZDA OKUL ZİLİ BİR HADEME TARAFINDAN ÇALINIRDI. HADEMENİN PSİKOLOJİSİ VE İŞ YOĞUNLUĞUNA BAĞLI HER ÇALIŞ; ZİLİN HER VURUŞU VE TINISI BİR ÖNCEKİ YA DA SONRAKİNDEN HER SEFERİNDE FARKLI OLURDU... OLURDU DA NE DEĞİŞİRDİ DİYECEKSİNİZ! HAKLISINIZ BİZİ İLGİLENDİREN ZİLİN NASIL ÇALDIĞI DEĞİL; ZİLİN ÇALMASIYDI... YILLAR İÇİNDE ZİL, KAMPANA ELEKTRİKLENDİ... HATTA DEĞİŞİK MELODİLİ KAPI ZİLLERİ VE MÜZİK YA DA ŞARKI DA ÇALINIR OLDU...)


TEKRAR BUGÜNE VE ÇALAN ZİLE DÖNELİM... KAÇINCI ZİL OLDUĞUNA BAĞLI TENEFFÜSLERİN SÜRESİNİ BİLDİRİRKEN OKULUN KAÇ SAAT- NE KADAR SONRA PAYDOS EDECEĞİNİ DE BİLDİRİYORDU... HEM EMİR EDİYOR, HEM SABIRLARI SINIYOR, HEM DE ÖDÜLLENDİRİYORDU! ZAMANI DUYUMSATIRKEN KURALLARI VE SİSTEMİ DE KAZIYORDU BEYİNLERE... MOTİVE ETMEKTEN ÇOK KOŞULLANDIRIYORDU...

-DEVAM EDECEK-

13 Mayıs 2015 Çarşamba

viyadükten, üst geçitten... Kendiliğinden şiir-3-

















dün yine viyadükte
kendi kendini temizleyen
dev süpürge
yol arıyordu
başım kazan
sol şeritte
oyun bozandı biraz
biraz da
zamansız
Çernobil
Kenan
ve
Evren...
biraz metafor
biraz metastas
toplum düşmanı
hazımsızlar
"Nazım"sızlar
derme çatma
gece kondularda
uykusuz nabızlar...
dün yine viyadükte
size gelebilir
biraz hödükçe
döküldükçe
döküldü
dumanı
külünden önce
tüm ağızlar kuru
tüm çıkışlar dolu
yol arıyordu
yol almak için dev süpürge...
sağa geçenler
güncellenmiş soytarılar
eklemlenen tabular
boy aynası yine
facebook
ve dahi
içbükey yalnızlıklar...
dün yine üst geçitte
girişimci bir  aşçı
kendisi yerine
bir ilanı astı...

12 Mayıs 2015 Salı

"melek"-kendiliğinden şiir-2-






















Ölümümden beri kalbimde
senin sonsuz akışın
bu surette
boşlukları dolduruyor
kaçınılmaz bir biçimde...
kanatlarını kısmış
şimdi yorgun bir inişte
yansımalara düşüyorsun
gerçeğin yüzüne
gevşemiş
duruşundan
parmak
parmak
tüm sevgilerin içinden
bir bir
bir biçimde
bir şiir
acımasızca dürüst
bir sonraki uyakta
bir o kadar da savunmasız
güvenli sandığı
koyakta...
düşüyorum
seninle
aynı biçimde
tek farkı
sen "iniyorum" diyorsun
sadece...

*Fotoğraf: Hiper-realist heykeltıraş Ron Mueck'in balmumundan çalışması "Angel"

*Aklın denetimi olmadan özgürce ve  kuralsız "kendiliğinden şiir"... Rüyalardaki gibi özgür, hiç bir şey hiç kimsenin malı değil, kimseye ait değil sözcükler sadece o an aklıma girip dilimin ucuna varamadan kaleme koşanlar sözün uçuculuğuna karşı... içimizden geldiğince özgür "Kendiliğinden şiir" kendi gerçekliğinde, biraz incelikli, nükteli, mutlak değil "göreli"... Biraz gerçeküstücü, biraz dadaist, biraz inançlı biraz ateist, biraz lümpen biraz senden, biraz benden!

11 Mayıs 2015 Pazartesi

kaybetme ve kaybolma, silme ve silinme üzerine -2-

...Tuhaf bir duyguydu ağırlığını hissedememek ya da yer çekimini! Ama çok kısa sürdü...Var olmanın dayanılmaz ağırlığı ile dert küpü, gam yükü dünyada...



Kapatmak  zorunda kaldığınızda  ya da kapatıldığında- ki bu ölüm demek oluyor-asla bilgisayarın işletim sistemi gibi yeniden ve "normal" olarak başlatamayacağınız bir hayat... Kimileri için gerçeklikten kaçış bileti olan teknolojik oyuncaklar ile  nereye kadar avutabiliriz kendimizi... Zamanın ruhunu ne kadar duyumsayabiliriz bu yoğun bocalamada...
Varsa yoksa bir küçük düğmeye ya da ekrana dokunarak tüm hayatımızın değiştiğini zannedip sırf bununla yaşayanlar arasında otomatikleşen hayat ve onun aksesuarları... Özünde var olmaya çalışıyoruz var olmanın yüklerini hafifletmek için her yolu deniyoruz, iz bırakmaya çalışıyoruz geçtiğimiz her yerde hem kendi egolarımızı tatmin etmek hem de kalıcı olmak için belleklerde... Fotoğraf "çekiniyoruz" helada bile anı yaşamadan anın mesajını gönderiyoruz ama "Evren"den bize gelen mesajları okumasını beceremiyor ya da okumadan çöp kutusuna yolluyoruz!



Ne kadar çabalarsak çabalayalım her şey çok çabuk siliniyor! Silinecek... Fotoğraflar, adlar, soyadlar, yanlış yazılan ünvanlar... 

Yıllarca çabalayarak kurduğumuzu zannettiğimiz küçük cennetimiz bir çırpıda  bir serap gibi yok oluyor... Güven duygusu yerini "paranoya"ya bırakıyor. Güzel anlar ile beslenmeye ve yetinmeye çalışırken zamanın en küçük parçaları anlar cehennem azabı veren aylara hatta yıllara dönüşüyor... Değişim, dönüşüme, kitabına uyduranlar yumuşakçalar gibi kaypaklıkla prim yaparak hayasızca yaşarken  dünyaya kazık çakacaklarını sanıyor oysa siliniyoruz! 
Macera istemiyorum artık yenilik istemiyorum... Bilindik ve kontrollü bir yaşam ve ondan alınan tat bana yeter...Çünkü hızına yetişemiyorum; Dünyanın hala  aynı hızda döndüğünü zannetmeyin! Teknik olarak dünyanın ağırlık merkezi değişiyor, küresel ısınmanın etkileri, Schumann rezonansının artması ile-7.8 herz-24 saat şu anda 12 herz- 16 saat olarak yaşanıyor; yani akrep ve yelkovan kadranın üzerinde eskisinden daha hızlı biçimde dönüyor! Küresel ısınma, dünyanın ağırlık merkezinin değişmesi ve diğer bir çok sebepten dolayı dünyanın dönüş hızı artıyor...Bilgisayarlar ve teknoloji dünyayı hızlandırıyor...silinmemiz hızlanıyor!

6 Mayıs 2015 Çarşamba

kaybetme ve kaybolma, silme ve silinme üzerine -1-

... ne zamandı bilmiyorum tüm sevdiklerimi kaybetmiştim, kendimi kaybetmiştim; bir daha  da bulamadım!

Korkularım vardı... Öfke ve öfke nöbetlerim; var olmak işte böyle bir şeydi!  Hayatın güzel yanlarını göremeyecek kadar örselenmiştim... Mutsuzdum... Tatminsiz, amaçlarım olsa da çaresiz... Tutkularım vardı, gülüşlerim vardı ağaç kovuklarına sakladığım... İlaç niyetine umutlarım dolunaylı gecelere yamadığım... ama hepsi yitip gitti bir bir...
Önce sesim yok oldu ardından görüntüm; kimse fark etmedi!
Nasıl oldu durun size anlatayım! Yavaş yavaş hem derinden hem de yüzeyden ; hem sinsi bir hastalık gibi hemde iki kaşımın arasında cerahatli bir siğil gibi... Önce 6.his zannettim  içten içe hissettiklerimi  sonra da kaşlarımın arasında çıkanı üçüncü göz! Sonra renk körlüğüyle beraber tüm kokular da kayboldu... Dengem yitip gitti ardından nefesimin ılıklığı yavaş yavaş... Sesim yoktu artık... Bakışım ve görüntüm... Kimse anlamadı, kimse fark etmedi! Elim kolum tutuyor sanıyordum ama görüp hissedemiyordum...sonra dedim galiba biri beni siliyor! O silmeden ben sileyim; o zaman daha kolay olur!
Sesimden geriye kalan bir kaç cılız notayı sildim önce! Nasıl diye sormayın! Benim işim bu; önce kaydederim sonra da silerim! Nefesim ılıklığı gitse de yerindeydi; tüm işleri bitirene kadar silmedim... Belgeleri sildim tüm yaşanmışlığımla ilgili... kafa kağıdımı, banka hesabım, internet ve kart şifrelerimi, telefon numaraları, yazdıklarım, çizdiklerimi, saçlarımda tiftiklenmiş bulmacaları... Hepsini sildim... Hatıralarıma önce kıyamadım, eski eşyalara ve onca fotoğrafa, onca kitaba... hepsinin üzerinden şöyle geçirdim avuç içimi sanki inceden tozunu alırmış, bir kediyi okşayıp severmişcesine... Hatıralara göz atmak için gözlere gerek yoktu... Silmeye kararlıydım biran önce gitmeye.... Kilolarımı sildim  sadece silip silemeyeceğimle ilgili kuşkularımı silmek için sonra sınırları, çerçeveleri sildim... Gider ayak ayak izlerimi... kuruntuları, karanlıkları, gölgeleri, sabırsızlıkları ve sabrı beraberce... Mesafeleri sildim zira kazandığım ve kaybettiğim mesafeler dengesiz bir biçimde birbirini dengeliyordu...

Bundan sonra yazdıklarımı okuyup okuyamayacağınızı da bilmiyorum çünkü yazıp yazamadığımı bilmiyorum... Ya sizi de kaybedersem!

















Fotoğraftaki görünmez adam  Çinli Sanatçı Liu Bolin  yaklaşık 10 saat süren boyama çalışmalarıyla kendini kamufle etmeyi fazlasıyla başarıyor. Böylesine olmasa da kamufle olmaya zaman zaman biz de ihtiyaç duyuyoruz!

5 Mayıs 2015 Salı

Hayattan rengi alın; geri neyi "color key"!

Renk: Farsça "renk", "boya", "kan", "utanma" gibi anlamları olan "reng" kelimesinden gelmekte... Gözümüzde yer alan yaklaşık 6.5 milyon renkli, 120 milyonda renksiz algı hücresiyle  hayatın içindeki renkleri algılarız...Kırmızı, yeşil ve mavi arasında değişen 150 renk tonunu görebiliriz. Bilim insanları, insan gözünün yaklaşık  10 milyon rengi ayrıt edebildiğini tahmin ediyor… Bu algılama üç aylık bir bebek iken öğrenmeyle başlar ve gelişir... Yeni doğan bebekler üzerinde yapılan incelemeler sadece mavi renge tepki verdiğini ortaya koymuş...
Araştırmacıların bir bölümü evrimin ilk sürecinde beri genlerimize işleyen bir bilginin mavi renk olmasının denizde yaşayan hayvanların ortak olarak gördükleri gezegenin en yaygın rengin mavi olmasına bağlıyor.... Bebeklerin çoğunun ilk doğduğu anda gözlerinin  mavi olması,anne karnında bebekleri sarmalayan jellerden birinin de yine mavi olarak tanımlanması  da diğer iki ilginç yan!

İki gözün ayrı ayrı renk tecrübeleri yaşayarak gelişmesi sonucunda sosyal hayatımızda bazı renkler konusunda görüş ayrılığına düşeriz. Bir kişi maviye daha duyarlı gözlere sahipken, diğer gözün referans renginin yeşil olması görülen rengin mavi mi, yeşil mi yoksa türkuaz mı olduğu konusunda ayrılığa düşmesine neden olabilir ve bu ayrılığa düşme sıklaştıkça kişi kendini renk körü olarak hissedebilir... Gözlerimizin renk repertuarını genişletmek bu gibi sorunların yaşanmasını engelleyecektir ama bu "repertuar"ı genişletmek bazı durumlarda mümkün olmayabilir; zira yaşanan coğrafya bu repertuarın sınırlarının belirleyicisidir. 
Namibya'da Himba kabilesi Avrupa coğrafyasında yaşayan ülkelerdeki insanların aksine yeşilin bir  yeşil tonlarını görebildikleri kanıtlayan araştırmalar bunun ispatıdır... Yeşil renge karşı bu duyarlılık kabilenin yaşadığı coğrafyada ormanlık alanlar ve yeşilin farklı tonlarında ağaçlar olması sonucunda  gelişmiş... Coğrafya ve çevre koşullar insanın yaşadığı çevre estetik-sanat anlayışını mutlak surette etkiler. Çölde yaşayanların evleri çöl toprağının renginde iken içleri rengarenk, tam tersi çok yeşili ve rengi olan coğrafyalarda ise evlerin içi oldukça sade ve renksiz olabilir…
Renkleri görebilmemizi  etkileyen diğer bir unsur ise "dil" dir. Kullandığımız dilin içinde renkler için olabildiğince çok tanımlama olması o renkleri görselleştirebilmemize ve görüp ayrıt etmemize katkı sağlıyor. 
Bu tanımlamaların azlığı o renklerin unutulmasına neden olmakta! Oysa dilimizdeki baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, gülkurusu, kavuniçi, narçiçeği, ördekbaşı, , tavşankanı, vişneçürüğü, yavru ağzı, kemik rengi gibi renk tanımlamaları gerçekten tonlar arasındaki farkı görebilen ama ifade edemeyenlere yardım edecek bir rol üstleniyor. Bir çocuğun kelimeleri yeni öğrendiği dönemde bazı nesnelerin renklerini yanlış ifade etmesi de henüz dil ve dilbilgisi kurallarını öğrenmediği için... Gözlerden gelen bilgiyi hangi kelimeyle eşleştirmesi gerektiği konusunda yaşadığı kararsızlık çelişki yaşamasına ve yanlış cevaplamasına yol açabiliyor.... 

Kırmızı rengin dikkat çekiciliği gözün ona olan yabancılığından kaynaklanmakta... 

Yani hayatımızın, yaşam alanlarımızın içinde doğal ya da yapay olarak o renk ne kadar yer alıyorsa o renge karşı duyarlılığımız da buna bağlı değişip gelişiyor... Çok şanslıyız bu kadar renk ve o renklerin  tonlarıyla bezenmiş dünyayı algılayabildiğimiz ölçü ne olursa olsun; bir çok hayvanın dünyasında ne yazık ki renk yok! 
    
HAYATTAN RENGİ ALIN; GERİ NEYİ KALIR Kİ?!  Sloganı bana "Color key" daha doğru değişiyle "choroma key" i çağrıştırdı...  Bu teknik genel olarak, görüntüde yok ederek yerine başka bir görüntü giydireceğiniz rengi fon olarak seçme prensibine ve fon olarak seçilmiş bu mavi veya yeşili-eşit şekilde aydınlatılmış arka plan-ın önünde bulunan bir kişi veya nesnenin, başka bir video görüntüsü veya resim üzerine bindirilmesi esasına dayanır... Greenbox,bluebox...   Bu teknik (İlk olarak Larry Butler tarafından 1940 yılında çekilmiş Bağdat Hırsızı (The Thief of Bagdad) filminde kullanılmış)...

"ÖNCESİ" VE "SONRASI" aşağıdaki "Mimoza" 2010- Kısa filmimden fotoğraflar için kullanmak istediğim bu iki kelime bugünlerde bir reklam ile beynimin derinliklerine işlemiş; "Ayak detoks bandı"... Bu bant ile dahi hayatın renkleriyle yüzleşiyor ve şaşırıyoruz bir kez daha!!!!!!!! Hayatımızı renklendiriyor!













Toksinleri vücuttan atarken bile beklenmedik tuhaf oluşumlar ve renklerle yüzleşiyoruz...Reklamda Tv de sürekli "öncesi" ve "sonrası"nı sözlü ve görsel olarak defalarca tekrarlıyor, ayaktan, ayak tabanından "iğrenç" renkler çıkıyor!...









Bahar geldiğinde tüm insanların doğada olduğu gibi bir yenilenme içine girdiğini, yaşamımızdaki renk "skala"sının da genişlediğini söylemek mümkün...
"DYO HAYAT SANA YENİLE DİYO?" sloganı ile bu yenilenmeye gönderme yaparken ses benzerliğini kullanmış... 
Dildeki bu ses benzerlikleri çağrışımlar yoluyla hayatımızı renklendiriyor!
Ben de zaman zaman birinin sözünü hatırlatmak için  "Christian Dior ne diyor" cümlesini, yaptığım bir iş içime sindiğinde "Sindirella" gibi yakış-yapıştırmaları kullanırım... Biraz Ferhat Şensoy'un "Her ihtimale karşı" "Kadıköy"üne ya da "işteyim yani burada!" repliğine benzer, Levent Kırca'nın " skeçlerindeki "Can boğazdan gelir"-"Can nereden böyle Sarıyer'den mi?" repliklerini andırır biçimde...Dildeki bu tarz küçük oyunlar hayatı renklendiriyor işte!