31 Ocak 2013 Perşembe

ARAYÜZ













PENCEREDEN SIZAN GÜNEŞ BİLE

YETMİYOR!
KAĞITLAR
NOTLAR...
OTOMASYONDA
KAYBOLDUM
...
ARAYÜZDE ARA BENİ
BELKİ BULURSUN
EXCEL TABLOLARINA
SIKIŞMIŞ
SEVGİSİZ
DONUK YÜZLERDE...
ÇIK DIŞARI YÜRÜ
BELKİDE
İKİ BLOG
ÖTEDE TÜM CEVAPLAR...
KAÇINCI BARDAK KAHVE
BİRBİRİNE BENZER SOYADLAR
LİSTELERDE...
PROJELER
DOSYALAR...
IŞIĞIMI KAYBETTİM
KAYBOLDUM
ARA BENİ!
BELKİ BULURSUN
ARAYÜZDE
EXCEL TABLOLARINA
SIKIŞMIŞ
SEVGİSİZ
DONUK YÜZLERDE...



*Kullanıcı arayüzü, veya kullanıcı arabirimi  (İnsan Makine Arayüzü) insanların bir makine, cihaz, bilgisayar programı ya da karmaşık aletlerle etkileşimini sağlayan yöntemlerin bileşkesine verilen ad....

" iz"

















Nasılda deldi geçti bir söz
parmak uçlarımı
hiç bir iz kalmadı
sanki hiç yaşamamışsın gibi...
drenaj
stopaj
kolaj...
ister fildişi, ister sırçadan
bir kulede
yapar gibi nazire
umursamaz kargalar
kondukları dalı nafile...
kamuflaj
nikelaj
kolaj...
holistik düşüncelerden
yeni bir yaşam kurgusuna
zamam tekrarlar durur
kapı kullarından seyirtmeçlere
hep aynı hikaye...
sürünceme
ezberleme
kekeleme
sobeleme!..

Arkadaş























Arkadaş bazen önde yürür
yol gösterir, korur...
bazen arkada yürür,
mütevazidir,gölge etmez...
arkayı korur sanırsın 
arkaya sığınır!
yanında yürür
karındaş gibi yanında olur 
ya da beklemediğin bir anda
kalleş gibi arkadan vurur!..

Sözüm meclisten içeri-dışarı; meclisin her yerine!
Gerçek dostlar, arkadaşların arasında sahteler sırıtır bir bir...yıllar içinde hepsini gördüm, yaşadım...hayattaki arkadaşlarımın çoğu dağıldı;eşlerinin, işlerinin kölesi olup sustular...sistem susturdu, insanları birbirine küstürdü, kırdırdı...."Her koyun kendi bacağından asılır" diyecek şimdi üç beşi"...o üç beşine her yol mübahtır demiş ya sistem!..ve giydirmiş ya o maskeleri... 
Sistem içlerini boşaltırken kimilerinin, benim gibi kimilerine de"sitem" dolduruyor!
Anladım!..iş yerinde de arkadaşlık ancak bu kadar oluyor...

Gerçek dostlar kendini bilir...onların yeri her zaman ayrı...yarası olan gocunsun! 
yine "giydirmişsin" diyecekler...olsun varsın ne olacaksa olsun! Zaten ne geldiyse başıma "dilim" yüzünden gelmedi mi!? 

...
yaktım gemilerimi
dönüş yok artık geri
tak etti canıma bu maskeli balo
bu maskeli balo
ve onun sahte yüzleri...

...
ve arkadaş!
"arkadaş" diyorum bak yine!..
ama yalan oldu
ortak olmak her sevince, 
her derde, kedere 
yalan oldu
yürümek ömür boyu, beraberce...

29 Ocak 2013 Salı

saz ve caz


Bu bir mektup olsaydı; alışıla geldiği üzere bir iki sevgi ve saygı hitabı ile başlardı...ve doğal olarak mektup birine, bir yakın, bir sevgili, bir aile büyüğü, Güzin Abla'ya, bir arkadaşa ya da resmi bir makama yazılırdı...ama bu bir mektup değil...keşke mektup olsaydı...elde yazılmış...keşke yeniden mektuplar yazabilseydim!(istifa mektubu dışında...onu da pc de yazdım). Bu günlerde parmaksız eldivenleri içinde üşüyen parmaklar ve üşüyen bir yürek ile Bukowski'den halliceyim dostlar!

 "Anlayana sivri sinek-saz, anlamayana davul-zurna az"!"Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar", "Meyve veren ağaç taşlanır"...atalar söylemiş ama yine de hiç bir şey değişmemiş! gerçekler acıdır ve kimse gerçekleri tüm çıplaklığıyla görmek istemez; bu yüzden onları biraz giydirirler...şu an her zaman olduğu gibi gerçekleri dile getirmemin faturasını ödüyorum ve sonuna kadar ödeyeceğim (bu söylediklerim iş hayatı ve mesleki kariyerim adına aldığım kararlar ile ilgili )...bir kaç blog yazısı sonra bu konuda aktaracaklarım ile biraz daha durulur öfkem umarım!..ama asla susmayacağım! Sazlı sözlü ifade etmeye devam edeceğim kendimi...Eski ruhumu yakaladığım bu günlerde kendimi yeniden müziğe verebileceğim için mutluyum! Sözün bittiği yerde müzik başlar!..
Şöyle bir söz var yine şu an ki duygularımı ifade eden:"şişman kadın daha "arya" söylemedi"...beni tanımaya gayret göstermeyen, istemeyenler var...saygı duyarım, lakin beni tanımadan benimle ilgili yargılara varanlara ne demeli!..ben "caz" yapmıyorum...ama iyi bir dinleyiciyim!..
Halk müziğinde çalgılara genel olarak saz denir...Klasik Türk Müziğinde bestelenmiş saz semaileri vardır...Türk Sanat Müziğinde de saz heyeti, ince saz gibi olgular ile karşılaşırız...Türk müziğinde keman, ney, tambur, kemençe, ut, kanun, daire vb. çalgılardan ve okuyuculardan oluşan, fasıl yapan topluluğa "ince saz" denir...dinlerken ortamda illaki bir "büyük" olması alınan keyfi ikiye katlar...Dedem "ajansı "bitirip, ince saza geçerdi tranzistörlüde...masada biraz beyaz peynir olsa yeter...özel bir şeye gerek yok; Allah o gün ne verdiyse...rakısı tatlansın diye "hadi batırın parmaklarınızı "der, üç kardeş sırayla parmağımızı rakı bardağına daldırırdık...sonra parmağımızı yalardık...yavaş yavaş daldırılan parmak sayısı arttı, yıllar su gibi aktı...şimdi kadeh tokuşturacak yaşa gelip çoktan geçmiş bir şekilde; değil kadeh tokuşturmak kimseyle bir şey paylaşamıyorum yüz yüze! Ama ritüeli  yerine getirmek için diğer bardağa vuruyorum...işte o ses müziklerin en kısası olsa da en güzeli!..Sağlığına Aydın Ağabey!..ya da şerefe!



27 Ocak 2013 Pazar

pisi pisi-ne

Hayatta her zaman pisi pisine kaçırdığımız, kaybettiğimiz şeyler var!..takımların maçları, şampiyonluklar,sınavlar, şans oyunları, çekilişler vs.vb...ama bu kayıplardan en acısı ölüm; Safra kesesindeki stendin değişimi gibi basit bir operasyon için yattığı hastanede vefat eden ünlü gazeteci Mehmet Ali Birand'ın ölümü için  "pisi pisine" yakıştırması yapılabilir!..Boş yere, boşu boşuna!
Cağaloğlu'nda, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün bulunduğu 150 yıllık konak, 24 Aralık 2012'de yanmıştı...pisi pisine mi?! Ben bu görüşe katılmıyorum! Kötü bir espiri olacak ama "pisi pisi"ler  olsaydı binada kabloları kemirerek yangına sebebiyet veren fareler de olmazdı, yangın da! 
Göz göre göre-seyirci kalarak, kulak duya duya-kulak misafiri kalarak, kah basireti bağlanarak, kah duyarsızlaştırılmış at gözlüklü vatandaşlar olarak, kayıtsız kalmaktan, özdeşleşememekten, sahiplenmemekten, umursamamaktan, önemsememekten, tahmin edememekten, düşünememekten, imkan ihtimal-olasılık vermemekten pisi pisine gider bir çok şey işte böyle!..
Yangın olur biz yangına gideriz; itfaiye vardır, sokağa giremez, girse ya suyun tazyiki yoktur ya da merdiveni kısa kalır...Benzer bir duruma yıllar önce "Odakule yangını"nda şahit olup fotoğraflamıştım!

















Orhan Veli gibi Belediyenin açtığı bir çukurda ölüm pisi pisinedir!( Aslında çukura düşüp başından yaralanmış, yanlış tedavi uygulanmış...beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşılmış ama iş işten geçmiş...işte bu kadar ucuz hayatlarımız!)




Kedileri çağırırız pisi pisi..."pusy pusy"...pusy cat...başka anlamları da var tabi...ama konuyu dağıtmayalım!İngilizce anlamlardan çok biz türkçe üzerinden yani "pisi"den devam edelim...
kediye pisi, pisicik ya da pisi pisi demek sevimli olan bu hayvancağızı daha da sevimli kılar çocuk dilinde...kedilerle iletişim kurma amaçlı bu çağırma biçimi ilk Mısırda keşfedilmiş!
Sadece "pisi" demek kediyi çağırmakta pek etkili değilse de dikkatini çeker!





Aslında "s" sesinin melodik biçimde tektarlanması bile yeterli! 













Halk oyunları, dans, bale gibi sahne sanatlarında ayağa giyilen düztaban deri ayakkabıya da pisi pisi denir...























Çocukken Pisi pisi otuyla hepimiz oynamışızdır...Latince "hordeum murinum".Yabani bir bitki olup doğada otların arasında karşımıza çıkar... başağa benzer; uzantılarındaki kancalar ile kumaşa yapışabildiği gibi kedi ve köpeklerin tüylerine de yapışır ve yapısı gereği ileri doğru tek yönlü hareket eder, ilerler...kedi ve özellikle daha fazla hareket eden ve  dolaşan köpeklerin kulak, burunlarından kaçarak, iç organlarına, gözlerine, patilerine zarar verebilir...hatta insanların bile dikkat etmesi gerekir! Biz çocukken avuç içinde elleri ovuşturarak ileri doğru hareketini seyrederdik...bir de sivri uçu iyi saplandığı için dart oku gibi birbirimizin üzerine fırlatırdık!




"Arizona Dream" filminde-yüzüşü yan da olsa- havada denizde yüzer gibi süzülen balık kuzey denizlerinde devasa büyüklüklere ulaşabilen pisi balığıdır...




(catfish)-(yayın balığı da deniyor)Pisi balığını kedi balığıyla karıştırmamak lazım!..


24 Ocak 2013 Perşembe

numune-lik


Tek kalan, eşi, benzeri olmayana, türünün son örneğine "numunelik" deriz...başkalarının cesaret edemediğini yapacak kadar "çatlak" olmak, ya da kimsenin değer vermediği bir şey ile kafayı yormak da bu yakıştırma kapsamındadır! Arkadaşlarım beni numunelik bulur! Hatta eski eşya merakımı bilen ve istifa ettiğimi duyan öğrencilerimden Derya "siz bir dükkan açın!"dedi...ben de "vitrinde ben dursam yeter!" dedim...Neyse kendi  fotoğrafım yerine Mr. Bean ile idare edeyim dedim! Numuneye "örnek", "göstermelik" diyebiliriz! Hayatın içinde yaşanılana, yapılan işe bağlı numuneler ve numune alma yöntemleri vardır. Genellikle bütünden bir parça alınarak yapılır bu işlem...alınan ya da verilen numune bir parça olmasına rağmen aslını imler...sadece bazı veriler elde etme, değerlendirme, ölçme, biçme yapmak, tetkik etmek için örnektir. En çok inşaat ile ilgili malzeme örnekleri,dekorasyon ile ilgili duvar rengi, döşemelik kumaş, perde gibi  seçimler için, laboratuvarda ise tahlil amaçlı kan, idrar, dışkı, doku vb, numunesi alınır-verilir... gıda ve ilaçlar  ile ilgili  de Hıfzıssıha'da numuneler üzerinden tetkikler yapılır...Yine en çok da bozulan, kırılan bir eşyanın, makinenin parçasını(isim koyamadığımız bu parçaya "zamazingo" deriz) numune olarak elde dolaştırılarak kapı kapı arar; fiyat yüksek ise ya da bulunamıyorsa, orijinal yerine yan sanayi ürünlere bakarız...o da söz konusu olamıyorsa "sanayi"de ya da mahallenin her işe el atan tamircisinde konu çözülür...benzerini yapabilecek gerçek sanatkarlar her zaman bulunur!..


Biten pilin, ipliğin, yünün bile aynısını ya da muadilini  alabilmek bazı kişiler için numuneye bağlıdır. Numuneler yanıltıcı olabilir; özellikle boya renkleri...gerekli işlemler için miktarı, eni boyu yetersiz olabilir... bir ürünün numunesi aslından daha kaliteli, güçlü, dayanıklı vb.vs.dir. Operasyon ile insan vücudundan bazı parçalar alınır "iyi -kötü huylu" mu bakılır,kültür üretilir, zemin etüdü, beton dayanıklılığı yine numune ile yapılır-kontrol edilir...

Açılış, davet, partide, grup halinde anlaşmalı gidilen yemekte bazen yiyecek içecek miktarı az olur(numunelik!)...kimse de zaten az  olanı bitirmeye kıyamaz!..tabakta hep bir parça "utanma payı" kalır...
İlaç  şirketleri ilaç mümessilleri aracılığıyla hekim, eczacı ve diş hekimlerine bedelsiz ilaç numunesi vermek suretiyle ilaç tanıtımında bulunur, bu ilaçlar bayram şekeri niyetine arkadaşlar arasında "kırışılır"! 

Cumhuriyetin kuruluş döneminde, her şehirde bir "numune" hastanesi kurulmuş...Numune, burada örnek teşkil edecek hastahaneler olarak; "iyi örnek" anlamında kullanılmış!..

22 Ocak 2013 Salı

statik
















içim üşüyor...
sürrealist bir yazgıda
ellerim terliyor
istatistiklere bakıyorum
durumum dün
gayet statikti
bu gün ise
kritik!
Doğu Avrupa'da
600 den fazla
insan ölmüş
soğuktan
geçen yıl bu vakit!
kumrular
çiftleşiyor
ulu orta
çıplak incir ağacının üstünde
algılar açık
bilinç kapalı
hava lodos
ve
biraz da rüzgarlı
şuursuzca dönüyor başım
filizlenmiş bak
benim gibi
lale soğanları...
artık
durmuyorum
duruş her zaman statiktir
biliyorum!

*22 ocak tarihi itibariyle- istifa mektubumu vermemle birlikte- tamamlandı şiir!

18 Ocak 2013 Cuma

Burun

"Ümit Burnu"nu hep merak etmişimdir; neden bu isim verilmiş?! Ümit Burnu'nu 1488'de Portekizli kaşif Bartolomeu Dias keşfedip buraya "Fırtınalar Burnu" (Cabo das Tormentas) adını vermiş...daha sonra bazı kaynaklar "Fırtınalar Burnu" isminin, gemicilerin moralini bozabileceği düşüncesi ile "Ümit Burnu" olarak değiştirildiğini yazıyor!..
Zeytin Burnu, Tarihi Yarımada'nın Marmara kıyılarından doğuya doğru bakınca coğrafi olarak bir burun gibi görünmesi ve buradaki zeytinliklerden dolayı bu ismi almış...Akıntı Burnu; Boğazın her daim  akıntılı yeridir...Karadeniz'den Marmara Denizi  yönüne hızı saatte 12 deniz miline kadar ulaşabilen, devamlı yüzey akıntısı ve bu akıntının oluşturduğu girdapları ile denizciler için tehlikeli bir bölgedir...
Saray Burnu; Bizans döneminde "Aziz Demetrios" burnu olarak anılırmış...Bu burun ile Ahırkapı arasında Mangonai sarayı varmış..Osmanlı döneminde ise buraya  Topkapı Sarayı yapılınca bu isimle anılmaya başlanıyor...Karaburun, Bababurun, İnceburun, İncir Burnu(Avlaka), Gelidonya Burnu(Taşlık Burnu)...gibi bir sürü burun var...

Kimileri için "burnu büyük", "burnu havada, yukarıda, Kafdağı'nda" yakıştırmaları yaparlar; bu genellikle davranışlar ile ilgili bir yakıştırmadır...bir de fiziken  benzer durumları karşılayan burunlar vardır!..kiminin çok gösterişli; "San Fransisco Sokakları" dizisindeki, dedektif Mike Stone(Karl Malden)'in ki gibi bir burnu olabilir; kemerli(kemer patlıcanı gibi burun derler)...boksörlerin ki yumruk yiye yiye yamulmuş, ezik-basık ve yayık bir formdadır...yalan söylemediği durumlarda bile burnu  uzundur Pinokyo'nun aslında...burnunun uzunluğuyla ün salmış silahşör Cyrano de Bergerac'ı unutmamak lazım!



Nicole Kidman'ın burnu hala estetik yaptırmak isteyenlerin gözdesi...ben de severim kendisini!



Burnu bile kanamadan kazayı atlatanlar, burun estetiği yaptırma kuyruğuna girenler, burnunu karıştıranlar, sümüğü eliyle yere fırlattıktan sonra mendiliyle burnu yerine elini silenler, kokainden, soğuktan burnu düşenler, her şeye burnunu sokanlar, burnundan kıl aldırmayanlar, burnu sürtülenler...hayvanlar alemine hiç girmiyorum; zira çıkamayız!..sadece iki örnek vereyim biri "domuz burnu"...kim her gün kullandığı kupanın üzerine böyle bir fotoğrafı bastırır!

Bir de -baba hindi mi bilemiyorum?!- hindi burnu var! daha doğrusu yok böyle bir burun!..Pamuk Prenses'e elma veren cadınınkinden hallice!Deniz ve hava taşıtlarının burun kısmı vardır; özellikle Concorde'un ki biraz farklıdır!

Bazı çizgi karakterlerde burun bile yokken bazılarında da karakteri sevimli kılan bir unsurdur!


Çoklu figür olgusu örneği/W.E.Hill(1915). Genç kadının çenesi yaşlı kadının burnu,yaşlı kadının çenesi, genç kadının boyun ve göğsüdür…


14 Ocak 2013 Pazartesi

Düşünce Suçu


























suskunluk
uğulduyor...
uğulduyor
tepelerin arasında
yamaçlar kadar sert
rüzgarda
dünden kalan
bir telaş
ölü bir bedenin cansız kollarında
asılı kaldı
kucaklaşma...
yaşlandım artık!
tırmanmak
zor yukarı
diri bir bedenin
tüm kıvrımlarından
şuursuz bir sancı gibi
zor dolaşmak
...
ama düşüncelerim
yamaçlardaki
rüzgar kadar sert hala!


13 Ocak 2013 Pazar

kapı, zil, kilit -2-






Bazen kapıyı çekip olan bitene, etliye, sütlüye karışmaz; yalıtırız kendimizi...özel durumlarda otel odasının kapısına "lütfen rahatsız etmeyin" yazısını asar gibi...Efes Pilsen dükkanlara, kapılarına asmak için "bira"zdan geleceğim diye bir yazı kartonu hazırlamıştı....
"camideyim","cuma"dan sonra açacağız, müşterideyim, müracaat yan dükkana, kapalıyız, bi saate kadar dönerim, hemen geliyorum" gibi gibi yazılar ve her kapıda olmasa da kapı numaraları var.....
posta kutusu yerine mektuplar için bir göz açıp "posta" yazan bile var!





Yavaş yavaş ergenlik çağına giren oğlumun kendine ait bir odası olmasına rağmen daha önceki yazıda da belirttiğim gibi odasının kapısı yok...oyun fuarında promosyon bir kapı kartı dağıtmıştı Wolfteam oyunu "Lütfen rahatsız etmeyin şu an kurda dönüşüyorum"...ama şu an asamıyor! Ekmek kapısı, ilim kapısı, devlet kapısı,komşu kapısı...çat kapı burada, çat orada!
Soğuk kış günlerinde yakacak bulamayınca "Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır" misali geçmişte odun ve kömür yaktığımız sobalı dönemde bol bol "çıkma kapı" yaktık!

İstanbul'un tepeleri kadar kapıları da meşhur...sayıca oldukça fazla kapı var!  Hepsi bizim buralarda; "Tarihi Yarımada'da"...bazıları hala geçit görevi görürken bazıları da kapatılmış. Yedikule'de sahil yolu üzerindeki "Mermerkule Kapısı", Çevresindeki nar ağaçlarından adını alan "Debbağ Kapı" da denilen "Narlı Kapı" bizim hemen aşağı sokaktan yürüyerek çıktığımız yolda...sonra Bizanslıların "Porta Psamatia" dedikleri "Samatya Kapısı", "Davutpaşa Kapısı", eskiden bostanlarla çevrili"Vlanga Kapısı", Osmanlı döneminde önce "Yeni Langa Kapısı" denilen "Yenikapı", Piri Reis'in "Bab-ı Kum" adını verdiği, bir iskeleye ve kumluğa açılan meyhanecilerin mekanı "Kumkapı", "Kadırga Limanı Kapısı" olarak değiştirilen "Sofia Kapısı", Bizanslıların "Porta Ferrata" ve "Porta Marina" dedikleri, Osmanlı dönemindeki adı "Çatladısu Kapısı" olan "Çatladıkapı", Bizans Sarayına açılan "Bukoleon Sarayı Kapısı", Topkapı Sarayı'nın ahırlarına açılan "Ahırkapı", ''Balıkhane Kapısı", Sepetçiler Köşkü'nün yanında olduğu varsayılan "Hasırcılar Kapısı". ''Ayia Maria Hodegetria Kapısı",        
adını Bizans döneminin Mangana Sarayı'ndan alan ve artık kapalı bulunan "Mangana Kapısı",adını Bizans'ın azizlerinden Ayios Yeoryios'ten alan "Aya Yorgi Kapısı", "Demirkapı",  "Değirmen Kapısı", Topkapı Sarayı'nı korumak için yerleştirilen toplardan adını alan "Top Kapı"...Sonuçta bu geçitlerdeki kapılar yerinde olmasa da döneminde sabah açılıp akşam kapatılan kapıları varmış! Hayat bazen kapıların ardında olduğu kadar evin önünde"kapı önünde, mahallede de geçer...yaşlılıkta ve çocuklukta daha da çok!
       

kapı, zil, kilit -1-




Yıllar önce bir tv reklamı vardı: ELKA..."YÜZ KAPI HEMEN, BİN KAPI YARIN!" kapı üretiyorlardı!..dairenin, odanın, dolabın kapısı vardır...mahremiyeti belirtir kapı...kapının ardı "özel"dir...şu an evimizin küçüklüğü nedeniyle odaların tüm kapılarını çıkartmış durumdayız...herhalde 8-10 yıldır bu şekilde yaşıyoruz! Kapıların ardı hep merak edilir; yaşamlar, kişiye ait eşyalar ve düzen...kapılar yaşamları gizler, aralık olanlardan da dışarı sızar görünümler...evimizin kapısını çeker çıkarken -ister derli-toplu, ister dağınık-oraya yeniden dönmeyi arzularız"evim evim güzel evim!"...eski konaklar, hanların, köşklerin kapıları biraz büyük olur...kapılarının kilit ve anahtarları da...zil yerine kocaman bir kapı tokmağı üzerlerinde...


Babamın halasının cumbalı ahşap evinin kapısında bir kol vardı; çevirince tele bağlı zil üst kattaki  Saadet Halanın odasında çınlar, o da yatalak bir vaziyette yapışıp kaldığı yatağının hemen yanındaki teli çeker , ahşap evin giriş kapısı açılırdı...Kapıların üzerinde ; özellikle iş yerleri kapılarında bazen ilanlar olur...işe alınacaklar için ilanlar, iş yeri taşındıysa "taşındık!", "dikkat köpek var!" gibisinden, bazen de duvar yazıları kapılara taşar...sokak kapısı, bahçe kapısı kimi zaman üzerlerinde kilitlerle bu gizli dünyaları daha da dışarıdan başlayarak saklamaya devam eder durur!...




Yalova depreminde bir çok bina yıkıldı, ocaklar söndü Anneannemin de üzerine dolap devrilip orada bir süre kalakalmış...kaldığı apartmanda genel olarak bir hasar olmasa da kırılıp dökülen küçük şeyler yıllarca özensiz bir biçimde onarılmadan kaldı...işte girişteki toplu zil panosu!..








9 Ocak 2013 Çarşamba

"koruyucu"

Hepimiz dış ya da iç tehlikelere açığız; çoğu zaman savunmasız!..korunma ile ilgili önlemler alsak bile yeterli olmayabilir! hazırlıksız da yakalanabiliriz! Ayrıca sakınan göze çöp batarmış! İlkel yanımız, davranışlarımız geçmişten beri barınma ve korunmaya göre bizi şekillendiriyor...eşyalarımıza daha dayanıklı ve uzun ömürlü olabilmeleri için muhafaza takıyoruz, üzerilerine koruyucu katman ekliyoruz...dış çephe boyaları, ahşap koruyucular, mavi kart, nüfus kağıdına pvc muhafazalar...soğuktan, sıcaktan, yağmurdan, kardan, depremden, hırsızdan, yangından, düşmandan, hemcinsten, karşı cinsten, hastalıklardan,  kem gözlerden korunmak ya da korunamamak!...









O kadar korunmaya ihtiyacımız olunca koruyuculara da  fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuzu görüyorum...sinema filmleri içinde bile bir sürü "koruyucu" var! Malımızı, mülkümüzü, haklarımızı  korumaya; ilahi adalete, hukuka, devlete, polise, tanrı ve tanrılara inanmaya çalışıyoruz...inanmaya ihtiyacımız var!..



Cibinlik örneği ve Nükleer tehlikelere karşı e-bay'den satılan sığınak...



Bir zamanlar çizgi dizi  "Ayı Yogi"  ile birlikte korucu kelimesiyle tanıştım...O orman ve milli park koruyucusu idi. Fakat Milli parktaki hayvanlardan daha çok piknikçilerin sepetlerini korumaya çalışıyordu..."Park Ranger" olarak geçiyor...bu arada Tommiks de Nevada'nın Culver kalesinde bir"Ranger"dı!..sonra Güney Doğuda köy korucuları geldi gündeme...
Michael Jakson'un da bir  dönem kuvözde yaşadığını unutmamak lazım; "Bubble Boy" misali...sinek ısırmasına karşı koruyucu spreyler, prize takılan-havaya karışan kimyasallar, cibinlikler...ayaklara kalın çoraplar, yünlü içlikler, keçeler, kafaya kürklü, yünlü şapka bereler, ellere eldivenler...Yıllar önce Colors dergisinde "örme kondom" görmüştüm...ne kadar işe yarar bilmiyorum?! Kılıcın "kını" da  hem taşıma amaçlı, hem de bizi kesmesin diye bir koruma...bir de parmaksız eldivenler var ki; gerçekten karizmatik bir aksesuvar; oğlumun değişiyle"havalı"...ama bu eldiven ile kartopu oynamayın!